“Erkekçe oynanan siyaset oyununda kadınca varım”
AK Parti Kurucu İl Kadın Kolları Başkanı ve İGM üyesi Hatice Özkal, aktif siyasette kadın olmayı, hayatından kesitlerle anlattı. İçten anlatımı ile dikkat çeken Özkal, erkekçe oynandığını vurguladığı siyaset oyununda kadınca özellikleri koruyarak var olma mücadelesi verdiğini söyledi. Özkal, hemcinslerine siyasette mutlaka var olmalarını, taşın altına el koymanın zorunluluk olduğunu hatırlatarak zorlu hayatını ve siyaset [&hellip]
AK Parti Kurucu İl Kadın Kolları Başkanı ve İGM üyesi Hatice Özkal, aktif siyasette kadın olmayı, hayatından kesitlerle anlattı.
İçten anlatımı ile dikkat çeken Özkal, erkekçe oynandığını vurguladığı siyaset oyununda kadınca özellikleri koruyarak var olma mücadelesi verdiğini söyledi. Özkal, hemcinslerine siyasette mutlaka var olmalarını, taşın altına el koymanın zorunluluk olduğunu hatırlatarak zorlu hayatını ve siyaset yolculuğunu Kocatepe sütunlarına aktardı
Burcu Aydın: Afyonkarahisar’da AK Partinin kuruluşunda İl Kadın Kolları Başkanlığı yaptınız. Ondan sonra iki dönem il yönetim, yürütme kurulu üyeliği yaptınız. Şu anda İl Genel Meclis üyesisiniz. Aynı zamanda İl Kadın Kolları Başkanısınız. Aktif olarak siyasetin her alanında yıllardır istikrarlı bir şekilde varsınız. Sizi gözlemleyen herkes vitrin konumunda olan bir kadın olmadığınızı biliyor. Teşkilatçı ve mücadeleci bir yapınız var. Sizi daha iyi tanımak ve tanıtmak için bize kendinizi anlatır mısınız?
H.atice Özkal: Eylül 1966 Bolvadin doğumluyum. Babası Adliye’de katip, annesi becerikli bir ev hanımı olan üç çocuklu bir ailenin çocuğuyum. Annem edebiyata meraklı, babam ise sayısal zekası olan biridir. Kardeşlerimle birlikte biz hem sözel, hem sayısal yeteneğe sahip, genetik formasyon gereği iyi bir karmayız. İlkokulu Bolvadin Atatürk İlkokulunda okudum. İlkokul dördüncü sınıfın yaz tatilinde yapmamız için öğretmenimiz zor bir ödev verdi. Sınıfta tek ben yapmışım. Öğretmenim hala sakladığım ödevin sonuna bugünümü gören ve özetleyen, karakter tespiti yapan, iyi dileklerle süslediği veciz bir paragraf yazmış. İlkokul beşinci sınıfta kız meslek lisesi mezunu bayan öğretmenimin el sanatları ve el işlerinde yetenekli olmamdan dolayı beni yönlendirmesiyle Kız Meslek Lisesi Okumayı düşünüyordum. Bunu rol modellerin kişiler ve çocuklar üzerinde etkisini örneklemek için anlatıyorum. Organizasyonunu Bolvadin’li roman yazarı İbrahim Ulvi Yavuz’un yaptığı bir program için Bolvadin’e konuşmacı olarak Ankara İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencisi bir genç kız geldi. Işık sineması hınca hınç dolu. Ben de dinlemeye gittim. Hafızamda kalan “Bal Tefsirini” anlatmıştı.
B.A: Bal tefsiri sizde köklü bir şekillenmeye mi neden oldu?
H.Ö: Bal tefsirinden çok orada bana çok cazip gelen şey; onca insanın o konuşmayı önemsemesi, dinlemesi ve ilgi göstermesiydi. “Böyle olabilmek için ne yapmak lazım” diye düşündüm. Konuşmacı İmam Hatip Liseli olduğu için o anda İmam Hatip’e gitme kararı aldım. O zaman Bolvadin İmam Hatip Lisesi’nde kız öğrenci yok. Sınıf yetersizliğini gerekçe göstererek kız öğrenci kaydı da yapmıyorlar. Afyon İmam Hatip Lisesine gittik, kalacak kız yurdu yok. Isparta kız İmam Hatip Lisesi’nde de kontenjan dolmuş. Bolvadin’e döndük. Çaresiz Bolvadin Lisesi ortaokuluna kayıt yaptırdım. Birinci sınıfı orda okudum.
B.A: Peki İmam-Hatip’te okumaktan vazgeçtiniz mi?
H.Ö: Asla. Orta birinci sınıfta Din Kültürü öğretmenimiz derste “Buraya istemeden gelen var mı?” dedi. Ben de istemeden geldiğimi söyledim. Bu kadar başarılı bir öğrenci nasıl istemeden gelir diye sordu merakla sebebini sordu. Hocam “Ben İmam-Hatip’i çok istiyordum ama almadılar onun için buradayım dedim. Bu öğretmen ikinci dönem İmam-Hatip’e meslek dersi öğretmeni olarak geçti. Orta birinci sınıfın yaz tatilinde İmam-Hatip orta birinci sınıfa öğrenci aldıklarını duydum. Hemen din kültürü hocamın evine gittim. Evde yoktu, bahçede bekledim. Geldi ve beni görünce şaşırdı, neden geldiğimi sordu. Durumu anlattım. Orta ikinci sınıf öğrencisi olarak İmam Hatip Lisesine nasıl geçiş yapabileceğimi sordum. Tek yolun “İmam-Hatip orta birinci sınıf fark dersleri olan Kur’an-Arapça-Din kültürü derslerinin sınavlarına girip geçerek orta ikinci sınıfta okuma hakkını elde etmek “olduğunu söyledi.
B.A: Önünüze yine bir engel çıkmış nasıl aştınız?
H.Ö: Okulların açılmasına bir hafta vardı. Hocam “Yarın sabah saat 10.00’da gel Arapça çalışmaya başlayalım” dedi. Beni çok istekli görünce “Hadi şimdi başlayalım” dedi. Üç günde Arapçayı bitirdik. Zaten Kur’anım iyiydi. Din kültürünü de kendim çalıştım. Kapı komşumuz anneme, “Kızın her gün aynı saatte nereye gidip geliyor” diye soruyor. Annem de “Babasına bile söylemedi. İmam-Hatip’in fark derslerini verip orada okumak istiyor. Arapça ders alıyor demiş. Komşumuz kızının da benimle birlikte İmam-Hatip’e geçmesini istiyor. Üç günde öğrendiğim Arapçayı arkadaşıma öğretmeye başladım. Bu sayede öğrendiklerimi tekrar ediyordum. Onun babası önce olmaz dedi, bir günü de öyle kaybettik. Bir buçuk günde arkadaşımı çalıştırdım. Mübalağasız söylüyorum, rahlenin başında sabahladık.
B.A: Sınav süreci nasıl oldu?
H.Ö: Sınava girdik. Sınav sözlü, uzun ve zordu. Benden sonra arkadaşı aldılar. Okul Müdürü beni çağırdı: “Gerçekten biz erkek öğrencilerin sınıfına kız almak istemiyoruz. Bu sebeple seni çok zorladık. Bir öğrenci, öğrencilerimizin bir yılda öğrendiği dersleri, üç günde öğrenmiş ve bir buçuk günde de bir öğrenci çalıştırmış, biz bu hakkı yiyemeyiz. Mecbur biz sizi okula alacağız.” dedi. Biz iki kız öğrenci, orta ikinci sınıfta erkek sınıfında öğrenime başladık. Hocalarımız kız İmam-Hatip Okulu’nun açıldığının duyulması ve tanınmasını istiyorlar. Bunun için çalışmalar yapıyorlar. Hocalarımız namaz konusunda vaaz metni yazıp elime verdiler. Ezberledim. Orta ikinci sınıf öğrencisi iken, hınca hınç kadın dolu Çarşı camiinde vaaz ettim. İlkokul beşinci sınıfta kurduğum o hayali çok kısa zamanda gerçekleştirmiş oldum.
B.A: Başarılı ve özgüvene yerinde olan bir öğrenci olarak sosyo kültürel faaliyetlerde nasıldınız?
H.Ö: İmam-hatip’le beraber Milli Türk Talebe Birliğine üye olduk. Böylece sivil toplum kuruluşu çalışmalarıyla da tanınmış olduk. O zaman kız öğrenciler M.T.T.B’ nın binasına gitmezdi. Bir ablamızla evlerde toplanır, faaliyetlerimizi öyle yürütürdük. O sıralarda Afganistan işgal edilmişti. M.T.T.B, “Afganistan Dramı” isimli tiyatro getirdi. Tiyatro bileti satarak çalışmaya başladık. Işık sinemasında oynanan bu tiyatronun açılış Kuran-ı kerimini bana okutturmuşlardı. Ne büyük bir heyecandı.
B.A: Amacınızın maneviyata dayalı topluma hizmet olduğu görülüyor. İmam-Hatip’te bu tarz çalışmalar hakkında neler yaptınız?
H.Ö: Lise birinci sınıf öğrencisi iken Ramazan ayında Bolvadin’de birisi Alaca, diğeri Kadriye camisi olmak üzere iki camii belirledi. Birinde sabah saat 10.00’da diğerinde öğleden sonra saat 14.00’de kadınlara İmam Hatip Lisesi öğrencileri olarak mukabele okurduk. Günlük programımız bir saat mukabele, bir saat sohbetti. Ben 3 günde bir peygamberimizin hayatını anlatıyordum. Bu programla talep arttı. Köylerden talep gelmeye başladı. Okulun minibüsü ile sabah 08.00’den 10.00’a kadar köylere gidip vaaz etmeye başladık. Akşam üzeride birimizin evinde ertesi günün programına hazırlanıyorduk. O zamanlarda da kurumsal kimliği önemserdim. Yaptığımız tüm programlara okul formamızı giyerdik. Yıl boyunca okul içi çalışmalar dışında Cumartesi günleri bir alt sınıftaki kızlarla evde toplanır, tefsir dersi yapardık. Belirlediğimiz dersleri okur, birlikte pratiğini yapardık.
B.A: İmam-Hatip’li olmak hiç zor gelmedi mi?
H.Ö: Asla. Şule Yüksel İmam-Hatip öğrencisini gül yaprağı üzerindeki çiğ tanesine benzetir. İmam-Hatip benim için bir tutku bir “idealizm” idi. Yaptığımız her şeyi inançla yaptık. Bu sebeple güçlüydük. Tüm katıldığımız yarışmalara kendimizi öne çıkarmak için değil İmam-Hatip’in adını duyurmak için başardık. Yarışmalar için yazdığım öğretmen, ağaç, vs. gibi konulu şiir ve kompozisyonlar sınıfta, okulda, ilçede, ilde birinci oldu. Tüm bilgi yarışmalarından, münazaralardan birincilikle çıktık. Zaten okul dışındaki hiçbir ödül törenine başörtüsü sebebiyle katılmadım. Ödülleri edebiyat öğretmenim alır getirirdi. Hatta okul içinde Peygamberimizi en güzel anlatma yarışmasında da derece yaptım. Aynı zamanda İmam-Hatipli olma ismini gururla taşıdık. Aklımız erdi ereli Kuranı okumak, anlamak, yaşamak için uğraştık. Güzel ahlakı tamamlamak için geldiğini ifade eden bir Peygamber’in örnek ve önderliğini özümseyerek yaşamaya çalıştık. Hayatlarımızı bu esaslara göre kurguladık.
B.A: Başörtümden dolayı ödüllerimi kendim alamadım dediniz. Peki bu kadar katı ve baskıcı bir ortamda anne-babanız başörtüsü kullanmamanızı istedi mi? Kızım başını aç ya da kapat gibi bir tavır koyma, baskı yapma durumları oldu mu?
H.Ö: Her anne-baba gibi okumamı istiyor ve destekliyorlardı. Ne aç diye, ne kapat diye baskı uygulamadılar. Hayatıma dair tercihlerim kendi tasarruflarımdır. Ben çok nettim. Karalıydım. Hep saygı duydular ve yanımda oldular. Farklı düşündüğümüz konularda da onları ikna ederdim. Kardeşlerim de beni örnek alarak İmam-Hatip okudular. Bu anlamda ailemi de etkilemişimdir.
B.A: Başörtüsü konusu açılmışken sorayım sıkıntı ne zaman başladı?
H.Ö: Cihan Aktaş’ın kitabına isim olarak verdiği gibi bizim kuşak “Üç ihtilal çocuğuyuz.” Bizimki 12 Eylül-28Şubat post-modern darbe 12 Eylül ihtilalinin öncesi ve sonrası ile en şiddetli haliyle yaşadık. Kavga-dövüş-hengame-eylemler-provakasyonlar. En ağırı da İmam-Hatip öğrencilerine başörtüsü yasağı gelmesiydi. Bize ya açacaksınız ya da gideceksiniz denildi. Ben okul dışında hayat olduğunu düşünmeyen bir öğrenciydim. Lise birinci sınıf birinci yazılıları olduktan sonra okulu bırakmak zorunda kaldım. Bir ay evde oturdum. İstanbul’a yatılı bir kuran kursuna gidecektim. Liseyi de dışarıdan bitirmeyi düşünüyordum. Devamsızlığım için hocalarım rapor almışlar. Yazılı notlarımı karneme geçirmişler. Takdirname ile bizim eve geldiler. Beni ikna ettiler. İkinci dönem okula döndüm ama o yıl ve ertesi yıl başımızı açmak zorunda kaldık. İnanılmaz zor bir durumdu. Gözlükler o günlerin hediyesidir bana. O kadar çok ağladım ki çaresizliğimize.
B.A: Bu kadar acı yaşarken okuyabiliyor muydunuz?
H.Ö: İyi bir okuyucuydum. Belki de okumak bizi avutuyordu. Yazılım bile olsa okuduğum kitabı bitirmeden uyuyamazdım. Babam kızardı, “Gözlerine yazık, yeter yat” derdi. Çok defasında yorganın altında el feneri ile kitabı okur, bitirirdim. Şimdi o kadar okuyamadığımı itiraf etmeliyim. Aynı zamanda dikkatli ve iyi bir dinleyiciyimdir. O zamanlar sevdiğim şiir ve yazıları derlediğim defterime şu cümleyi yazmıştım: “İnsanları aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları! Çünkü her birinin ayrı bir hayat hikayesi vardır. “Her birinin ayrı yaşanmışlıklarından ayrı bir ibret alabiliriz” diye düşünüyorum.
B.A: Üniversite tercihi, ilahiyat fakültesine giriş kararı nasıl şekillendi?
H.Ö: O yıl Bolvadin İmam-Hatip lisesinden üniversiteye giden ilk ve tek kız öğrenciydim. Hocalarım okulun reklam açısından tıp fakültesi konusunda ısrar ediyorlardı. Okul birinciliği kontenjanından tıbba gitme şansım yüksekti. Ama tıbba gidersem başörtülü okuma şansım yoktu. Birkaç tanıdığım başörtülü kız, tıbba gitti. Bir yıl sonra yeniden sınava girip başörtüsünden dolayı ilahiyata döndüler. Başörtülü olarak sadece İlahiyat Fakültesinde okuma şansım vardı. İkilemde kaldım zor bir karardı. Sınavlara girdik. Puanlarım güzeldi. Ankara Hukuk 416 ile öğrenci alırken ben 424 puanla ilahiyat fakültesine gittim. ODTÜ gıda mühendisliği, eczacılık, diş hekimliği fakülteleri, tüm filolojilere puanım tutuyordu. Şehir olarak Ankara istedim. Hem başkent hem de Afyon’a yakınlığından dolayı tercih ettim. Bunun yanında “Allah seçtiği kullarını dinde fakih kılar” Hadis-i şerifi kararımda etkili oldu. Cenab-ı hak zenginliği istediğine, ilmi istediğine verirdi. Gerçekten ben hem dünyam hem ahret için din ilmi yapmayı istedim. Cenab-ı hakta nasip etti.
B.A: Üniversite hayatı madden-manen taşradan gurbete adım atan genç bir kız için nasıldı?
H.Ö: Okul birinciliği kontenjanından direkt o yıl açılan Sabancı Kız Yurduna yerleştirildim. Diyanet Vakfı, İmam-Hatip birincilerinden İlahiyat Fakültesine devam edenlere destek olmak için karşılıksız burs veriyordu. Bir aylık öğrenci kredisi 7.000 lira iken biz 50,000 lira alıyorduk. Ayrıca sene başında da 150.000 lira veriyorlardı. Bu bursla madden kimseye ihtiyaç hissetmeden okudum. Burs için tek şart ortalamamızın yüzde 70’in üzerinde olması gerekiyordu. Benimde ortalamam yüksek olduğu için bu şart sorun olmadı. Diyanet Vakfı Ankara İlahiyat Fakültesi’nde İngilizce’de ortalaması en yüksek ilk 10 öğrenciyi İngiliz Kültür’e gönderiyordu. Bende Diyanet Vakfı’nın İngiliz Kültür’e gönderdiği 10 öğrenciden birisiydim. Zaten İmam Hatip Lisesi’nde iken öğrenci olayları nedeniyle ODTÜ’den ayrılmış bir İngilizci öğretmenimiz vardı. Biz “Hayat yaşamaya değer mi değmez mi?” konulu İngilizce münazara yapan İmam Hatip Lisesi öğrencileriydik. Dolayısıyla gramer yönüm iyi olarak üniversiteye gittim. Pratik kısmınıda bu kursla çözmeye çalıştık. Arapça konusunda Bolvadin’e gelen Haseki mezunu bir Müftü ile Nesefi tefsirini okuyup üniversiteye öyle gitmiştim. Medrese usulü Arapça’ya da bir arkadaşımla çalışmıştık. İlahiyat hazırlıkta modern, pratik Arapça’ya yönelikti. ODTÜ İngilizce hazırlık programını Arapça’ya uyarlamışlardı. Biz dil labaratuarında bu programa göre eğitim aldık. Aynı zamanda fakülte boyunca haftada bir gün Arapça’dan kelime çıkararak arkadaş grubumuzla Kuran’ın tamamını tercüme ederek meal ve tefsir çalışması yaptık. Velhasılı dil sorununu kendi çapımızda çözmeye çalıştık. Osmanlıcayı’da çocukluktan öğremiştim. Dayım Risale-i Nur’u Osmanlıca olarak yazdırır, okutur bazen de ezberletirdi.
B.A: Öğrencilik hayatı zorken sosyal hayatı nasıl bir arada götürebildiniz?
H.Ö: Samimi, eğlenceli, çalışkan bir arkadaş grubumuz vardı. Devlet tiyatrosunda sahnelenen tüm oyunları izlemeye giderdik. Yazarlar Birliği’nin ne kadar seminer, konferans, yazarlarla sohbeti varsa hiç kaçırmazdık. ADD’nin Kemalist Atılımcılar Derneğine kadar kim yaparsa yapsın Ankara’da olan kültürel çalışmaları takip ederdik. Bu şekilde çok zevkli, eğlenceli bir öğrencilik yaşıyorduk.
B.A: Fakültede iken başörtüsü sorunu yaşandı mı? Siz İlahiyat Fakültesi öğrencisiniz diğer fakültelere göre esnekliğiniz oldu mu?
H.Ö: Esneklik olmadı. Fakülte ikinci sınıfta iken birinci vizeler olduktan sonra ikinci vizelerede cezalı olarak girdik. Çünkü başörtülü olarak okula alınmıyorduk. Lise birinci sınıftaki gibi çocuk değiliz başımızı açamıyoruz. Daha zor bir süreç. Okulu bıraktık, her gün Meclisteydik. Vekillerden Engin Cansızoğlu bize aleni destek veriyordu. Tüm siyasi partilerin temsilcileri ile görüşerek mağduriyetimizi anlatıyorduk. Ulusal düzeyde yayın yapan basın kuruluşlarınıda ziyaret ederek derdimizi anlatmaya çalışıyorduk. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın nerede bir programı olsa oraya gidip konuşmaya çalıştık. Akla gelen her çareye başvurduk. Ama nafile.
B.A: Çaresizlik sizleri nereye götürdü?
H.Ö: Çaresizlik bizi “açlık grevi” yapmaya götürdü. Gruplar halinde açlık grevine gidiyorduk. Sağlık yönünden tehlikeli boyuta ulaşan grevi bırakıyor yerine başkası giriyordu. Eylemimiz sürdü. Açlık grevi sırası bizim grubumuza geldiğinde Ramazan ayındaydık. Açlık grevinde esastır. Beyin hücreleri ölmesin diye şekerli su içilir. Bizlerde iftarda sadece şekerli su içiyorduk. Hepimiz aynı evde kalıyorduk. Gündüzleri okul önünde oturup geliyorduk. Açlık grevinde üçüncü günün sonunda dil ile beynin bağlantısı kopuyor. Düşünülen değilde bambaşka bir ifade ortaya çıkıyor. Çok üşüyor, uyuyamıyoruz. “Yakoza” hali denilen uyur uyanıklık arası bir durum sözkonusuydu. Midelerden sürekli su sesi gelirken algılarda zayıflıyordu. Yardımla sadece namaz kılabiliyorduk. Bu durumda iken Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (SAV) Müslümanlar Hendek savaşı için hendekleri kazarken kıtlık yılında olunması nedeniyle açlıkla mücadelede karınlarına taş bağlamalarını istemişti. Bende bunu okurken “karna bağlanan taşın mide içine ne gibi bir etki olabilirki diye düşünmüştüm. Açlık grevinde gördüm ki mide çöküyor. Dışarıdan görülebilen bir çukurluk oluşuyor. Sahabelerde bu durumun dışarıdan fark edilmesini istemiyor. Peygamber Efendimiz de öyle buyuruyor. Açlık grevimiz sırasında Hendek Savaşını daha iyi anlama fırsatı bulduk.
B.A: Açlık grevinden çıkar çıkmaz ilk ne yaptınız?
H.Ö: Yarım fincan sütü ancak içebiliyordum. Vücut bir aydan önce normala dönemiyor. Açlık grevinden hatırakalan mizmin bir boğaz rahatsızlığım oldu. Açlık grevinde sınıra gelmemiz nedeniyle biz çıksakda yerimize geçen diğer arkadaşlarımızla eylemimizi sürdürdük. Başbakan Turgut Özal, Mustafa Taşar’ı görevlendirdi. O da bizimle görüştü. Yasak kalktı. Kurbanlar kesildi. Başörtülü olarak finallerimize girdik.
B.A: O durumda ders çalışabildiniz mi? Bu sürecin size kandırdığı nedir?
H.Ö: İnatla daha çok çalıştık. Derslere giremesek bile her gün okulun bahçesinde bekledik, pes etmedik. Bu süreç bizlere öncelikle eğitimimize başörtüsü ile devam edip mezun olabilmeyi kazandırdı. En büyük kazancımız bu oldu. Bunun yanında öğrencilikten farklı bir tecrübe edindik. TBMM’yi, siyasi partileri, ulusal düzeyde yayın yapan basını tanıdık. Siyasetin sorunlara çözüm üretebileceğini gördük.
B.A: Sizde asi bir ruh var denilirse yanlış olmaz sanırım. Literatürünüzde yılmak, vazgeçmek, pes etmek yok.
H.Ö: Biraz öyle aslında bunu idealizm ya da ilkeli olmak olarak nitelendiriyorum. Hayat mücadele ile kaimdir. Mücadelelerimizde şiddete hiç yer vermedik, hep fikri boyutta olmuştur. Hem kendi alanımızdra hem de karşıt fikirlere dair tezleri okuyarak, sağlam delillerle çürütmeyi prensip edinmişizdir. Ayrıca inandığımız gibi yaşama hakkımız olsa idi, inanç özgürlüğümüz kısıtlanmasaydı herhalde bizde bu yollara başvurmazdık.
B.A: Okul bittikten sonra ne yaptınız?
H.Ö: Eşim Mustafa beyle evlendik. Ben ortaokul birinci sınıf öğrencisi iken kendisi lise birinci sınıf öğrencisiydi. O dönemde başlayan ilgisi zaman içerisinde sevgiye dönüştü. Aynı okulda ve mahallede bulunmamıza rağmen hissettirmeden rahatsız etmeden beni takip edermiş. Bunları çok sonra öğrendim. Mesela bazen Kur’anım kaybolur, kendisi bulur gelirdi. Ben başımı dahi kaldırmadan teşekkür edip alırdım. Katıldığımız tüm yarışmalarda tezahürat yaparmış vs. Kendisi ile bire bir diyalogumuz yoktu ama tanırdım. Çünkü başarılı ve güzel şiir okuyan bir öğrenciydi. Mustafa beyin bana olan sevgisini ben hariç ailelerimizde dahil biliyorlarmış. Bir ben anlamamışım. Bu durum ben üniversitede açlık grevine girene kadar böyle devam etti. O zaman dayanamayıp yaşadığımız bu acı olaylarla ilgili duygularımı anlatan bir mektup gönderdi. Bende “Muhterem kardeşim” hitabıyla hassasiyetine teşekkür eden bir cevap yazdım. O İstanbul’da ben Ankara’da okuyorduk. Tam iki yıl yazıştık. O dönem cep telefonu yoktu. Öğrenci evinde ev telefonu da yok. Sayfa numarası vermemek için yazacaklarını deftere yazar kargo ile gönderirdi. Tam bir klasör mektup var. İki yıllık yazışma sonunda ben son sınıfa geldiğimde nişanlandık. Altı ay nişanlı kaldık. İkimizinde okulu bitti. 29 Ekim 1989 tarihinde iki kişilik kendi cumhuriyetimizi kurduk. Evlendik.
B.A: Evlendikten sonra hayatınız nasıl devam etti?
H.Ö: Eşim Ankara’da bir avukatla ortak büro açmak için anlaştı. Ankara’dan ev kiraladık. Böylece ben yüksek lisansımı yapacak o da mesleğini icra edecekti. Eşimin ortak büro açmayı planladığı avukat vazgeçti. Biz Bolvadin’de kaldık. Bir yıl kadar kayınvalidem ve kayınpederimle birlikte oturduk. Bu arada eşim stajını bitirdi ve meslek kurasıyla Çorlu’ya birlikte askerlik görevini tamamlaması için gittik. Kendisi yedek subay olarak askerliğini yaptı.
B.A: Askeri ortamda başörtünüz problem olmadı mı?
H.Ö: Biz lojmanda kalmadık. Eşim muvazzaf subay olmadığı için bize müdahil olmadılar. Askeriyenin, orduevinin zevkle tüm imkanlarından yararlandık. Bu süreçte de askeriyeyi tanıma fırsatım oldu. Bu arada oğlum Abdullah doğdu, anne oldum. Yeterlilik sınavlarını kazandım. Öğretmen olarak tayinim Antep’e çıktı. Bir aylık bebekle kendi başıma Antep’e gitmedim. Eş durumundan tayinimin yapılması için eşimin 2 yıl sigorta primi ödemiş olması gerekiyordu. Onu bekledim. 1992 yılında eş durumundan Afyon İmam Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmeni olarak göreve başladım. 8 yıl öğretmenlik yaptım. Bir buçuk yaş arayla iki kızım Afife ve Asu’de doğdu. Üç çocuk annesi idealist bir öğretmen olarak çalışmaya devam ediyordum.
B.A: İyi bir sivil toplumcusunuz. Annelik öğretmenlik derken sivil toplum faaliyetlerini aksattınız mı?
H.Ö: Asla. Devlet memurluğuna engeli olmadığından Ensar Vakfı Kadın Kolları sivil toplum çalışmalarımızı yürüttük. İlçelerden bile katılım vardı. Yine haftada bir gün evlerde toplantı, tefsir dersi yaparak çalışıyorduk. Özellikle anne-çocuk eğitimi konusunda ciddi çalışmalar yaptık. Fakülteden sonra bir yıl Bolvadin’de otururken de hiç boş durmadım. İmam-Hatip Lisesi öğrencilerinden tefsir dersi yaptığımız bir grubumuz vardı. Onlarla tiyatro çalışması bile yapmıştık.
B.A: Öğretmenliğiniz devam ediyor.
H.Ö: maalesef… Derken 28 Şubat süreci geldi, çattı. Hatta feci çarptı. Yine Ramazan ayı ve ilk Cuma günü. Kimseye görünmeden derse girmeye çalışırken “Başörtülü olarak derse giremeyeceğim” söylendi. Aynı süreci üçüncü kez yaşıyordum. Her seferinden biri diğerinden daha ağır geliyordu. Yine savunmalar, soruşturmalar… Tüm yolları tükettik. 2000 yılında öğretmenlik görevimden ayrılmak zorunda kaldım.
B.A: İyi bir öğretmen olmamıza rağmen bir anda boşta kaldınız. Zor olmadı mı?
H.Ö: Çok zor oldu. Bir anda 35 yaşında evdeyim. Evim okula çok yakın. Okulun zil sesi sanki beynimde çalıyor, dayanamadım. Öğrencilerim gruplar halinde eve gidip geliyorlar. Her gün derslerine girdiğim bir sınıfla biyerlerde iftar yapıyoruz. Beni avutmaya çalışıyorlar. Baronunda iftarına katıldık. AK Parti kurucu İl Başkanı İ. Hakkı Aşkar’la aynı masadayız. Partiyi ve kuruluş çalışmalarını konuştuk. Çocuklarım küçük olduğu için evden yazı hazırlama gibi konularda yardım edebileceğimi söyledim.
B.A: AK Parti saflarında siyasete nasıl başladınız?
H.Ö: AK Parti kurucu İl Başkanı İsmail Hakkı Aşkar il yönetimiyle görüşmüş. Kurucu İl Kadın Kolları Başkanı olmamı teklif ettiler. Eşli olarak yemeğe gittik, uzun uzun konuştuk. Eşimin de ısrarlarıyla Kurucu İl Kadın Kolları Başkanı olmayı kabul ettim. Genel Merkez’e çağırdılar. Türkiye’den ilk atanan yedi ilden biriydik. Genel Başkan bizimle görüştü. Atamamız yapıldı ve göreve başladık.
B.A: Kurucu kadın kolları başkanı olarak neler yaptınız?
H.Ö: O sıralarda Çay-Sultandağı ilçelerimizi etkileyen deprem yaşanmıştı. Gönüllülerle deprem bölgesine yardım götürdük. Çadırları tek tek gezerek dertlerimi dinledik, ilgilendik. 8 Mart Dünya Kadınlar gününü Ege Bölgesi olarak İzmir’de bir programla kutladık. Her kesimi kucaklayan bir kadın kolları il yönetimi oluşturduk. Salı günleri toplantı günümüzdü. Perşembe günleri kurumları ziyaret ediyorduk. Kurumların o günkü hallerini iyi tespit ediyorduk. Kadın Kolları İlçe Başkanlarımızı atayıp, ilçe teşkilatlarımızı kurduk. Yönetimlerini oluşturup ilçelerinde çalışmaya başladılar.
B.A: Nasıl bir çalışma sistemi uyguladınız?
H.Ö: En çok saha çalışması yaptık. Çalınmadık kapı, görüşmediğimiz kadın kalmasın istiyorduk. Her çaldığımız kapıya bir ampul hediye ediyor “Bu ampulle evinizi, şehrimizi ve ülkemizi aydınlatacağız. Bu sefer ampule basacağız, her yer aydınlanacak. Ampulleri yakalım.” şeklindeki ifadelerle parti amblemimiz olan “Ampul” ü hafızalara yerleştirmeye çalıştık. Minik meyveli şeker ve balon hediye ederek çocuklarla da görüşmeyi ihmal etmiyorduk. İnsanların kafasındaki AK Parti ile ilgili sorularını da cevaplandırıyor; tepkilerini, düşüncelerini, isteklerini dinliyorduk. Bu çalışmalara merkezde, ilçelerde, köy ve beldelerde yoğun bir şekilde devam ediyorduk. “Çalıştığımız günün akşamında kaç kişiyle görüştük, kaç kişi olumlu tepki verdi” şeklinde değerlendirme toplantısı yapıyor öyle dağılıyorduk.
B.A: Unutmadığınız bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?
H.Ö: Sinanpaşa ilçesi Kırka beldesindeyiz. Akşam ezanı okundu. Hava çok soğuktu. Uzakta yanan bir ışık gördüm. Ne olursa olsun o eve gitmek istiyordum. Arkadaşlar yorgun olduklarını söyleyip köy kahvesine oturdular. Tek başıma o eve gittim. Eve dar ve ince bir yoldan geçilerek varılıyordu. Üç kadın tezgahın başında halı dokuyorlardı. Selam verdim ve onlara AK Partiyi anlattım. Oylarına talip olduğumu söyledim. Kadınlar “Gerçekten başka bir partiye oy vereceklerini anlattılar. Ama sen bizi adam yerine koyup buraya kadar geldin ya vallah billah oyumuz senin. Kaygısız git.” dediler. Bu sözler tüm günün yorgunluğunu alıp gitti. Bir de Şuhut’un Hisar denen mevkisinde yaşlı bir kadın elimi tuttu ve dedi ki: “Yavrum biz sabahlara kadar okuyoruz, dua ediyoruz. Korkumuzdan sesimizi çıkaramıyoruz. Hiç endişe etme. Oylarımızın hepsi sizin.” O teyzeyi de hiç unutmam.
B.A: Net hedefiniz neydi?
H.Ö: Net hedefim şuydu: Ben bu net hedefi mikrofonla toplantılarda ifade ediyordum. Hayatı boyunca insan hakları ihlali yaşamış bir kadın olarak Anayasa’nın değişmesini istiyordum. Anayasal değişikliği yapacak çoğunluğun, benim anlayışımda olmasını ve AK Partiden meclise girmesini istiyordum. Buna ben Afyon olarak ne kadar katkıda bulunursam o kadar kendimi başarılı görüyordum. Seçimden önce miting için Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Afyon’a geldi. Eşi Emine Erdoğan’ın aracına kadın kolları başkanını alıyorlardı. Afyondaki durumu sordu. Emine Hanım’a şunları söylemiştim: “Afyondan milletvekili olarak Allah’ın izniyle 4 kesin. Beşinci için çalışıyoruz. Altı sürpriz değil.” Tesbitimde ne kadar isabet ettiğimi görüyorsunuz. Çünkü biz sahadayız, birebir görüşüyoruz, halkın nabzını tutuyoruz.
B.A: Kadınlara, hemcinslerinize siyaset yolculuğundaki öneri ve telkinleriniz nelerdir?
H.Ö: Birincisi, var olmak gerekliliğidir. Aman ben kenarda durayım, dokunmayayım, kimi yaparsa yapsınlar, bu iş olmuyor. Mutlaka taşın altına elinizi koymanız gerekiyor. İkincisi; Ben bu varoluşu kendimize ait özelliklerle var olmak istiyorum. Siyaset arkekçe oynanan bir oyundur. Erkeklerin hakim oldukları bir oyun. Erkekleşmiş bir kadın olarak var olmak ve bu oyunu oynamak istemiyorum. En önemsediğim esas bu. Kadınca özelliklerimizi koruyarak kadın olarak var olmanın mücadelesini veriyorum.
B.A: Bandı on yıl öncesine aldığımızda ne idik, ne olduk?
H.Ö: İlkesel kararlarda, etik düsturlarda hiçbir fark yok, değişmedik. Şeffafız. Olduğumuz gibi görünüyoruz, göründüğümüz gibi oluyoruz.
B.A: Ne oldu da kadın kollarını bıraktınız?
H.Ö: Ben kadın kolları il yönetimini kurarken sivil toplum örgütlerini aradım. Bir temsilci ile yönetimimizde bulunun dedim, davet ettim. Ulaşabildiğim her yeri aradım. Basın mensubu biriside içimizde olsun istedim. Galip Yit: “Reyhan Hanım var. Gelmek istiyor, arayın” dedi. Numarasını verdi. Ben Reyhan Balandı’yı aradım. “Benden randevu alın. İl başkanınız da olsun. Ben geleyim, görüşelim dedi. İlginç geldi. Durumu il başkanı ile paylaştım. “Biz siyasi bir partiyiz. Görüşmek istiyorsa, bizden randevu alsın, gelsin.” dedi. Bende böyle düşündüm ama yinede teyit etmek istedim, dedim. Meğerse bu, planlamış bir durummuş. Basına haber verilecekmiş, AK Partinin randevu alıp çağırdığı kadın diye lanse edilecekmiş. Ben farkına varmadan bu oyunu bozmuşum. Aday adaylığı süreci, adaylık. Bizim Seçim Koordinasyon Merkezi (SKM) program yapıyor. Reyhan hanım farklı yerlere gitmek istiyor, bizimle gelmek istemiyor. Aramızda bir konuşma geçti. Ben dedim ki: “Ben çalışmak zorundayım. Sen de çalışmak zorundasın. Uyarsan birlikte, uymazsan ayrı gideriz. Sen benim muhatabım değilsin. SKM bana kadın kolları il başkanı olarak bana ne görev verirse, ben onu yaparım.” Reyhan hanım “Sen muhatabım değilsin” ifadesine takıldı, onu sorun etti. Seçimden önce gazeteciler günü nedeniyle, yerel basın mensuplarıyla AK Parti olarak Hıdırlık’ta yemek yemiştik. Bu yemekte Reyhan hanım iki soru sordu. “Birisi: Tayyip Erdoğan’ın çocukları niye yurt dışında okuyor? İkincisi ise Tayyip Erdoğan’ın mal varlığı nasıl bu kadar oluyor?” idi. Yetkililer sorularını cevapladı. O zaman partideki tek kadın olduğum için yemeğe eşimle birlikte gitmiştim. Herkes görevini söylüyor, kendini tanıtıyor. Eşim de espri olsun diye “Meditasyon ve motivasyondan sorumlu il başkan yardımcısıyım.” demişti. Reyhan Hanım da “Hiçbir şeyi unutmamışlar. Meditasyon ve Motivasyondan sorumlu başkan yardımcıları bile var.” diyordu. Vekil oldu. Kendi kendime: Bu bizim bir dönem vekilimiz. Saatini ona göre ayarla.” dedim. O devamlı Başbakan’a giderek benim görevden alınmamı istemiş. Hakkımda şikayetler var. Sadullah Ergin ilk muhakkik olarak görevlendirildi. İkbal otelde benimle görüştü. Bir daha muhakkik geldi. Beni Genel Merkez’e çağırıyorlar. Savunmalar, soruşturmalar. Birileri vasıtasıyla çirkin tehditler yapıyor, isimsiz mektuplar filan. Burhanettin Bey o zaman il başkanıydı. “Hatice Hanım il kongresine gidiyoruz. Kadın Kolları İl başkanlığından istifa edin. İl yönetim kurulu üyesi olarak siyasi hayatınıza devam edin.” dedi. Bu çözüm bana da mantıklı geldi. İl yönetim kurulu üyesi, olmak için kadın kolları il başkanlığı görevimden istifa ettim. Zaten Fatma Akbaba’yı da biz önerdik. Üzerime düşen tüm desteği vereceğime de söz verdim. Verilen görevleri de yaptım. İl yönetiminde halkla ilişkiler birim başkanlığı görevimi yürüttüm. Afyonda sivil toplum kuruluşlarıyla diyalog halinde çalışmalar yaptık. Şehit Dernekleriyle birlikte çok güzel iftar programları düzenledik. Burhanettin Bey’in il başkanlığında iki dönem il yürütme kurulu üyeliği yaptım. Bu görevimden de İl Genel Meclisi üyeliğine aday olmak için istifa ettim.
B.A: İl Genel Meclisi Üyeliğine seçildiniz. Ondan sonra …..
H.Ö: Cumhuriyet tarihinde Afyonkarahisar İl Genel Meclisine seçilen ilk ve tek kadın üye oldum. 33 üyesi olan Ak parti grubuna bir dönem grup başkanvekilliği yaptım. İkinci yıl encümen üyeliği yaptım. İki yıl eğitim komisyonunda, iki yıl plan bütçe komisyonu görevi yaptım. Zübeyde Hanım Kadın-Doğum ve Çocuk Hastanesi hasta hakları komisyonu üyesiyim. Atık su-katı atık birliği yönetim kurulu üyesiyim. Ali Çağlar Anadolu Lisesi Okul-Aile birliği yönetim kurulu üyesiyim. Başkent Kadın Platformunun üyesiyim. Köylere Hizmet Götürme Birliği Yönetim Kurulu üyesiyim.
B.A: Şu anda yine Kadın Kolları İl Başkanı mısınız? Bu nasıl oldu?
H.Ö: İGM üyesi olduktan sonra yapılan il kongresinde listeye giren tek kişiydim. Yani il yönetim kurulu üyesiydim. Kadın kolları kongre sürecine girdi. Genel Merkez kan tazelemek için ısrarla yeni isim istediler. İl Başkanımız “Yarım kalan askerliğini tamamla” dedi. Teşkilat bize görev verdikten sonra elimizden geldiği gücümüzün yettiği kadar çalışırız. Bu sefer kongre ile gelen bir kadın kolları il başkanıyım.
B.A: Çalışmalarınız nasıl gidiyor?
H.Ö: Önce 50 asil 50 yedek üye ile yönetim listesini oluşturduk. Yürütmemizi yaptık. İlçe teşkilatlarını elden geçirdik. Mahalle, belde, köy teşkilatlarımızı kuruyoruz. Sandık yönetim kurulu güncelliyoruz. Takım ruhuyla disiplinize bir şekilde, kurallara uygun çalışıyoruz.
B.A: Siyasette uğraşırken sivil toplum çalışmalarınızı aksattınız mı?
H.Ö: Aksatmadım. Aklım erdi ereli bir veya birkaç sivil toplum örgütü çalışmam oldu. Adı üstünde “sivil”. Oralar bizim nefes aldığımız yerler. Benim için çok önemli. Şu anda Afyon Güzel Yarınlar Derneği’nin ( AGÜYAD yönetim kurulu üyesiyim. AGÜYAD genel insan hakları özelde kadın çocuk hakları konusunda çalışan bir dernektir. Dört tane AB projesi bitirdi. Türkiye deki Kadın Örgütleriyle birlikte projeleri de yürütüyor. Şu anda “Kadın Farkındalık ve Bilinç Yükseltme” çalışması yürütüyor. “Kadın Buluşması” diye bir çalışma var. Yılda bir kez, bir şehirde, bir sivil toplum kuruluşunun sekreteryasını yürüttüm. Üç gün süren sivil toplumcu kadınların toplanıp gündeme göre bir konuyu konuşmaları, bu çalışma. AGÜYAD olarak 6. Kadın buluşmasına Afyonda ev sahipliği yaptık. 350 sivil toplumcu kadınla “AB sürecinde Kadın konusunu konuştuk. Konuşmalar kayda alınıyor, deşifre edilip basılıyor. Bir sonraki toplantıda dağıtılıyor.
B.A: Hayatımızda şunu yapamadım diye içinizde ukde kalan bir şeyler var mı?
H.Ö: Var. Birincisi, yüksek lisans yapamamam. İkincisi, Recep Tayyip Erdoğan hapisteyken o kadar gözyaşı döktüm. Neden o zaman bir mektup yazmayı ihmal ettim? Diye üzülürüm.
B.A: Peki Hatice D. Özkal ev hanımı, anne olarak nasıldır?
H.Ö: Aslında bu soruyu eşime ve çocuklarıma sormak lazım. Başak burcuyum. Hoş eşimde Başak burcu. Mükemmeliyetçiyim. Düzenliyim. Başak Burcu için “çalışmak-görev-sorumluluk” en önemli kavramlardır. Özgürlük, özgüven konusunda hassasım. “Yetki ve Fedakarlık“ ta benim için yabana atılmayacak kavramlardır. İyi arşivciyimdir. Antika merakım var. Hatırası olan aile büyüklerinden kalan parçaların tamir ve bakımı yaptırıp korumak, özel zevkimdir. Tüm yoğunluma rağmen eşimi, çocuklarımı, evimi ihmal etmem çok önemserim. Tabi onların anlayış ve desteğiyle bu çalışmaları yürütebildiğimiz bir gerçektir. Çalıştığım için evde hep yardımcım oldu ama sorumluluk yine bende olmuştur. Aslında ev halkının hayatında çok fazla aksayan bir şey yoktur. Mümkün olduğunca doğal, organik beslenmeyi önemserim. Bu sebeple, reçelden turşuya, salçadan meyve suyuna, tarhanadan makarnaya, tereyağından zeytine, ekmekten yoğurda, mayonezden jöleye kadar katkısız evde yapan bir kadınım. Evde yenen her şey içimize sinerek yenir. Mantıdan sarmaya, baklavadan böreğe kadar evde yaparım. Yöresel yemekler, modern tarz yiyecekler hepsi elimden gelir. Becerikli bir ev hanımı olduğum konusunda da siyaset kadar iddialıyımdır.
B.A:Teşekkür ederim.
H.Ö: Ben çok teşekkür ederim.