Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

TÜRKÇE NAMAZ VE TÜRKÇE DUA (2)

Muharrem Günay 14 Mayıs 2019 Salı 13:01:20
 

Namazda kırâat meselesinin fıkıhtaki hükmü bundan ibarettir. Dinî ve ilmî olmaktan ziyade siyasî, ideolojik ve pragmatik sebepler ve saikler yüzünden namazda kırâatin Türkçe olmasını savunan bazı ilâhiyatçılar, fıkıhta kırâat konusunu açıklarken kasten bazı saptırmalar ve hîleler yapmaktadırlar. Bunların, bizim dikkâtimize çarpan önemlilerini- işin doğrusuna işaret ederek- sıralamak gerekirse:
1. Ebû Hanîfe’nin “başka dilde kırâati câiz görme” ictihadından rucû ettiği yalnızca Nûh b. Meryem tarafından rivâyet edilmiş değildir. Meselâ Ebû Yusûf’ün öğrencilerinden Ali b. el-Ca’d de bunu rivâyet etmiştir Kurtubî, Tefsir, 16/149; Zemahşerî, 4/434). Yalnızca Nuh b. Meryem’i zikredip onun mûteber bir nakilci olmadığını isbatta hîle vardır.
2. Serahsî Mebsut isimli eserinde Ebû Hanîfe’nin ictihadını naklettikten sonra İmâmın bunu mekruh gördüğünü de kaydetmiştir. Bunu nakletmemek, gizlemek dürüstlüğe aykırıdır. Aynı eserde Selman el-Fârisî’nin Fâtiha’yı Farsça’ya tercüme ettiği, Acemlerin, dilleri Arapça’ya yatıncaya kadar namazlarında bu tercümeyi okudukları kaydedilmiştir. Bu ifade içinde geçen “dilleri Arapça’ya yatıncaya kadar” kısmını halktan saklamak ilim ahlâkına sığmamaktadır. Arapça okumaya dili dönmeyenlerin, alışıncaya kadar başka dilde okuyabilecekleri hükmü zaten birçok müctehid tarafından benimsenmiştir. Serahsî fıkıh usûlü ilim dalında yazdığı Usûl’ünde de bu konuyu ele almış, özetle şu değerlendirmeyi yapmıştır: Kur’ân-ı Kerim’in lâfzı da mânâsı da eşsizdir (mu’cizdir, mu’cizedir), benzeri yapılamaz; bu konuda Hanefî imamların (Ebû Hanîfe, Ebû Yusûf ve Muhammed’in) ittifakları vardır. Namazda okuma konusuna gelince, iki öğrenci imama göre iki unsurun da (hem lâfzın-ki bu Arapça’dır- hem de mânânın) kırâatte bulunması gerekir. Tercümeden okunduğunda yalnızca mânâ (unsurlardan biri) bulunabilir, bu ise-Arapça okuyabilenler için- yeterli olmaz. Hocalarına göre ise her iki unsur da kutsal ve eşsizdir, ancak biri (yalnızca mânâ) bulunduğunda namaz için yeterli olur; fakat Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine ve asırların uygulamasına aykırı olduğu için tercümeden okumak mekruh olur (II,282).
Serahsî Mebsut’ta Ebû Hanîfe’nin rucû ettiğine temas etmemiştir, fakat el-Mahît ve el-Câmi’u’s-sağîr şerhinde rucû ettiği rivâyetine yer vermiştir (M. Sabrî, Mese’eletü-Tercemeti’l-Kur’ân, s. 29).
Serahsî’nin naklettiği Hz. Selman olayı, Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında ve O’nun izni ile cereyan etmiş olamaz; çünkü “Acemler Selman’a yazarak istediler, o da tercüme edip gönderdi…” deniyor. Acemlerin İslâm’a girmeleri Hz. Peygamber’in (s.a.v.) irtihalinden sonra vukûbulmuştur.
3. el-Ensârî’nin “Müselemmü’s-sübût isimli Usûl kitabı üzerine yazdığı “Fevâtihu’r-rahamût” adını taşıyan şerhinde, Hasenü’l-Basrî’nin dostu Habîb el-Acemî isimli İslâm büyüğünün, Arapça’ya dili yatmadığı, Arapça okuyamadığı için farz olan kırâati Farsça okuduğu kaydedilmiştir. Bu ifadeyi nakleden bazı ilâhiyatçıların “Arapça’ya dili dönmediği için” kısmını atlamaları, hîleli bir “uzun atlama”dır.
Fıkıh kitaplarında aradıklarını bulamadıkları için tarih ve seyahatnâme kitaplarına başvuran bazı ilâhiyatçılar buralardan, “tarihte, bazı bölgelerde, Kur’ân’ın namazda tercümesinden okunduğuna dair” bilgiler nakletmekte ve tezlerine bunu delîl kılmaktadırlar. Halbuki sahîh ibâdet konusunda, sahâbe devri sonrasına ait uygulamalar delîl olmaz. Ayrıca bu uygulamanın, “Arapça’ya dilleri dönmediği için ve geçici olması” ihtimâli daima mevcûttur.
4. Meşhur tefsirci Zemahşerî, Ebû Hanîfe’nin câiz görmesi konusuna şu önemli açıklamayı getirmiştir: Ona göre bunun câiz olması, Arapça lâfzın ihtivâ ettiği mânânın tam olarak başka dile aktarılmış olması şartına bağlıdır. Kendisi Farsça’yı bilmediği için bunun olabileceği varsayımına dayalı bir fetvâ vermiştir; biz biliyoruz ki bu mümkün değildir; şu halde onun “câiz” demesi, “câiz değil” demesine eşittir, bu mânâya gelmektedir (Dühân: 44/43. âyetin tefsiri).
İşlerine gelmediği zaman fıkıh kitapları ve sahîh mezhep fetvâları bir yana sahîh hadîsleri bile kâle almayan, mûteber saymayan kimselerin, dinî olmayan sebepler ve saiklerle karara ve hükme vardıkları bir konuyu isbat için fıkha dönmeleri, mezhepte terkedilmiş bir ictihada sarılmaları, sıhhatini ve detaylarını kontrol mümkün olmayan tarihî rivâyet ve uygulamaları delîl göstermeleri ibret alınacak davranış örnekleridir.
(http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0015.)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti