Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Ve Allah Bir Misal Verdi 30

Nahl (3) ve Ankebut (44)’de “Allah Semaları ve Arzı Hakk olarak yarattı.” buyrulmaktadır. İşte Semaların ve Arzın Hakk oluşunun yansıması da Semaların ve Arzın nûrudur. Yani, bu nûr ayrıca, Hakk aklın ve bilginin ışığıdır. Eğer bir mahalde Hakk akıl ve bilgi hâkim değilse o mahallin nûru olmaz, ışığı sönmüştür, karanlıktır, zulmettir. Bu konuyla ilgili olarak En’am (1)’de “Semaları ve Arzı yaratan, zulmet ve nûru var kılan Allah’a aittir Hamd.” buyrulmaktadır. Dikkat edilirse, ayette “zulmet ve nûru var kılan” denilmektedir. Yani, “Hakk akıl ve bilgi olan hali” ve “Hakk bilgi olmayan hali” var eden kastedilmektedir.

Şöyle bir sonuca ulaştık ki; “Semalar ve Arz” var, bir de “zulmet ve nûr” var. Var olan bu şeylerin hikmetine doğru yol alacak olursak, Hûd (7)’de “O, hanginizin ameli daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, Semaları ve Arz’ı altı günde yaratandır.” buyrulmaktadır.

Ayrıca Kur’an’da yine halifetullah vasıflı insanın imtihanı için ölüm ve hayatın yaratıldığı (Mülk-2) ve yine bu amaçla dünyaya özel ziynetlerin yaratıldığı (Kehf-7) bildirilmektedir. Ayrıca Casiye (13)’de “O, Semalarda ve Arzda ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir” denilmektedir.

Anlıyoruz ki; Semalar ve Arz, halifetullah vasıflı insanın ahiret hayatındaki konumunu belirlemek üzere gerçekleşecek imtihanın mekânını, nûr ve zulmet hali ise tercih sistemiyle çalışacak olan imtihan sorularını oluşturmaktadır. Bu sebepten Nisa (174) şöyle seslenmektedir: “Ey, insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nûr indirdik.” Kesin delil olan Rasulullah (SAV) Efendimiz, insanlara hidayete rehber olan Hakk bilgi ve açıklamalarını içeren Kur’an aklı ve ahlakını ve bunların şiddeti ve parlaklığı olarak yansıyan bir nûru getirmiştir. Teğabün (8)’de de: “Onun için Allah’a, Rasulüne ve indirdiğimiz nûra (Kur’an’a) inanın…” uyarısıyla da insanlar nûra ve nûrlu yola davet edilmiştir.

İşte o kesin delil olan Rasulullah (SAV) Efendimiz için Ahzab (46)’da : “Allah’ın izniyle bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik).” buyrulmaktadır.

Görmekteyiz ki; nûr tanımlaması Hakk bilgi ve aklı içermekte ve bunların şiddetini, yansıyan ışığını ve parlaklığını ifade etmektedir.

Zümer (22)’de “Allah kimin sadrını İslam’a açtı ise, o Rabbinden bir nûr üzere değil midir?” buyrularak nûrun bir hidayet bilgisi içerdiği vurgulanmıştır. Aynı konu Sebe (50)’de “… eğer doğru yolu bulursam, Rabbimin bana vahyettiği şeyledir.” denilmekte ve nûr bu ayette vahyedilen bir bilgi olarak kullanılmaktadır.

Bakara (257) konuyu özetleyen bir tespitle, “Allah iman edenlerin veliysidir. Onları zulmetten nûra çıkarır, fiilen küfür halinde olanlara gelince onların dostu Tağut’tur, onları nûrdan zulmetlere çıkarır.” demektedir. Bakara (257)’den anlıyoruz ki; Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisiyle tercihini yapan halifetullah vasıflı insan, eğer Hakk yolu tercih ediyorsa Allah ona dost olur ve ona esfele safiliyn formatından çıkaracak yolları gösterir, fikirleri ilham eder ve ona “Müstakilen Var ve Muhtar olan ancak Allah’tır” gerçeğini yaşatır; geri dönüşümünü kesmek için de bu hale onu şahit eder. Böylece inanan nûra ve nûrlu yola kavuşur Biiznillah. Ancak o insan, tercihini batıldan yana yaparsa, Allah onu zannlarıyla baş başa bırakır. Oysa zann’lar Hakk olan bir şeyin yerini tutmaz ve bir ilim değildir (Necm-28). Bu durumda onu yöneten Tağut’tur, yani o kişinin duniHi algı ve zann’larıyla “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ve kendisinin uydurduğu müstakilen var ve muhtar güçlerdir. İşte bu inanışın nûru yoktur; bu inanışın kâinatta bir şiddeti ve ışığı yoktur. Çünkü bu inanış biçiminin kendisi “YOK” hükmündedir ve “YOK” olanın nuru olmaz. Bu yüzden bu inanış yansıma vermez karanlıktır, zulmettir. Böylece batılı hayat tarzı olarak seçeni Tağut Ahsen-i Takviym nûrundan çıkarır ve esfele safiliyn karanlığına sabitler.

Anlıyoruz ki; aynı zamanda, nûr Hakk ilim ve aklın, dolayısıyla Billahi anlamda imanın şiddeti, ışığı, parlaması ve yansımasıdır. Bu nûr da Billahi anlamda iman edenlerin sadrlarında süzülür ve takva libasını oluşturur (A’raf-26) ve yüzlerinden de görülür.

“Ben duniHi bir ilahım” iddiasında bulunan ve bu ilahlığına arkadaş olsun diye veya destek ve güç sağlasın diye başka ilahlıklar da ilan edenlere gelince, bu insanların bu tip iddiaları yalnızca bir zann ve isimlendirmeden ibaret (Sebe-22, Fatır-13, Yusuf-40, Necm-23) ve batıl bir inanış (Lukman-30, Hac-62) olduğundan bu tür zann’lar yok hükmündedir (Kehf-27, Cin-22). Bu tür zann’larıyla bu insanlar Allah’a karşı yalan söylüyor ve iftira ediyorlar (Yunus-66, Saffat-86). Böylece yalancılar iflah olmaz bir yola girmişler (Yunus-69). Bu yola girmekle kişi nûrdan ayrı düşmüş, karanlığa gömülmüş ve artık zulmet savunucusu olmuştur. Çünkü, nûr Hakk bilgi ve aklın ışığıdır.

Rasulullah (SAV) Efendimiz, “Salât gözümün nûrudur.” buyurmuşlardır. Bu hadisten de anlıyoruz ki, salât ikamesi göze bir nûr kazandırmaktadır. Mü’minin miracı olan salât ile inanan öyle bilgilerle donanıyor ki, artık onun gözleri Hakk’ı görebilme nûruna kavuşuyor. Bu hadiste nûr salâtın göze verdiği, kazandırdığı ve bununla onu kapladığı bir işlevsel şey olarak anlatılmaktadır.

Nur (35)’teki “Allah Semaların ve Arz’ın nûrudur…” açıklamasına da böyle yaklaşarak kastedileni anlamaya çalışmak da bir yoldur. İlmullah Allah’ın Kendisini Hissetmesi’ni yansıtır, bu yansıma bütün kastedilen nûrların esasını ve kaynağını oluşturur.

Nur (35) ile verilen misali anlayabilmemize yol gösteren bilgiler de şöyledir: Ahzab (46)’da Rasulullah (SAV) Efendimiz nûr saçan bir kandile benzetilmiştir. İbni Mes’ud (ra) da misaldeki lambanın müminin kalbinde olduğunu söyleyerek konuya bir açıklık kazandırmıştır. Ayrıca, Ubey İbni Kâ’b konuyla ilgili “iman eden kimsenin kalbinin misali, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir” açıklaması yapmıştır. Bu çerçevede misali adım adım ele almaya çalışalım.

“O’nun nûrunun misali, içinde lâmba bulunan bir kandillik gibidir. O lâmba kristal bir fanus içerisindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki…”

Mişkat (kandillik) halifetullah vasıflı insanın moleküler yapısının misalidir. Yani kandillik bedendir, kandilde lambanın bulunduğu esas kısım ise, bedenin sadrıdır. Kandillik, kullar arasında kulları fark etmeye, görmeye ve ayırt etmeye sebep olan “Birbirlerine Göre Var” olan halleridir.

Kristal fanus ise, halifetullah vasıflı insanın “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu”nun Kalbı’dır. Bu kalb Allah fıtratı üzere yaratılmış (Rum-30) ve Ahseni Takviym vasıflıdır (Tiyn-4). Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusunun Kalbı kaplamış olması sebebiyle de kristal gibi parlak, inci gibi gizli, özel ve değerli, yıldız gibi kendine has ve hidayete rehberdir. Ahseni Takviym vasıf tamamen Hakk bilgi ve akıl ile donanımlıdır; bu durum da fanus’a kendine has bir nûr kazandırır. Bu fanus insanın “Kendinde Kendine Göre Var” olan halidir, bu halin kaynağı ise “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu”dur; bu her iki hal birlikte insanın nefsini teşkil eder.

Fanus içerisindeki lamba ise, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusunun Kalbının insan vücudundaki irtibat ve yönetim merkezi olan kalbindedir ve bu “Lüb Nûru”dur.

Misbah (lamba) huzur veren bir yansıma, ışıma yapan bir nûrdur. R’ad (28) ayetini hatırlarsak, “Kalbler ancak zikrullah ile huzur bulur” denilmektedir. Lambanın huzur veren ışığını böylece anlamak kolaylaşabilir.

Halifetullah vasıflı insan da yaratılan diğer kullar gibi Allah’ın İlminde, O’nun dileğinin sûretidir (İnfitar-8, Teğabun-3). İnsanın yaratılması dünya hayatı için önce topraktan, balçıktan daha sonra da cenin yoluyla olmuştur (Necm-32). Halifetullah vasıflı insana Allah Ruhundan nefhettiği zaman (Sa’d-72, Secde-9) insan da nûruna kavuşmuştur. Yani, kristal fanus misaliyle anlatılan kalb, “Kayıtlı” olarak kendisini hissetmiş ve bu hissedişin yansıması da onun nûrunu oluşturmuştur. Sonra Rabbimiz o insana “Kendini Bil” emri verince (Hac-5, Mü’minun-14, Secde-9, Sa’d 72, İnfitar-7) Halifetullah vasıflı insan “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu”nu, böylece fark ettiği “Kendinde Kendine Göre Var” halini, yani “NEFS”ini Allah adına ve Allah’ın verdiği yetkiyle “BEN” diyerek takdim etmiştir. Bunların sonucunda da kandillikteki lamba, yani kalbin nûru belirmiştir. Elbette ki, bütün bunlar halifetullah vasıflı insanın Ahseni takviym yapısı için böyledir…

 

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER