Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

ZEKAT YAZILARI (1) – Kocatepe Gazetesi

Muharrem Günay 12 Temmuz 2011 Salı 03:00:00
  İSLÂM YARDIMLAŞMA VE
DAYANIŞMA DİNİDİR ( 1)
Genellikle ifâde edildiği gibi İslâmiyet bir yardımlaşma dinidir. İslâmiyetten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun kadar bu konuya eğilmemiş yardım anlayışını ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz bu gerçeği, haya-tımızın her anında görüyoruz. Geçmişte olduğu gibi, şimdi de hayatı paylaşan insanlar, aynı düzeyde değillerdir, örneğin zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği, kadını gibi. Böyle insan toplulukları beraber doğup, beraber ölürler. Bu beraberlik “hayat”ın kaynağını oluşturur. Ancak bu farklı insanlar, yaşadıkları süre içinde birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Zenginler bile fakirlere ihtiyaç duyar. Hiç bir zengin benim kimseye ihtiyacım yoktur diyemez. O insan servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır, yani emek olmadan sermaye olmaz. Sermaye sahibi kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç demektir. İnsanların birbirlerine muhtaç olmaları, aralarındaki yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır. Yardımlaşma toplum halinde yaşamanın sonucudur. Cenâb-ı Hakk: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide/2) buyuruyor. Zekat vermenin, güzel söz söylemenin, ve daha pek çok şeyin, iyi olarak kabul edersek, yardımlaşmanın sınırını sonsuz olduğunu anlarız. Yardımlaşmanın konusunun içinde, maldan sevgiye kadar her şey verilebilir. Verme işi bazen zekat fitre gibi mecburi olduğu halde, bazen tamamen isteğe bağlıdır. Bu vermenin sınırı yoktur.Bu yardımın dışında, Müslümanlar birbirlerine sevgi ile bağlanmak zorundadırlar. Yardımın İnsanların ve Toplumların Yaşamlarındaki yaptığı değişiklikler: 1- Yardımla yoksullar korunmuş olur. Onlara yapılan maddi yardımlar, onların hırsızlık gibi kötü yollara sürüklenmesini engeller. 2- Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar.yardımla topluma kazandırılan insanlar kin, haset, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulur, kimsenin malında gözü olmaz. 3- Hz. Muhammed, Müslümanlara yardım edilenin değil, yardım eden kişi olmalarını bildirmiştir. Sıkıntı zamanında Müslümanlardan yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca, alan değil veren kişiler olmaya çalışacaktır. 4- Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, Müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etkendir. Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, saygı bağı kurar. 5-Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur. Fakirlik ve bununla gelen dilencilik ortadan kalkar.
Bismillah: “Zâlikel kitâbü lâ raybe fihi. Hüden lil müttegîne*” (Bakara/2) (O Kitap (Kur’an-ı Kerim)
(Yüce Allah tarafından indirildiğine şüphe götürmeyen ve Allah’tan korkanlar için hidayete götüren bir yoldur.)
Yukarıdaki Bakara suresi 2. âyette Kur’an-ı Kerim’in hidayet yolu ve rehberi olduğu belirtildikten sonra üçüncü âyette:
“Ellezîne yü’minûne bil gaybi ve yügîmûnessalâte ve mimmâ razagnâhüm yünfigûne” (Bakara/3)
“Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan Allah yolunda harcarlar.” Buyrulmaktadır. Bu âyette dikkatimizi çeken en önemli özellik “sahip olduğunuz, kazandığınız mallardan değil de “Bizim size verdiklerimizden Allah yo-lunda harcayın” denilmesidir.
Yine Ra’d suresinde de “Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak olanlardır” ( Ra’d 22) aynı hitabı görü-yoruz. (Ayrıca bak: Hac/41)
“Zenginlik mal çokluğu ile değil, gönül tokluğu iledir.” (İbn Mace, “Zühd”, 9)
Demek ki bu mallar, mülkler, servetler, imkânlar, fırsatlar gerçekte bizim değil­dir. Kazandığımızı, sahibi olduğumuzu sandığımız mallarımızın, servetimizin gerçek sahibi Yüce Allah’tır. Bunları belli kurallar çerçevesinde kullanmak üzere bizlere veren ve emânet eden Allah’tır.. Her şeyin sahibi o’dur. Malın, mülkün, rızkın, hayatın sahibi O’dur. Bir başka yerde:
“Size ne oluyor ki Allah yolunda malları harcamı­yor­sunuz! Göklerin ve yerin mîrası zaten Al­lah’ın değil midir? Sonunda hepsi O’na kalmayacak mıdır?”deniliyor.(Hadîd: 10)

ZEKAT YAZILARI
Muharrem Günay
ZEKÂT FAKİRİN DOĞAL HAKKIDIR (2)

Zekât, İslam’ın beş şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. O bakımdan inkârı küfür, terki büyük günahtır.
Zekât’ın Hicri ikinci yılda veya Ramazan Orucu’nun farziyetinden sonra farz kılındığı belirtilmektedir. “İkinci yılında farz kılınmıştır” diyenler ise, çoğunluktadır.
İslâm’ın beş temel esasından birisi olan Zekât, sözlükte; bereket, temizlik, üreme, çoğalma ve övme anlamına gelir. Bir fıkıh terimi olarak şöyle tanımlanır: Para, altın ve gümüş ile belli mal çeşitlerinin belirli bir bölümünü, Allah Teâlâ’nın belirlediği bir kısım Müslümanlara zekât niyetiyle mülk olarak vermektir.
Kur’an-ı Kerim’de Mü’minin özellikleri anlatılırken şöyle buyurulur: “ Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler…” (Hac 22/41)
“Allah’a ve peygamberine iman edin! Ve sizi ha­lef kıldığı mallardan Allah yolunda harcayın!” (Hadîd:7)
Allah’ın bizi halef kılması; birinin arkasından bir başkasının ge­lip sahip olması demektir. Bugün birinin cebindeki para, dün bir baş­kasının cebindeydi. Bugün birinin tohum attığın tarlaya, dün bir baş­kası tohum atıyordu. Bugün birinin bindiği araba, dün bir başkasına aitti, yarın da bir başkasına ait olacaktır. Bugün size yağmur gönderen bulut dün başkalarına hizmet ediyordu. Bugün size süt veren inek dün başkalarına hizmet ediyordu.
Bir zamanlar sultan iken İbrahim Ethem hazretlerinin sarayının önüne bir derviş gelir ve başlar saray nöbetçileri ile “İllâki ben bu handa bu gün misafir olacağım” diye münakaşa etmeye, münakaşayı duyan İbrahim Ethem Hazretleri dervişi çağırır ve:
—Ey Adam! Buranın bir han değil bir saray olduğunu görmezmisin? Der. Derviş sorar:
Bu sarayda sizden önce kim kalıyordu? Sultan cevap verir:
—Babam.
—Ondan önce kim kalıyordu?
—Dedem. Ondan da önce?
—Onun da babası. Bu cevaplar üzerine derviş derki:
—Bu kadar insanın konup geçtiği bu yer han değil de nedir?
Mevlâna Dünyanın Gerçek Yüzünü Şöyle İfade Eder:
”Bu dünya hayatı, rüyâda define bulmaya benzer. Sabah kalkınca ne define kalır, ne de başka şey!.. Ölümle daldığı uykudan uyanmış bulunan insanoğlu da hakikat ile rüyayı birbirinden ayırır ama nâfile!.. Elde bir şey kalmamıştır”.
Mesnevî’de, bu dünyaya dalanların boş hayal ve hülyalarla, paha biçilemez ömürlerini nasıl heder ettikleri de şöyle tasvir edilmektedir:
”Dünyaya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”

Ya Mallar Bizi Terk Edecek Ya da Biz Onları Terk Etmek Zorunda Kalacağız

Bu gün sahibi olduğumuz mallar dün bir başkasına aitti. Dedelerimizindi; onlara da babalarından kalmıştı. İstesek de istemesek de, versek de vermesek de bilelim ki; bir gün ya o mallar bizi terk edecek, ya da biz onları terk etmek zorunda kalacağız. Ya bir iflasla, bir felâketle o mallar bizi terk edecek, ya da bir ölümle biz onları bırakıp gideceğiz. Bu iki seçenekten başka bir imkânımız yoktur.

Yukarıda meali verilen Hadid suresi 7. ayetteki İnfakın anahtarı istihlaf kelimesidir. İstihlaf, Hulf, halife kelimelerinden meydana gelir. Yeryüzünde bizi kendi halifesi olarak yaratan Allah, Bizden halifesi ve vekili olarak, yarattıklarından infak etmemizi emrediyor. Bu nedenledir ki; yeryüzünde tüm mahlûkata karşı, özellikle de insanlara karşı tam manasıyla ilahi sıfatların temsilcisi gibi hareket etme durumundayız. Sanki bir müessesenin vekil harcı gibi çevremizdeki herkesin ihtiyacını gidermekle yükümlüyüz. Böyle olmasaydı Allah “ İnfakı, size verdiğim nimetlerden verin.” Emrini bu tarzda açıklamazdı. Kur’an’da: “Size ne oluyor ki Allah yolunda malları harcamı­yor­sunuz! Göklerin ve yerin mîrası zaten Al­lah’ın değil midir? Sonunda hepsi O’na kalmayacak mıdır?”deniliyor.(Hadîd suresi: 10) Allah’ın yarattığı ve bize emanet olarak verdiği nimetlerden gerektiği gibi infak etmezsek, halifelik görevini yerine getirmemiş oluruz.
Zekâta, müminlerin Yüce Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlerinden dolayı “sadaka” da denilmiştir. Bununla birlikte sadaka kelimesi zekâttan daha geniş anlamlı olup, vacip ve nafile kabilinden olan bağışları da kapsamına alır. Zekâtın tarım ürünlerinden alınan çeşidine “öşür” denir. İslâm’da zekât, asla devlete ödenmesi gereken bir vergi değil, İslâm’ın öngördüğü bir “Sosyal güvenlik” ve “Sosyal adalet” kurumudur. Bizzat toplumun, fakru zaruret içinde bulunan insanların hayat ve yaşayışını teminat altına alması demektir. Zekât, yegâne mal ve mülk sahibi olan Allah’ın bazı insanlara emanet olarak verdiği mallardan ayırıp vermek zorunda oldukları fakirlerin en doğal hakkıdır.
Bela Sadakanın Önüne Geçemez
Diğer bir hadis-i Şerifte ise: “Sadakanın en değerlisi; fakirin gücü nispetinde gizlice başka bir fakire verdiği sadakadır” buyrulmuştur.“İnanan insanın zekât ve sadaka vermede acele etmesi gerekir, zira bela sadakanın önüne geçemez.” (Feyz’ül Kadir, 3/195) Sevgili Peygamberimiz: “Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah Teâlâ yedi insanı Arşın gölgesinde barındıracaktır. (Bunlardan biri de), sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği kadar sadaka veren kimsedir.” (Buhari, Ezan 36, Zekât 16; Müslim, Zekat 91)

ZEKAT YAZILARI

ZEKÂTIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI (3)

Bir kimsenin zekat vermekle mükellef olması için, kendisinde ve sahip olduğu mallarda bir takım şartların bulunması gerekir.

Mal Sahibinde Bulunması Gereken Şartlar

1.Müslüman olmak.
2.Ergenlik çağına gelmiş olmak.
3.Akıllı olmak.
4.Hür olmak
5.Mal tutarı kadar borcu olmamak veya borcu çıktıktan sonra, kalan malı nisap miktarından az olmamak.
Müslüman olmayanlara, ergenlik çağına gelmemiş çocuklara, delilere ve hürriyeti elinde olmayan kölelere zekât düşmez. Şafilere göre çocukların ve delilerin mallarından zekât vermek gerekir. Bu görevi, velileri yerine getirir.

Malda Bulunması Gereken Şartlar

1.Malın, nisap miktarı olması.
2.Malın, artırıcı olması.
3.Nisap miktarı malın üzerinden bir kameri yıl (354 gün) geçmiş olması. Malın senenin başında nisap miktarında olması gerektiği gibi sene sonunda da nisap miktarınca olması gerekir. Sene ortasındaki değişmeler dikkate alınmaz.

Nisap Miktarları

Altın: 80.18 gr. (20 miskal)
Gümüş: 561 gr. (200 dirhem)
Para: Altın veya gümüş nisabı tutarında para.
Ticaret malı: Altın veya gümüş nisabı değerinde mal.
Koyun ve keçi: Kırk koyun ve kırk keçi.
Sığır: Otuz sığır.
Deve: Beş deve.

Aslî İhtiyaçlar

Bir insanın ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin muhtaç olduğu temel ihtiyaç maddelerine “Havaic-i asliye=Aslî ihtiyaçlar) denir.
Oturulan evler, lüzumlu ev ve giyim eşyası, binek vasıtaları, ticaret için olmayan kitaplar, sanatkârların aletleri, bir yıllık nafaka, temel ihtiyaçlardır. Bunlar için zekat verilmez.
Altın ve gümüş dışındaki ticari olmayan elmas, inci, zümrüt gibi mallar için zekat verilmez. Bir kimseye ait olduğu halde elden çıkan ve geri dönme ihtimali olmayan mallar için de zekat verilmez.
İnkar edilen alacaklar, kaybolan mallar günün birinde tekrar ele geçerse üzerinden bir yıl geçtikten sonra zekatları verilir.
ZEKAT YAZILARI
YAZIKLAR OLSUN O MÜŞRİKLERE Kİ ONLAR ZEKÂT VERMEZLER (4)
Yüce dinimiz İslâmiyet toplumun, yakından uzağa doğru kendi bireylerinin hayat ve refahını bir ibadet aşk ve şuuru içinde temin etmesini “farz kılarak” bu vazifeyi İslâm’ın şartı haline getirmiştir. Şunu da unutmayalım ki, Müslüman bir toplumda, bir Müslüman açlık ve sefaletten dolayı ölürse, onun ölümünden başta idareciler ve bütün Müslümanlar sorumlu olmakla beraber, öncelikle zekâtını vermeyen veya zekât borcunu tam ödemeyen bütün zengin Müslümanlar sorumlu olur. Böyle bir durumda yukarıda zikredilen kesimlerin tamama katil sayılır.
İslâmiyet, birikimin ve paranın toplumun menfaati ölçüsünde üretimde kullanılmasını ve sermaye piyasasının canlanmasını öngörür. Çalışmayan para ve servet zekâtla törpülenerek belirli bir noktaya kadar küçültülür, zekatla sermaye piyasası canlanmış olur. İşin özü zekat, parayı işletmeyi teşvik eder. Aksi halde işletilmeyen altın, gümüş ve nakit zekatla yontularak piyasaya aktarılmış olur.
Kur’an-ı Kerim’de. Zekât, 28’i namazla birlikte olmak üzere 32 yerde zekât emri bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli ayetlerde geçen “infâk” emri zekâtı da kapsamaktadır. Zekât verme emrinin “egimissalate ve êtüzzekat biçiminde namazla birlikte emredilmesi önemi açısından ayrıca dikkate değerdir.
Yüce Allah, “Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara/3)Dedikten sonra yine Bakara suresi 110 ve 261. ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: “Namazı gereği gibi kılın. Zekâtı verin ve hayır işlerden nefisleriniz için önden her ne gönderirseniz, Allah katında onun sevabını bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görücü ve karşılığını vericidir.” (Bakara/110)
“Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren ve her başakta yüz dâne bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah her kime dilerse ona kat kat verir.” (Bakara 261) “…Yazıklar olsun o müşriklere ki, onlar zekat vermezler ve ahireti de inkar ederler “ (Fussilet suresi 6-7)
Yine sevgili peygamberimiz bir gün etrafındaki ashabına: “Altı konuda bana söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefil olayım“ Buyurduklarında; Eshap: “Ey Allah’ın Resulü onlar nelerdir? Dediler.
Resulü Ekrem Efendimiz: “Namaz, zekat ve emanete riayet, nefsi zinadan, mideyi haramdan, dili kötü sözlerden korumaktır” cevabını verdiler. (Feyz’ül Kadir C: 2 Sayfa: 95 (Et-tergib ve’t terhib C:1, sayfa: 246)
Zekât: bir nevi Allah’a ödünç vermedir. Verilen bu sadakanın karşılığını Allah kat kat verecektir. Nitekim bir Ayeti Kerimede şöyle buyrulmaktadır;
“Eğer Allah’a güzel bir borç verirseniz Allah onu size kat, kat öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını verendir, Halim’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir)” (Tegabun: 67/17)
Kainatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz ise, zekat konusunda şöyle buyuruyor: “Mallarınızı zekatla koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin. Bela dalgalarına dua ve tazarru- Allah’a yalvarma ve yakarma- ile karşı koyun.”
Kur’an-I Kerim’de Kurtuluşa Erecek Müminlerin Özellikleri Sayılırken;

“Onlar ki, zekâtı öderler” (Müminun,22/4) “Kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.” (Bakara,2/3) denilmektedir.
Zekât, Allah’ın buyruğuna uymanın açık bir işareti ve fiili bir şahididir. “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve yerden sizin için çıkardıklarımızdan Allah yolanda harcayın” (Bakara,2/267)
“Herhangi birinize ölüm gelip de ,”Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! Demeden önce, size verdiğimiz rızktan harcayın“ (Münafikun,63/10) anlamındaki ayetler bu gerçeği belirtmektedir.
Zekât, Allah’ın rızasını kazanmanın, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmenin yoludur. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde; Allah yolunda yapılan her iyi ve güzel davranışın karşılığını vereceğini belirterek şöyle buyurmaktadır.

“Allah müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tövbe,9/111) Zekât, Allah’ın verdiği nimetlere şükrün ifadesidir.
“Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır.” (Bakara/267)

ZEKAT YAZILARI
ALLAH’IN VERDİKLERİNDEN ALLAH YOLUNDA HARCAYIN (5)
Genellikle ifâde edildiği gibi İslâmiyet bir yardımlaşma dinidir. İslâmiyet’ten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun kadar bu konuya eğilmemiş yardım anlayışını ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz bu gerçeği, hayatımızın her anında görüyoruz. Geçmişte olduğu gibi, şimdi de hayatı paylaşan insanlar, aynı düzeyde değillerdir, örneğin zayıfı, güçlüsü, fakiri, zengini, erkeği, kadını gibi. Böyle insan toplulukları beraber doğup, beraber ölürler. Bu beraberlik “hayat”ın kaynağını oluşturuyor. Ancak bu farklı insanlar, yaşadıkları süre içinde birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Zenginler bile fakirlere ihtiyaç duyar. Hiç bir zengin benim kimseye ihtiyacım yoktur diyemez. O insan servetini çalıştırdığı insanların gücü ile kazanır. Zira kimi çalıştırıyorsa ona muhtaç demektir. İnsanların birbirlerine muhtaç olmaları, aralarındaki yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya çıkarır. Yardımlaşma toplum halinde yaşamanın sonucudur. Cenâb-ı Hakk: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Zekat vermenin, güzel söz söylemenin, ve daha pek çok şeyin, iyi olarak kabul edersek, yardımlaşmanın sınırını sonsuz olduğunu anlarız. Yardımlaşmanın konusunun içinde, maldan sevgiye kadar her şey verilebilir. Verme işi bazen zekât fitre gibi mecburi olduğu halde, bazen tamamen isteğe bağlıdır. Bu vermenin sınırı yoktur. Bu yardımın dışında, Müslümanlar birbirlerine sevgi ile bağlanmak zorundadırlar. Yardımın İnsanların ve Toplumların Yaşamlarındaki yaptığı değişiklikler: 1- Yardımla yoksullar korunmuş olur. Onlara yapılan maddi yardımlar, onların hırsızlık gibi kötü yollara sürüklenmesini engeller. 2- Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar. Yardımla topluma kazandırılan insanlar kin, haset, düşmanlık gibi kötü huylardan kurtulur, kimsenin malında gözü olmaz. 3- Hz. Muhammed, Müslümanlara yardım edilenin değil, yardım eden kişi olmalarını bildirmiştir. Sıkıntı zamanında Müslümanlardan yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca, alan değil veren kişiler olmaya çalışacaktır. 4- Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, Müslümanların güçlü olmalarında, birlik ve beraberlik içinde bulunmalarında en büyük etkendir. Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, saygı bağı kurar. Zekât Zenginle Fakir Arasında Bir Köprüdür; Zenginle yoksulu birbirine yaklaştırır, aradaki sevgi ve saygı bağlarını güçlendirir. Geliri bulunmayıp, çalışmaktan âciz olanlara normal bir hayat sürme imkânı sağlar. Zekât, zengini bencillik, cimrilik, mala ve servete karşı aşırı hırs, katı kalplilik gibi nefsanî hareketlerden ve kötü alışkanlıklardan korur, cömert ve eli açık yapar. Zekât malı azaltmaz, aksine bereketlenmesine ve artmasına vesile olur. Zekat, meyve ağaçlarında ve üzüm bağlarındaki yoz filiz ve dalları budamak gibidir5-Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur. Fakirlik ve bununla gelen dilencilik ortadan kalkar.
.Bizim Size Verdiklerimizden Allah Yolunda Harcayın
” O Kitap (Kur’an-ı Kerim) Yüce Allah tarafından indirildiğine şüphe götürmeyen ve Allah’tan korkanlar için hidayete götüren bir yoldur.” (Bakara,2)
Yukarıdaki Bakara suresi 2. âyette Kur’an-ı Kerim’in hidayet yolu ve rehberi olduğu belirtildikten sonra üçüncü âyette: “Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan Allah yolunda harcarlar.” Buyrulmaktadır. Bu âyette dikkatimizi çeken en önemli özellik “sahip olduğunuz, kazandığınız mallardan değil de “Bizim size verdiklerimizden Allah yolunda harcayın” denilmesidir. Yine Ra’d suresinde de aynı hitabı görüyoruz:“Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak olanlardır” (Ra’d 22)
Demek ki bu mallar, mülkler, servetler, imkânlar, fırsatlar gerçekte bizim değil­dir. Kazandığımızı, sahibi olduğumuzu sandığımız mallarımızın, servetimizin gerçek sahibi Yüce Allah’tır. “Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi…” deyişinde olduğu gibi bunları belli kurallar çerçevesinde kullanmak üzere bizlere veren ve emânet eden Allah’tır. Her şeyin sahibi O’dur. Malın, mülkün, rızkın, hayatın sahibi O’dur. Bir başka yerde: “Size ne oluyor ki Allah yolunda malları harcamı­yor­sunuz! Göklerin ve yerin mîrası zaten Al­lah’ın değil midir? Sonunda hepsi O’na kalmayacak mıdır?”deniliyor.(Hadîd: 10)
Yüce Allah yukarıda mealini ayette bize şöyle sesleniyor: Ne zannediyorsunuz yani? Ölümle birlikte maddî anlamda bir şey götüremediğimize göre sonunda semâvat ve arzın mirası Allah’a kalmayacak mı? Yâni tuttu­klarımız, öptüklerimiz, sarıldıklarımız, kasalarda, bankalarda sakladıklarımız, kimseye zırnık koklatmadıklarımız, hattâ yemediklerimiz, içmediklerimiz peki sonunda kime kalacak bunlar? Allah’a kalacaksa sonunda niye vermiyorsunuz? Niye bunu anlamaya yanaşmıyorsunuz? Diyor.

ZEKAT YAZILARI
Muharrem Günay Sıddıkoğlu
ZEKÂT VERMEYENLERİN DURUMU (6)
Cenâb-ı Hakk, ayetlerde malının zekatını vermeyenleri şöyle uyarmaktadır: “Bir de altın ve gümüşü biriktirerek onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu? İşte onları çok acıklı bir azapla müjdele.” (Tevbe/34) Bu âyette geçen “Malı Allah yolunda infak etmekten” maksat, malın zekatının verilmesidir.
“Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline! O, malının, kendisini ebedîleştirdiğini sanır. Hayır! Andolsun ki o, Hutâme’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu sen ne bileceksin? O, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir. Şüphesiz uzatılmış direkler arasında (bağlı oldukları hâlde) ateş onların üzerine kapatılacaktır. “(Hümeze suresi 1-9)
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “Allah’ın verdiği mal ve servetin zekâtını vermeyen kimsenin bu malı kıyamet günü başındaki saçları dökülmüş, iki tane çengelli zehir dişi bulunan bir yılan şekline girer ve sahibinin boynuna dolanır, sonra da çengelli dişlerini adamın kulak altlarına saplayarak, “Ben senin sağ iken yığıp biriktirdiğin malım” der.
Yine Sevgili Peygamberimize ifadesine göre: “Mümin bir kimsede iki özellik bir arada bulunmaz. Bunlar cimrilik ve kötü ahlaktır.” (Nesâi, “Cihad”, 8)
Zekat Vermeyenin Namazı Kabul Olmaz
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin” emri, sık sık, ikisi bir arada geçmektedir. Bunun hikmeti namazın Allah’a karşı yerine getirilmesi gereken bir emir zekatın ise aynı zamanda kullara karşı yerine getirilmesi gereken bir görev olmasındandır. Bu iki ibadet bütün ibadetlerin temeli ve özüdür. Yüce Allah, “Namazı dosdoğru kılın, zekatı da verin” buyurmaktadır. Bu ayete göre, namaz ile zekat arasında bir ilişki vardır ve zekatını vermeyenin namazı kabul olmaz. Çünkü zekatını vermeyen zengin, fakirin hakkını gasp etmiş ve haram yemiş demektir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: Beş şeyi yapmayı kaçınan kimseden Allah şu beş şeyi esirger:
1. Mal ve servetinin zekâtını vermekten kaçınan kimsenin mal ve servetini Allah tabi afetlerden korumaz. 2. Toprağından çıkan mahsullerin vergisini vermeyen kimsenin Allah bütün kazancının bereketini alır. 3. Yoksul ve düşkünlere yardım eli uzatmayan kimsenin duasını Allah kabul etmez. 4. Kendi nefsinin ıslahı için dua etmeyen kimsenin duasını Allah kabul etmez. 5. Camide cemaatle birlikte namaz kılmanın zevkini tadamayan kimsenin Allah inancını olgunlaştırmaz.
Cehennem Zebanilerinden Hariş adında bir akrep vardır. Kıyamet koptuğunda Mahşer yerinde gezinirken Cebrail (A.S.) Hariş’e rastlar ve “Nereye gidiyorsun ey Hariş?” Diye sorar. Akreplerin başı, “Arasat meydanına gidiyorum. Allah’ın emri ile; namazını terk edenleri, zekatını vermeyenleri ve ana babasına karşı gelenleri yakalayıp Cehenneme atacağım” diye cevap verir.
Bir gün Allah’ın Resûlü: “Ölülerin toplantılarında bulunmayın” buyurdu. Dinleyenlerden birisi: “Bu ölüler kimdir?” diye sorunca; Peygamber Efendimiz (SAS), “Zekat vermekten kaçınan zenginlerdir” buyurdu.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Cenneti gördüğümde baktım ki, Cennetliklerin çoğunu (sabreden) fakirler doldurmuş; Cehennemi gördüğümde baktım ki; Cehennemliklerin çoğunu, malının zekatını vermekten kaçınan zenginler oluşturmuş.” Yine Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “Yazıklar olsun zekatını vermeyip te fakirlerin hakkını yiyen zenginlere! Kıyamet günü fakirler şöyle haykırırlar: “Ey Rabbimiz! Zenginler üzerlerine borç kıldığın zekâtı vermeyerek, bizim haklarımızı gasp edip bize zulmettiler.”
Bunun üzerine Ulu Allah da şöyle hitap edecektir: “Ululuğum ve yüceliğim hakkı için zekâtını vermekten kaçınan zenginleri çetin azaba uğratarak, sizi de kendime yaklaştıracağım.”
Yine bir başka ayette ise:
“O gün ki bunlar, üzerlerinde (yakılacak) cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak, İşte bu (denilecek) Nefisleriniz için toplayıp sakladıklarınız. Artık saklayıp istifçilik ettiğiniz bu nesneleri (mal ve servetin acısını haydi) tadın “(tevbe 34-35 ) buyrulmaktadır.
Zekat ve sadaka konusunda gevşeklik gösterilmemesine dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyuruyor:
“Cimrilikten ve (mala, servete karşı) ihtirastan korununuz. Çünkü, cimrilik sizden evvel geçenleri helak etmiş, onları kan dökmeye, haramı helal görmeye sevk etmiştir.” (Riyazüssalihin 1/584)
Bu konuda yine sevgili Peygamberimiz : “Fakirlik neredeyse kâfirlik olacaktı!“ buyuruyor.
“Kesenin ağzını bağlama, senin de rızkın bağlanır. (yani cimrilik etme) İnfak et, sayma (sayarsan) sana da sayı ile verilir. Malını kilere kapatma, (kapatırsan) Senin de rızkın kapanır.” (Buhari ve Müslim)

ZEKAT YAZILARI

ZEKATINI VERENLER ALLAH’IN CEMÂLİNİ MUTLAKA GÖRECEKLERDİR (7)
Münafıkların ve mürâilerin durumlarının anlatıldığı Maun suresinde “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarında gafildirler” hitabından sonra özetle şöyle denilmektedir: “Din gününü yalan sayanı görüyor musun? İşte yetimi itip kakan; yoksulu doyurmayı özendirmeyen odur… Yazıklar olsun o namaz kılanlara… Onlar namazlarından gafildirler… Onlar gösterişçilerin tâ kendileridir… Zekâtı da menedenler onlardır.”
İşte bu sûreye göre münkir ve münafığın özellikleri:1-Yetimi itip kakmak 2-Yoksulu doyurmayı özendirmemek 3-Namazdan gafil olmak 3-Gösterişçi olmak 4-Zekâtı menetmek.
Görüldüğü gibi bu beş özellikten üçü garip, fakir, yetimlerle, yardımlaşma ve zekatla ilgili… Peki el-Beled suresinin 10–17 ayetleri ne söylüyor:
“Biz ona iki yol gösterdik . Fakat o sarp yokuşa saldıramadı. Nedir sarp yokuş biliyor musun? Köleleri hürriyete kavuşturmaktır. Açlık günlerinde açları doyurmaktır. Yakındaki yetime, toprakta sürünen bir yoksula sonra da iman edenlerden birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır.”
İsra sûresi 26. ayette ise: “Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver” buyrulur. Buradaki haktan kasıt zekâttır. Çünkü zekât, bizim verip vermemekte serbest olduğumuz bir ibadet olmayıp, bizzat vermek zorunda olduğumuz fakirin hakkıdır.
Yüce Kur’an’da akrabanın, yoksulun hakkını verenlerin öbür dünyada Allah’ın cemalini görmek şerefine nâil olacakları haber verilmekte ve şöyle buyrulmaktadır:
“Haydi akrabaya, yoksula, yol oğluna hakkını ver. Bu ALLAHIN CEMÂLİ’Nİ dilemekte olanlar için hayırlıdır ve onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olacaklardır.” (Rum/38)
Ayet çok açık değil mi? ALLAHIN CEMÂLİ’ni dileyenler, yani ALLAHA ULAŞMAK ve ONU GÖRMEK isteyenler, yani kendileri için Miraç talebinde bulunanlar, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa haklarını verecekler. Yüce Kur’an “hak”larını ver diyor. Yani verilen onların hakkı olandır. Yüce Kur’an güvence veriyor. Diyor ki: “Onlar korktuklarından emin olacaklar; umduklarına erişeceklerdir.”
Yine Yüce Kur’an’a bakalım. el-İnsan ed-Dehr suresi:
“Sevdiklerinden vererek yoksulu, yetimi, tutsağı doyururlar. Biz ancak Allah’ın cemali için yediriyoruz, sizden karşılık da beklemiyor, alkış da…”
Miraç, Hz. Peygamberin şahsında insanoğlunun ulaştığı en yüce mertebedir. Sevgili Peygamberimiz Miraç’ta Yüce Yaratan ile vasıtasız görüşmüştür. İnsanoğlunun bir diğer şansı da Cennette Yüce Allah’ın cemalini görmek olmasıdır. Yüce Allah’ın cemalini kimler görecektir. Yukarıdaki ayetlerde bunun cevabı verilmektedir.
Rum suresi 38. ayette: “Allah’ın cemalini görmek istersen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver” den ilmektedir. Yâni akrabaya, yoksula, yolda kalmışa iyilikte ihsanda bulunanlar, infak edenler, zekatlarını verenler öbür dünyada Allah’ın cemalini göreceklerdir.
Mirac insanın ulaştığı, ulaşabildiği ve ulaşılabilecek en yüce dereceydi. Sevgili Peygamberimiz bu makama, dereceye nasıl ulaşmıştı? Hangi işi, hangi ibadeti, hangi eylemi ile Allah’ın cemalini görmeye hak kazanmıştı?
Allah, Elçisine kendisi ile elçisiz doğrudan görüşme fırsatını niçin vermişti? O’nu en yüce noktaya, Cebrail’in bile yücelemediği noktaya niçin yüceltmişti?
Sevgili Peygamberimizin yolundan gidenlere de aynı yücelik verilecek mi? Yani Allah’ın didârı, cemali, Allah ile kavuşma, O’na inananlar için mümkün mü? Mümkünse nasıl, hangi yol ve hangi yöntemle?
Bu soruların karşılığını Ahmet Yesevi, Hikmet’inin hemen başında veriyor.
Sözü söyledim, kim isterse Allah’ı görmek
Canını canına bağlasın, damarlarını eklesin
Garip, yetim, fakirlerin gönlünü alsın.
Garip, fakir, yetimlerle Elçi ilgilendi
O gecede Mirac oldu Allah’ı gördü
Döndü geldi yine fakirlerin halini sordu.
Ahmet Yesevi hazretleri Hikmetli Divanında dediği gibi: “Kim Allah’a ulaşmak istiyorsa… Garip, yoksul, yetimlerin gönlünü alsın…” Allah’ın kendisine verdiği malları yine Allah yolunda ve Allah’ın emrettiği gibi harcasın, zekâtını, sadakasını versin ve bu sâyede Allah’ın dîdarını ve cemâlini görsün.
ZEKAT YAZILARI
Muharrem Günay Sıddıkoğlu
ÜMMETİMİN BOZGUNLUK SEBEBİ MAL TUTKUSUDUR (8)

Sevgili Peygamberimiz: “Her ümmetin bir bozgun sebebi vardır. Benim ümmetimin bozgun sebebi de maldır” buyuruyor. Yine bir başka hadis-i şerifte: “Kişinin mala düşkünlüğünün dinine getirdiği zarar, sürü içine dalmış kurtların koyunlara getireceği zarardan daha büyüktür” diyor.
Cenâbı Hakk Kur’an-ı Kerim’de zekatın verilmeyişini yeryüzünde bozgunculuk ve fitnenin, anarşinin, terörün, kargaşanın çıkmasının sebepleri arasında göstermiştir:
“Allah sana verdiği gibi sen de ver, yeryüzünde bozgunculuk çıkarma” (Kasas 28/77)
Birbirinin tez-antitezi olan Kapitalizmin ve Komünizmin serüveni araştırıldığında ikisinin de bu sürecin ürünü oldukları görülür. Onun için yüce Allah bu sürecin ülkeleri helake götürdüğünü belirterek şöyle buyurur:
“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur, biz de orayı yerlebir ederiz” (İsra 17/16).
İnsanlar sahip oldukları zenginliği iyilik ve ıslah etmek için değil de, acımasızlık, adaletsizlik, haksızlık, ahlaksızlık, ayrımcılık, zorbalık gibi . kötülükler için kullanırlarsa ifsad ettikleri toplum sünnetullah gereği çok geçmeden yıkılır.
“Allah, bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı” (Nahl 16/112).
“Biz, refahından şımarmış nice memleketi helâk etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir. Onlara biz vâris olmuşuzdur” (Kasas 28/58).
Sevgili Peygamberimiz dinin şahsi menfaatlere ve dünyalık biriktirmeye alet edilmemesi ve dinin kullanılarak insanların aldatılmaması konusuna da değinerek şöyle demektedir:
“Kıyamete yakın öyle topluluklar gelecek ki onlar dini midesine alet edecekler, sözleri şekerden tatlıdır. Fakat kalplerinde bir canavar gizlenmiştir. Adalet-i ilahiyenin tecelli edeceği gün Allah (CC) onlara şöyle hitap edecektir:
“Siz benimle mi gurura kapıldınız, yoksa bana karşı mı cüretkâr davrandınız.” Tirmizi)
Başka bir hadislerinde ise:
“Allah’a yemin ederim ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum. Sizin adınıza beni korkutan şey şudur:
“Sizden önceki topluluklar gibi dünya nimetleri ve imkânları önünüzde birikecek ve bu nimetler yüzünden çekişme ve didişmeye gireceksiniz de önceki topluluklar gibi mahvolacaksınız.”
Nitekim Halife Osman döneminin dünya malına düşkünlüğünü gören büyük sahabelerden Abdurrahman b. Avf şöyle diyordu:
“Bizler zorluk ve ıstıraplarla denendik sabredebildik de, bolluk ve refahla denenince başarılı olamadık.” (İbn. Mübarek, Kitabu’z- Zühd, 182)

Zekat ve sadaka konusunda gevşeklik gösterilmemesine dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyuruyor:
“Cimrilikten ve (mala, servete karşı) ihtirastan korununuz. Çünkü, cimrilik sizden evvel geçen

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti