Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ümit Demir

VİCDAN OLMAYINCA DÜNYA YARA BERE İÇİNDE…

Ümit Demir 10 Nisan 2017 Pazartesi 13:24:08
 

Her din, her inanç sistemi ve öğreti, müntesibinin yani bağlısı olan kişinin kendi vicdanını temizlemesi ve çalıştırması üzerine binâ edilmiştir. Çünkü kişiyi kötüden, çirkinden, faydasız olandan uyaracak, ayıracak en temel ve en iç mekanizma vicdânıdır. Çünkü değişim önce içte başlar! Kendi beden ülkemizde vicdan uyanışını, vicdan hürriyetini sağlamadan, başkasına adâleti ve huzuru götüremeyiz. Vicdan doğruyu gösterir, akıl ise harekete geçirir.
Aslında aklı da vicdandan bağımsız düşünmemek gerekiyor. Çünkü akıl, aynı vicdan gibi iyiyi ve kötüyü ayırt etmek için bizimle… Kur’an’da geçen “akleden kalp” ifadesini de yine bu minvalde ele alıp düşünmek lazım. Yani vicdan derken kalbin, akleden kalbin, kendini düzeltmiş nefsin (nefs-i levvâme ve nefs-i mutmainne) terkibinden oluşan bir bilinç hâlinden bahsediyorum.
Bilgi, ezberlenmesi gereken verilerdir. Bilgiyi irfâna ve hikmete çevirecek olan ise kişinin vicdanıdır. Din ya da inanç sistemi bize kullanabileceğimiz bilgi verir. Sonrasında ise bunun hayata geçirilmesi, kişinin vicdanıyla doğru orantılı olur. Eğer kalbi, aklı, ruhu, nefsi yeterli düzeyde “açık” ise bu bilgiyi hakkıyla alır ve vicdanı ile layıkıyla hareket eder.
Peki, nasıl olur bu? Kendisine iyiliğin ne olduğu hakkında soru sorana İslâm peygamberi@ şu cevabı vermiştir:
“Kalbine danış. İyilik, nefsin uygun görüp de yapılmasını kalbin onayladıkları; kötülük ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap dese bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeylerdir.”
Kur’an’da ise bu “vicdâna” nasıl ulaşılacağının yolu gösterilir: “Eğer Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşarsanız, size, iyiyi kötüden ayırt eden bir anlayış/bir nur verir.” 8/29
Bilgi, ilk aşamada ezberdir dedim. Edebiyat fakültelerinde teorik bilgiler verilir mesela. Yazarların hayatları, edebî akımlar, şiir ölçüleri, dîvan şiiri, roman tahlilleri ve sâir… Tüm bu bilgiyi alıp da pratiğe dökmek yani bir roman ya da şiir yazabilmek ise kişinin kendi ruhunun, kalbinin, aklının “açıklığı” ile ilgilidir. Kendini yetiştiremeyen, yeteneklerini geliştiremeyen ne kadar çok bilgi sahibi de olsa belli bir noktadan öteye gidemez maalesef.
Kezâ bunun gibi, vicdânını açamayanlar da belli bir seviyeden ötesine geçemezler. Bunun tasavvuf hikâyelerinde de pek çok misâli vardır. Bir hikâyede şeyh efendi, talebelerinin eline bir tavuk vererek kimsenin görmediği yerde onu kesmelerini ister. Sadece birisi bunu yapmaz, nedeni sorulduğunda ise şu cevabı verir: “Siz kimsenin görmediği yerde kesin dediniz ama ben nereye gidersem gideyim orada hep Allah’ı buldum. Bu yüzden de kesemedim…”
Diğer hikâye de buna benzer; dergâhın başındaki pîr efendi, dervişleri ile kıra çıkar ve onlardan kendisine çiçek toplanmasını ister. Gelen her dervişin elinde güzel çiçekler vardır. Ama sadece birisi solmuş bir papatya ile gelir. Pîr, hafif tebessümle “Bana bunu mu layık gördün” deyince derviş mahcubiyetle “Efendim, hangi çiçeğe elimi atsam Allah’ı zikir hâlinde gördüm. Kıyamadım… Sadece bu solmuş papatya zikretmiyordu, onu koparabildim.”
Bu iki hikâyede de görüldüğü gibi bilgi herkes için aynıydı. Yani Allah’ın her an yanlarında olduğu bilgisi ve kâinattaki her şeyin Allah’ı zikrediyor oluşunun bilgisi, bütün talebelere hocaları tarafından öncesinde belki defalarca aktarılmış ve öğretilmişti. Ama bu bilgiyi irfâna ve hikmete çevirebilmek içlerinden sadece birisine nasip olmuştu. Ve tam da o noktada bu iki derviş, emri şeklen yerine getirmek yerine özüne vâkıf olarak yerine getirmiş, bir öğreticinin asıl gâyesi olan ruhu ve fikri eğitmenin nasıl olması gerektiğine güzel birer örnek olmuştu.
Dünya bugün ne yazık ki vicdandan yana büyük bir eksiklik yaşıyor. Cemil Meriç, “Çıkar konuşunca vicdan susar” demiş ya hani! İnsanlık menfaatini düşündükçe, egosuna mağlup, kibriyle mağrur oldukça vicdan hep kapalı kalıyor, hep yara alıyor.
Her kişinin mahşeri, öncelikle kendi vicdanıdır. Hesap günü gelmeden kendimizi hesaba çekmek; vicdânın hassas terazisinde iyiliğimizi, kötülüğümüzü tartmak; namusu, erdemi, ahlâkı önceleyen bir vicdan olgunluğuna kavuşmak sadece ahiretimizi cennetle müjdelemez aynı zamanda da bu dünyamızı da yaşanabilir bir yere çevirir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER