- Haberler
- Hayatın İçinden
- Afyonlu Profesörün Film Gibi Hikayesi: 14'ünde Gelin, 50'sinde Profesör
Afyonlu Profesörün Film Gibi Hikayesi: 14'ünde Gelin, 50'sinde Profesör
1973 Bolvadin doğumlu Prof. Dr. Hatice Güneş'in ilgi çekici hayat hikayesi Milliyet Gazetesi'nde yer aldı. 14 yaşında evlenip 'Anadolu Gelini' olan Hatice Güneş şimdi Profesör olarak öğrenci yetiştiriyor
Milliyet Gazetesi'nden Betül Topaklı'nın haberinde şu bilgilere yer verildi:
Annesi vefat ettiğinde 5, babası öldüğünde 7 yaşındaydı. Çok başarılı bir öğrenciydi ve okumak istiyordu ancak "Anne-baban yok, yalnızsın" deyip 14 yaşında evlendirdiler. Anadolu'da kadın ve gelin olmanın tüm zorluklarını yaşadı ancak hiç pes etmedi. İşte yarım kalan eğitimini yıllar sonra tamamlayan Hatice Güneş'in profesörlüğe uzanan başarı hikâyesi.
Hatice Güneş, 1973 yılında Afyon Bolvadin'de doğdu. Bir kardeşi olan Hatice annesini 5, babasını 7 yaşındayken kaybetti. İki büyük acıyı bir anda yaşayarak öksüz kalan Hatice ve kardeşi Afyon Bolvadin'de yaşayan anneannesinin yanına taşındı. Hatice okulda çok başarılı bir öğrenciydi. Ortaokul bitirdikten sonra sınava girdi. Aldığı puanla sağlık meslek ve askeri liselere girebiliyordu. Ancak o eğitimine devam edemeyecekti. Çünkü 14 yaşında evlendirildi. Yaşıtları lise 1'e giderken Hatice gelinlik giydi ve çocuk gelin oldu. Hatice o günleri şöyle anlattı:
“Anadolu'da özellikle Bolvadin'de o yıllarda çok erken yaşta evlendirmek gibi yaygın kanı vardı. Bana, 'Seni kim okutacak, arkanda kim duracak? Anne-baban yok, yalnızsın' dediler. Ben de evlendim. Evlendikten sonra kayınvalidemle beraber oturdum ve Anadolu'da kadın ve gelin olmanın tüm zorluklarını yaşadım. Benim için çok zor bir süreçti. Çünkü gelin gittiğiniz ailenin her hizmetini yapmakla artık siz mükellefsiniz. Anadolu’da herkes oturmalı, sadece siz herkese hizmet etmelisiniz gibi bir anlayış var. Evlendiğim yıl dışarıdan açık lise okumak istedim ama eğitime sıcak bakmayan aile yapısı nedeniyle devam edemedim.”
MEMURLUK SINAVI HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
Aradan 13 yıl geçti ve bu süreçte Hatice’nin iki çocuğu oldu. Onları en iyi şekilde büyüten Hatice’nin hayatını değiştirecek gelişme ise 1999 yılında memur sınavı ilanıyla yaşandı. Çünkü ortaokul mezunları da sınava alınacak ve alt görevlerde memur kadrosunda istihdam edilecekti. Sınavda hiçbir şekilde mülakat olmayacak, herkesin aldığı puanla atamaları yapılacaktı. Giriş ücretliydi. Hatice de o dönemlerde yaptığı el emeği iğne oyalarını satarak sınava girdi. 94 puan alarak Türkiye 195'incisi olan Hatice, Afyon Bolvadin’de bulunan Adalet Meslek Lisesi'nin hizmetli kadrosuna atandı. Artık bir işi ve dolayısıyla geliri vardı ve yarım bıraktığı eğitimine devam edebilirdi.
LİSEYİ AÇIKTAN BİTİRDİ, SINAVDA SÖZELDE BİR YANLIŞ ÇIKARDI
“Liseye devam etmek istiyorum gibi bir hakkı ancak işe girip para kazanmaya başladıktan sonra kendimde bulabildim” diyen Hatice, “Bir taraftan açık liseyi okudum, diğer taraftan da Adalet Meslek Lisesi'nde çalıştım. O sırada kızım ortaokula gidiyordu, oğlum ilkokul öğrencisiydi. Üçümüz birlikte akşamları ders çalışıyorduk. Ailesi okumamı istemiyordu ama eşim bu süreçte hep benim yanımdaydı. 2 buçuk yılda açık liseyi bitirdikten sonra kendi kendime üniversite sınavına hazırlandım. Çok planlı bir çalışma takvimim vardı. Her günü bir dersle ilişkilendirip o şekilde ders çalışırdım. O haftanın konusunu ve testlerini bitirmeden asla uyumazdım. Sözelde bir yanlışla Selçuk Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü'ne yerleştim. 1. sınıf öğrencisiyken Bolvadin'den derslerin olduğu günler okula gitmeye, diğer taraftan da kurumda çalışmaya devam ettim. Okula gittiğim günlerin yerine ise yine kurumda hafta sonları görev yapmaya devam ettim. Bir süre sonra okul müdürüm tayin istemem gerektiğini söyledi. Adalet Bakanlığı'na bağlı bir okul olduğu için Konya Adliyesi'ne tayin istedim” dedi.
BEYİN KANSERİ TEŞHİSİ KONULAN EŞİ 18 AY SONRA VEFAT ETTİ
Adliyede temizlik 17.00’dan sonra yapılıyordu. Hatice hizmetli kadrosunda olduğu için gün içinde derse giriyor, çıktıktan sonra da adliyedeki temizlik işini yapıyordu. Hatice’nin eşi sağlık memuruydu. O da eşi gibi Konya’ya tayinini istedi. Ancak tam tayini çıkacağı sırada Hatice’nin eşine beyin kanseri teşhisi konuldu. Ve tüm aile için çok zorlu bir dönem başladı. Artık günleri hastane ve onkoloji bölümlerinde geçiyordu. Hatice bir taraftan eşine destek olmaya çalışıyor, diğer taraftan çocuklarıyla ilgilenmeye çalışıyordu. O öksüz büyümüştü, çocuklarının yetim olarak kalacak olması onu derinden yaralıyordu. Bu zorlu süreçlerde inancı sayesinde ayakta kalabilmişti. Hatice’nin eşi 18 ay tedavi gördükten sonra 2005 yılında vefat etti.
"Sonrasında hayat mücadeleme çocuklarımla birlikte devam ettim. Çocuklar bu durumdan çok etkilendi. Allah hiç kimseye yaşatmasın. Bu süreçte ben bir taraftan öğrenimime devam ettim, diğer taraftan Konya Adliyesi'nde çalıştım. Benim üniversiteyi bitirdiğim yıl kızım İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazandı. Oğlum ortaokuldaydı. Kızım tıp fakültesi kazanınca ben de tayinimi Malatya'ya aldırarak Malatya Adliyesi'ne geçiş yaptım. Bu süreçte Adalet Bakanlığı Ankara’da bir unvan değişikliği sınavı gerçekleştirdi. Sınavla bünyesinde eğitim fakültesi okumuş personel varsa, onları cezaevlerinde öğretmen olarak görevlendirecekti. Eğitim fakültesini bitirdiğim için bu sınava katıldım. Güzel bir dereceyle kazanarak Malatya Cezaevi'nde öğretmenliğe başladım. Öğretmen olduğum yıl yüksek lisansa da başladım. Her hafta otobüsle 10 saat Konya'ya gidip gelerek yüksek lisans derslerine katıldım. Bu şekilde Konya'da yüksek lisansımı da bitirdim."
GEÇEN YIL PROFESÖR KADROSUNA ATANDI
Hatice doktora da yapmak istiyordu ama yabancı dili yoktu. Kendi kendine yaklaşık bir yıl boyunca kitap ve CD’lerden çalıştı. Tabii ki bunu da başardı ve Malatya İnönü Üniversitesi’nde doktora yaptı. Hatice üniversitede çalışmak istiyordu. Bunun için özgeçmişini hazırladı ve nerelerde Türkçe öğretmenliği bölümleri varsa oraların bölüm başkanlarına, dekanlarına, rektörlerine mail gönderdi. İki özel, iki de devlet üniversitesinden geri dönüş oldu. Devlet üniversitelerinden biri Ordu, diğeri de Aydın Adnan Menderes'ti. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi'nde doktor öğretim üyesi olarak işe başladıktan yaklaşık 3-4 yıl sonra doçentliğe başvuran Hatice, doçentliği aldıktan sonra gereken yayınları yaptı ve geçtiğimiz yıl profesör kadrosuna atandı. Şu anda Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı'nda profesör doktor olarak görev yapan ve iki torunu olan Hatice’nin kızı çocuk hastalıkları uzmanı olarak çalışırken, oğlu İncirli Ova Emniyet Müdürlüğü trafik şubede veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak görev yapıyor.
‘KADINLARA İLHAM OLMAK İSTİYORUM’
Doçentliği almadan önceki dönemde Yunus Emre Enstitüsü tarafından Hindistan’a öğretim üyesi olarak gönderilen Hatice, yaklaşık 8 ay kaldığı ülkede bir roman yazdı. Dünya haritası üzerinde 3 tane lotus çiçeği olduğunu ve bu lotus çiçeklerinin romanda yer alan biri Hindistanlı, biri Kanadalı biri de Türkiyeli 3 kadın karakteri temsil ettiğini söyleyen Hatice, “Lotus çiçeklerinin bir özelliği var. Bataklık alanlarda, kirli alanlarda yetişseler dahi üzerlerinde hiçbir toz barındırmıyorlar. Ben de kadınlar hangi zorluğu yaşarsa yaşasınlar üstesinden gelerek kendilerini gerçekleştirebilirler düsturu gereğince kadınları lotus çiçeği şeklinde temsil etmek istedim. Çünkü orada çeşitli zorluklar yaşayan üç dünya kadınının yaşamı ve karşılaştıkları zorluklardan nasıl çıktıklarının canlı örneği var. Kitaptaki Esma karakteri benim kendi yaşamım. Kitabı kadınlara ilham olsun diye yazdım. Okusunlar ve hiçbir zaman ümitsiz olmasınlar” dedi.
GÜNÜN YARISI KARANLIK, YARISI AYDINLIK VE ÜMİT HEP VAR
Dört yıl önce Prof. Dr. Mustafa Güneş ile evlenip mutlu bir yuva kuran Hatice, amacının memlekete faydalı olacak, imanlı, ahlaklı, doğru, dürüst insanlar yetiştirecek öğretmenler yetiştirebilmek olduğunu söyleyen Hatice, sözlerini şöyle noktaladı:
“Hiçbir zaman yaşadıklarımdan dolayı yılmadım. Yılmama sebebim, dünya hayatının bir imtihan olması. Önemli olan imtihanı kazanmak. Elbette kuluz. Yanlışlarımız, eksiklerimiz ve hatalarımız var. Döner tövbemizi yaparız ama bu dünyanın gelip geçici bir mekân olduğunu, 24 saatin hepsinin karanlık olmadığını, günün yarısının aydınlık, yarısının karanlık olduğunu ve bu minvalde insan yaşamının da hepsinin aydınlık, hepsinin karanlık olmadığını bilerek hareket edersek her zaman ümitvar oluruz. İslam, sadece ibadetini yapıp nasılsa öleceğim deyip kenara çekilmek değil, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya içinde çalışmaktır. Özellikle dinimiz için biz bunu yapmak zorundayız. Bir kadın olarak evde oturup gün boyu televizyonun karşısında vakit geçirsem ülkeme nasıl bir yararı olabilir ki? Ancak şu anda ülkem adına en iyi öğretmenleri yetiştirmek için var gücümle gayret sarf ediyorum. İster baklava yapıp satılım, ister temizliğe gidelim. Benim herhangi bir şekilde temizliğe giden birinden hiçbir farkım yok. Sadece rızkımı farklı bir yerde kazanıyorum. Nerede ne iş yaparsak yapalım en iyisini yaptığımızda Allah bize doğru yolu gösterecek ve istediğimiz geleceğe ulaştıracaktır. Son olarak şunu da vurgu yapmak istiyorum. Dil, bir ülkenin temel yapı taşıdır. Dil giderse kimlik gider, birlik gider. Tüm insanların dilimize özen göstermesi ve doğru bir şekilde kullanmasını rica ediyorum.”


