Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ümit Demir
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Vâr Olan Sisteme Uyum Sağlama Fetvaları

Ümit Demir 2 Şubat 2016 Salı 13:33:44
 

Günümüzün önemli entelektüellerinden Prof. Tariq Ramadan, ülkemizde yapılan 1.Uluslararası Kritik ve Analitik Düşünme Sempozyumu dâhilindeki konuşmasında “İçtihat, adaptasyon değil değişim için olmalıdır” demişti.
Bu söz burada dursun, biz yüz yıllar öncesine gidelim.
Hicret ile Medine’ye yerleşen İslam Peygamberi@, Medine’nin yerleşik ileri gelenlerini rahatsız edecekti. Medine protokolü şöyle şikâyet edecekti bir müddet sonra: “Bu adam benim şehrimi yeniden kuruyor; yeni bir şehir meydana getiriyor.”
Çünkü Medine’de kadın haklarından hayvan haklarına, ticaretten sosyal hayata, oradan binaların çok katlı olup olmamasına kadar hemen her şey, yeni kurallarla yeniden şekilleniyordu. Eski Medine’nin kuralları üzerinden yükselenler de bu durumdan haliyle memnun değildi.
Ve evet, böylece Medine’de yeni bir medeniyet/şehir anlayışı hâkim oluyordu.
İnsana, topluma, şehirlere, doğaya, hayvanlara yeni bir anlayış sunan, her canlının hayat hakkını koruyup onları saygı içinde muhafaza eden bu “enerji” ne yazık ki tarihin bir döneminde “günü kurtarma” telaşıyla unutuldu gitti.
Tam da Prof. Ramadan’ın girişte verdiğimiz sözüne mutabık olarak!
Artık, insanlığa yeni ve doğru bir şeyler söylemek yerine bizlere dayatılan sistem içerisinde kendimize yer edinebilmek için içtihatlar yapmaya başlandı.
Bir şehir ve medeniyet tasavvurumuz yok mesela. Bir ticaret ahlâkımız, aile algımız, çocuk yetiştirme görgümüz… Var olan düzene adaptasyon yani uyum için günlük fetvalar veriliyor hep.
“Şu kadarlık faiz olabilir”, “Dünyayla rekabet için banka kredisi ile iş büyültülebilir”, “Kamuda şu kıyafetle de çalışabilir”…vs. türünden içtihatlar, fikrî tembellikle beraber “kapitalist sistemin müşterileri” kıldı hepimizi.
Şimdi hepimiz uyumlu ama dünyaya, insanlığa yeni bir ufuk, yeni bir görüş sunmaktan oldukça gerideyiz.
Ticaretimizi ahlâk üzerine oturtamıyoruz mesela… Medine çarşısından emanet kalan “Aldatan bizden değildir” kuralı içimizi yakmıyor. “İşçinin hakkını ver” emri de uykularımızı kaçırmıyor. Ne de olsa adaptasyon için verilen içtihatlar var, asgari ücret var, serbest piyasa ekonomisinin şartları var.
Kazancımızı da biriktiriyor, sosyal dengenin devamı için infak edemiyor, harcamıyoruz. Yeni evlenecek çiftler, düğünlerini banka kredisi ile yapmanın “içtihadını” verecek hocaefendi peşindeyken “altını ve gümüşü biriktirip kendine saklayanlar” her şey gibi bu ayıplarına da bir yerlerden fetva buluyordu çünkü.
Kentsel dönüşüm ile mahallelerimiz, komşularımız, sosyal dokumuz bozulurken biz yine ortaya çıkan bu duruma “uyum” için yeni şeyler söylemek zorunda hissediyorduk kendimizi: “Metropollerde bir semtten, diğer semte halk otobüsüyle 2 saatte giden bir asgari ücretli, akşam namazı vaktini yolda geçiriyorsa kaza edebilir mi?”
Kentlere, kütüphaneler akla gelmez devasa statlar (arenalar) yapılır, yüz binlerce futbol seyircisi trans halinde kendinden geçerken, biz “maçta gol atınca secde yapılır mı, yapılmaz mı” içtihadının peşindeydik.
Oysa inkılap yani değişim, kendi kurallarını, kendi dünya görüşünü ve hayat felsefesini ortaya koymakla olabilir ancak. Vâr olan sisteme uyum sağlama aşkıyla değil eleştirel yaklaşımla olabilir.
İnkılap… Kökünü “kalp”ten alan kelime!
Kalbimizi, akleden kalbimizi, sanayi devrimi ile gelişen makinelerin çarkına sıkıştıralıdan, kentlerin ağır yaşam şartları enkazında bırakalıdan beridir dünyaya bakışımız kaygan bir zeminde ilerliyor. Ayaklarımızı yere sağlam basamıyoruz, kendimiz olamıyoruz.
Biz kendimiz olamadıkça da Batı’nın sömürü aygıtları olan modernizm ve kapitalizm altında ezilenler, bir inkılap bekleyenler bir ümitle uzaklara bakmaya devam edecekler.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER