Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

TÜRKLERİN MANEVİ VE IRKÎ GÜZELLİKLERİ (8)

Biz Hile Bilmeyen Bir Milletiz!
Bir sefer sırasında Türkeşler devletinin hakanı Su-lu Han ile Emevi ordusu komutanlarından Cüneyd bin Abdurrahman karşılaştılar. İkisinin arasında geçen konuşma hem Türk ahlakı hem de Türklerin İslâmi bir arayış içinde olmaları açısından çok önemlidir. Prof Dr. Zekeriya Kitapçının Orta Asya’da İslâmiyet’in Yayılışı ve Türkler adlı eserinin 298. Sayfasında anlattığına göre bu olay 730 yılında gerçekleşmiştir. Arap tarihçisi Câhiz bu olaya eserlerinde çok geniş bir şekilde yer vermiştir.
Cahiz’in anlattığına göre, Cüneyd Türklerle Araplar arasında çıkan bu savaşların birisinde Türk Hakanının kıskacı arasında kalmıştı. Hakan Cüneyd’in bu zor durumunu görünce O’na korkmamasını söyledi. Eğer O Cüneyd’e bir kötülük yapmak istemiş olsaydı daha Cüneyd’in derlenip toparlanmasına fırsat vermeden ordusunu toz duman edebilirdi. Hâlbuki O’nun maksadı başka idi. Oysa Hakan, Cüneyd’e, İslâm dini ile ilgili sorular sormak ve öğrenmek istiyordu. Onun için Cüneyd’e korkmamasını söylemiş. (Kitapçı, Z. 1994, s:296) ve:
“Kuvvetlerinin eksik tarafını önceden gördüm, eğer sana galip gelmek veya bir kötülük yapmak isteseydim düşünmeye fırsat vermeden seni toz duman ederdim. Bu hileyi öğrenip de başka Türklere tatbik etmeyeceğini bilsem kuvvetlerinin ve tabyandaki eksik ve hatalı tarafı sana gösterirdim. Senin akıllı ve sülalen arasında şerefli, faziletli ve dinini iyi bilen bir kimse olduğunu duydum. Dininizi tanıyabilmek için sana dini hükümlerinize dair bazı şeyler sormak istedim. Sen bana maiyetinle gel, ben sana yalnız başıma çıkayım, şahsım için bu hususta gerekli olan bazı şeyleri sana soracağım. Sakın benden kuşkulanıp endişeye düşme. Benim gibi bir adama gadretmek yakışmaz. Benim gibi bir kimse önce hile ve hud’asından emin edip de sonra verdiği sözü bozan bir insan değildir. Biz işlerimizde hile yapmayan bir milletiz. Hileyi sadece harpte mubah sayarız. Eğer harp hilesiz olacaksa hileyi harpte dahi mubah görmeyiz (Doğan, 1978, s, 16; Kitapçı, s.296).
Câhız’ın tafsilatlı olarak anlattığı bu görüşmede Sulu Han, Cüneyd’e İslâm’ın, zina yapma, namuslu bir kimseye zina iftirası, gasp, yağma, insan öldürme, kulak, burun kesme, yalancılık, dedi kodu yapma, topluluk içinde yellenme ile ilgili hükümlerini sormuştur. Türkeş Hakanı Sulu aldığı cevapların çoğunu “doğru, doğru” diyerek tasdik etmiş, yalancı, kovucu, saygısız (yellenen) kimseler hakkındaki cezaları (sürgün, halktan uzaklaştırma) az görmüş ve:
“Sadece bu mu? Bana göre kovucu, insanların arasını tutuşturan kimsedir. Böyle bir insanı hiçbir kimseyi görmeyeceği bir yere hapsederim. Alenen yellenenin kıçını dağlar, bu hareketini yapan azasını cezalandırırım. Yalancıya gelince, sizin hırsızın elini kestiğiniz gibi ben de onun yalan söyleyen azasını keserim. İnsanları güldürüp hafif meşrepliğe alıştıran kimseyi ise idarem altındaki yerden sürgün ederim. Onu memleketimden çıkarmak suretiyle fikirlerini ve zihniyetini düzeltirim.
İbrahim Abdülmelik’ten, Abdülmelik Salih’ten, Salih Cüneyd’den nakleder. Cüneyd şöyle demiştir: Bu Türk’ten daha vefalı, daha insaflı, daha anlayışlı, daha zeki birini görmedim. Onunla gündüzleyin üç saat karşılıklı olarak konuştuk, dilinden başka hiçbir yeri kımıldamadı. Ben de dilimden başka hiçbir yerimi kımıldatmadım (Doğan,1978, s:18).
Cüneyd’in insan aklının kapasitesinin sınırlı olduğu, bu yüzden insanın hata yapmaması için mutlaka yüce bir mürşide yani Cenâb-ı Hakk’ın vahyine mazhar olan bir peygambere ihtiyacı olduğu yolundaki açıklaması ve konuyu bu şekilde toparlamasından son derece duygulanan Türk hakanı ona;
Sen şimdiye kadar bundan daha değerli bir söz söylemedin. Hele bu son sözlerinle kalbime derin bir kaygı attın! Diyerek samimi itiraflarda bulunmuştur. (Kitapçı, Z.1994, s. 297).
Bu konuşmaya dikkat edilirse Allah’ın varlığı, birliği ve inanç konularına hiç yer verilmemiştir. Çünkü Türkler İslâmi mânada zaten Allah’ın varlığına ve birliğine inanan Hanif bir karakterde idiler. Onun için sorular Türk ahlakı ile İslâm ahlakının karşılaştırılmasına yönelik özellikte olmuştur. Adeta Türk hakanı yapmış olduğu konuşmaları ile İslâmiyet’in milli bünyelerine uygun olduğunu ifade etmiş, hattâ alenen yellenenlere ve dedi kodu edenlere, yalancılara, insanlığı güldüren ve ahlakını bozocu konuşmalar yapanlara verilen cezaları az bile bulmuştur.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER