Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

TÜRK’ÜN İSLAMI ANLAMA VE YAŞAMA BİÇİMİ

Adına ister Türk İslam Sentezi isterse Türk İslam Ülküsü diyelim, Yüce dinimiz İslam, milletleri imha etmek için değil ihya etmek için gönderilmiş bir dindir. İslam dini, Millet, Milî devlet ve milliyet düşüncelerini inkâr etmez. İslam bir insanı veya bir milleti Müslümanlaştırırken onun kültüründeki, örfündeki-töresindeki İslâm’a uymayan şeyleri temizler. Söz gelişi Müslüman olan bir insan veya millet domuz eti yiyor, sarhoşluk veren içki, şarap tüketmeyi alışkanlık haline getirmişlerse bu kötü huy ve alışkanlıkları yasaklar. Onun İslama uygun olan örf ve adetlerine, töresine ve kültürüne müdahalede bulunmaz.
Bir dinin bir milleti müslümanlaştırırken, o milletin kültür yapısından etkilendiği de sosyal bir vakıadır. Sözgelişi, İslam dini, Türk milletini Müslümanlaştırırken, Türk’ün İslam’dan önceki, askerlik, yiğitlik, Alplik, teşkilatçılık, disiplin, cömertlik, din adamlarına saygı, cihan hâkimiyeti düşüncesi, ata mezarlarına saygı gibi milli özelliklerini bünyesine katmıştır. Bir başka deyişle Türk’ün hayat tarzı, İslam dininin temel değerleri sayılan “Kitap, sünnet” gibi imani esaslar dışında kalan İslami yaşam biçimine gözle görülür bir şekilde etki etmiştir. Bu etkileşimlere örnek verecek olursak, Türk’ün disiplin ve askerlik anlayışı Namaz ibadetinin yerine getirilişinde, Yüce kitabımız Kur’an-ı kerim’e olan saygısında kendini çok açık bir şekilde göstermektedir. Bir Türk’ün namazda el bağlayıp, ayak aralarını dört parmak kadar ayırıp el bağlayıp Allah’ın huzurunda duruşuyla, bir Arab’ın namazdaki duruşu ve hareketleri arasında çok fark vardır. Arap, sağa, sola bakıp, eli ile orasını burasını kurcalayıp dururken, Türk, tıpkı askerlik anlayışındaki esas duruş şeklindeki gibi Allah’a teslim olmuş bir şekilde, kıpırdamadan, sağa sola bakınmadan durur ve askeri bir disiplin anlayışıyla namazını tamamlar. Yine Arap, uykusu gelince Mescid-i Haram’da veya Mescidi-i Nebevi’de Kur’an-ı kerimi başının altına yastık yapıp yatarken, Türk, mescidlere, camilere ve Kur’an-ı kerim’e büyük bir saygı gösterir. Kur’an-ı kerim’i göbek hizasının altında tutmaz, okuduktan sonra öpüp başına koyduktan sonra yerine koyar. Araplar, ata mezarlarına hiç önem vermez ve mezar ziyaretini ve geçmişlere okumayı şirk olarak kabul ederken, Türk, tıpkı İslam öncesi ata mezarlarına gösterdiği saygıyı, başta Peygamber Efendimizin ravzası olmak üzere, evliya mezar ve türbelerine gösterdiği saygıyla devam ettirmektedir.
Türk’ün Peygamber sevgisi hayatın her alanında kendisini göstermiştir. Türkler arasında en çok koyulan adlar arasında, Ahmed, Mehmed, Mahmud, Mustafa, Fatma, Gül Fatma, İsmigül, Ayşegül, Emine-Âmine, Halime, Zeynep, gibi adlar başı çeker. Türk, Yeni Çeri Ocağı’nın kaldırılışından sonra kurulan orduya Muhammed’in ordusu manasına gelen “Mansure-i Muhammediye”, askerine ise Sevimli Mehmed manasına gelen “Mehmetcik” adını vermiştir. Türk ordusu yerli ve yabancılarca “Asâkir-i İslam: İslam’ın Askerleri, “Cund-Allah: Allah’ın Ordusu” adıyla anılmıştır. Türk’ün Peygamberimizin adı anıldığında sağ elini ğöğsünün üstüne, kalbinin üzerine götürmesi ve salâvat getirmesi Peygamber sevgisine ve saygısına en güzel örnektir. Yine Türk’ün Peygamber Efendimizin ravzasına olan saygısı dillere destandır.
Bu sevgi, 31 Mayıs 1916’dan başlayıp, 10 Ocak 1919’a kadar Medineyi İngilizlere karşı çekirge yiyerek müdafa eden, Medine Müdafiî Fahreddin Paşa’da ve ihtiyat mülazımı İdris Salih Bey’in Medine’den ayrılırken yazdığı şiirde kendisini bütün açıklığı ile gösterir:
“Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz,
Can verir, cânânı veremez Türkler.
Ebedi hadim’ül haremeyniniz,
Ölsek de Ravza’nı rûhumuz bekler!” (Mülazım İdris Salih Bey) (Yasemin Kapusuz, tarihsiz, https://edebistan.com /deneme/olsek-de-ravza-ni-ruhumuz-bekler)
Yine bu Peygamber sevgisi, Nâbi’nin, Medineye doğru giderken, bir yolcunun, ayaklarını Peygamber Efendimizin ravzasının bulunduğu yöne doğru uzatmasını büyük bir saygısızlık sayarak yazdığı naatında kendisini gösterir:
“Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-ı Hudâ’dır bu
Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ’dır bu (Nâbî)
(Sakın saygıyı elden bırakma¸ burası Allah’ın Habîbi’nin mahallesidir. Burası Hakk’ın tecellî ettiği yer ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in makamının bulunduğu mekândır.)
Kervandakilerden başka bir kimsenin bu şiirden haberi yoktur. Medine’ye yaklaştıkları sırada sabah namazı vaktidir ve minarelerin birinden Türkçe bir kaside okunmaktadır. Bu¸ Nâbî’nin yazdığı na’tın ta kendisidir. Kervan doğruca o camiye yönelir. Müezzin minareden inince Nâbî¸ müezzine: “Bu Türkçe kasideyi nereden öğrendin?” Diye sorar. Nâbî’nin kim olduğunu bilmeyen müezzin: “Bu gece rüyamda Peygamber Efendimiz bana: “Ümmetimden Nâbî adlı bir büyük şair vardır ki benim hakkımda bir kaside yazmış¸ onu bu gece minareden okumanı arzu ediyorum”buyurarak¸ bu beyitleri bana öğretti”der (Tok, A. tarihsiz. Somuncu Baba Dergisi, 162.Sayı).
Peygamber Efendimizin doğum günü olan günün ,“Mevlid-i nebî” olarak kutlanması, yine mubarek gün ve gecelerde mevlid-i şerifler okunması, başta Yunus Emre’nin şiirleri olmak üzere, şairlerimizin şiirlerinde, kaside ve ilahilerimizde peygamber sevgisine genişçe yer verilmesi Türklerdeki peygamber sevgisine en güzel örneklerdir.
Türklerin ölü gecelerinde ve mübarek günlerde yemek yedirmeleri, yoksulları doyurmaları, Türk’ün tarihi misafirperverlik ve cömertlik anlayışının devamından ibarettir.
Eski Türklerdeki “İstiklal ve özgürlük anlayışı” Türklerin Müslüman oluşu ile birlikte kendisini tüm İslam dünyasında göstermiş, Selçuklu, Gazneli, Osmanlı ve Timurlular dönemlerinde İslam coğrafyası altın çağını yaşamış, Haçlıların saldırı ve tasalludundan korunmuştur. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinden sonra birçok İslam devleti egemenliklerini kaybederek, Batılıların işgali altına girmiş ve sömürgeleştirilmiştir.
Bu güzel hasletler Türklerin İslam dinine katmış olduğu değerlerdir. Bu değerler Suudi Arabistan’da yaşanmasa da Afrika coğrafyasından, Balkanlara, Pakistan ve Hindistan coğrafyasına kadar geniş bir coğrafyada halen bütün tazeliği ile yaşanmaktadır. Bütün bunlar Türk’ün güzel hasletlerinin İslam dini ile bir terkip oluşturup, Türk’ün İslâm ile İslâm dininin de Türk ile etle tırnak misali bütünleşmesidir. Bu bakımdan Türk-İslam ülküsü mü olsun, Türk-İslam sentezi mi olsun şeklindeki düşüncelere takılmadan İslâm dinini bir hayat nizâmı olarak kabul edip, Sultan Alparslan’ın dediği gibi: “Biz Türkler, temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Allah bu yüzden hâlis Türkleri aziz kıldı” anlayışı ile İslâm’ı yaşamaya ve yaşatmaya devam etmek en güzeli olacaktır.
KAYNAKLAR:
Mim Kemal Öke (Tercüman, 25.01.1987), “Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi”
Tok, A. tarihsiz. Somuncu Baba Dergisi, 162.Sayı
Yasemin Kapusuz, tarihsiz, https://edebistan.com/deneme/olsek-de-ravza-ni-ruhumuz-bekler
Arvasi, S.A.(1990), Hasbihal 3. İstanbul: Burak Yayınevi.
Arvasi, S.A. (1979). Türk-İslam ülküsü 1. İstanbul: Türk Kültür Yayını.
ARVASİ, S. Ahmet; Türk-İslâm Ülküsü, Ankara 1982, c.1.
Millîyetçiler 4. Büyük Kurultayı Bildirisinden, 1988
Bilgili, A.S. (2014) Eğitim Programlarımızda Türk-İslâm Sentezi Meselesi, Kafkas Üniversitesi, e – Kafkas Eğitim Araştırmaları Dergisi, 1 (1), Nisan 2014
Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet, 09.01.1987
Kafesoğlu, İ. (1985). Türk İslam Sentezi. İstanbul: Aydınlar Ocağı Yayınları.
Yeni Düşünce, 08.05.1987,
Çağlar, A ve Uluçakar, M, (2017). Günümüz Türkçülüğünün İslamla İmtihanı: Türk-İslam Sentezi ve Aydınlar Ocağı, Hacettepe Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları (HUTAD), sayı:26, S.119-139
Ayhan Songar, Tercüman, 03.05.1987, “Şanlı Mazimiz, Aydınlık Geleceğimiz”
Timuroğlu, Vecihi; Türk-İslâm Sentezi, Ankara 1991
İnalcık, H. (2002). “Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı”, Doğu Batı, sayı:5, (Kasım-Aralık-Ocak 1998-9), (Ankara 2002)
Hacıeminoğlu, N, (1977). Millîyetçi Eğitim Sistemi, Ankara 1977.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER