Rektör Karakaş: Mekana Hafıza Kazandıran, İnsandır
Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) ev sahipliğinde, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Kulübü tarafından düzenlenen etkinlikte 'Kent, Mekan ve Toplum' temalı bir konferans verdi.
Konferans öncesinde, İbrahim Küçükkurt Konferans Salonu Fuaye Alanında GSF İç Mimarlık ve Çevre Tasarım Bölümü öğrencilerinin “Filistin İçin Empati” temalı Filistin’de yaşanan İsrail zulmünü anlatan sergisi açıldı. İbrahim Küçükkurt Konferans Salonunda gerçekleştirilen konferansa; GSF Dekanı Prof. Dr. Şerife Ebru Okuyucu, Teknoloji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayhan Erol, GSF Dekan Yardımcıları Dr. Öğretim Üyesi Fevzi Nuri Kara, Dr. Öğretim Üyesi Sena Coşkun ile birlikte akademik personel ve öğrenciler katıldı. Serginin gezilmesinin ardından başlayan konferans öncesinde konuşan GSF Dekanı Prof. Dr. Şerife Ebru Okuyucu, konferansın kentlerin fiziksel biçimlenişi ile toplumsal yaşam arasındaki çok katmanlı ilişkiyi akademik bir bakış açısıyla değerlendirmeye olanak sağlayacağını ve öğrencilerin düşünsel ufuklarını genişleteceğini ifade etti. Okuyucu, GSF İç Mimarlık ve Çevre Tasarım Bölümünün kurulduğu günden bu yana yalnızca nitelikli iç mimarlar yetiştirmeyi değil, aynı zamanda sorgulayan, üreten ve toplumsal sorumluluk bilinci taşıyan bireyler yetiştirmeyi hedeflediğini belirtti. Okuyucu, “Bu vizyon doğrultusunda öğrencilerimizin gönüllülük esaslı olarak kurdukları İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Kulübü, akademik eğitimi destekleyen önemli bir çerçevede faaliyetlerini sürdürmektedir. Kulübümüz, yıl boyunca gerçekleştirdiği teknik geziler, tasarım atölyeleri, sergiler, sosyal sorumluluk projeleri ve disiplinler arası etkinliklerle öğrencilerimizin mesleki gelişimlerine önemli katkılar sunmaktadır. Bu faaliyetler, öğrencilerimizin sadece tasarım alanında değil; iletişim, ekip çalışması ve toplumsal farkındalık gibi alanlarda da yetkinlik kazanmalarını sağlamaktadır” dedi. Okuyucu ayrıca, bölümde yürütülen akreditasyon süreciyle eğitim-öğretim kalitesinin ulusal ve uluslararası standartlarla uyumlu hale getirildiğini belirterek şunları söyledi:
“Bu kapsamda sürekli iyileştirme kültürü, bölümümüzün temel prensiplerinden biri haline gelmiştir. İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Kulübümüz de bu sürecin bir parçasıdır. Fakülte yönetimi ve bölüm başkanlığı olarak bu sürecin her aşamasında hem akademik personelimize hem de kulübümüze destek veriyor, öğrencilerimizin aktif katılımını teşvik ediyoruz. Akreditasyon yalnızca bir belge değil, sürekli gelişimi destekleyen bir vizyondur.”
“Kent, Mekan ve Toplum” üzerine sosyolojik bir değerlendirme
AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, “Kent, Mekan ve Toplum” başlıklı konferansında, bir sosyolog olarak kent ve mekan sosyolojisi üzerine yaptığı çalışmalardan söz etti. Sosyolojinin geniş, multidisiplinler bir alan olduğuna dikkat çeken Karakaş, kent–mekan–toplum ilişkisini şu şekilde açıkladı:
“Toplumları oluşturan insan olduğu için, bu ilişkiyi kent, mekan ve insan ilişkisi olarak da değerlendirebiliriz. Kent, mekan ve insan kavramlarını yan yana getirip bir çerçeveye dahil etme çabamın nedeni, aralarındaki ilişki biçimidir. İnsan–mekan ilişkisinin üç temel boyutu vardır; birinci boyutu, insanın mekanı etkilemesi ve şekillendirmesidir. Mekanı hem kırsal hem de kentsel olarak değerlendirmek mümkündür. Mekanı şekillendiren, ona ruh ve hafıza kazandıran, mekanı estetize eden insandır. İkinci boyut, mekanın insanı biçimlendirmesidir. Mekan belli bir kültürü, edebiyatı, estetiği ve medeniyeti temsil etmeye başladığında insanı tersinden şekillendirir. Üçüncü boyut ise mekanda gerçekleşen insan–insan ilişkisidir. Mekan, insanlar arası ilişkide fiziksel olduğu kadar toplumsal bir sahne işlevi de görmektedir. Dolayısıyla bu üçlü ilişki ağında mekan şekillenmekte, bir ruh ve kimlik kazanmakta, mekana çeşitli değerler atfedilmektedir. Zamanla bu niteliklere sahip olan mekan, insan üzerinde belirleyici etkileri olan bir içerik ve işlev kazanarak insanı etkileme ve şekillendirme kapasitesine kavuşmaktadır. Dolayısıyla biz insan mekan ilişkisini, karşılılık esasına dayalı bir ilişki tarzı olarak değerlendiriyoruz.”
“Kentsel yaşam, en gelişkin yaşam alanıdır”
Karakaş, bu ilişkide kentin nerede durduğuna bakılması gerektiğini belirterek, insanın toplu yaşamaya başlamasıyla birlikte mekan üzerinde tasarrufta bulunduğunu, zamanla üretim, tüketim, ticaret, askeri ve dini ilişkiler gibi karmaşık yapıların ortaya çıkmasıyla kırsal yaşamın kentsel yaşama evrildiğini ifade etti. Karakaş, “Fiziksel alanın yani yerin mekana dönüşmesinde insanoğlunun toplu yaşamadan kaynaklı ihtiyaçları belirleyici olmuştur. İnsanoğlu toplu yaşamayı, toplu üretmeyi, toplu tüketmeyi, toplu değer üretmeyi belirli bir sistematik içerisinde sürdürmeye başladığı andan itibaren kırsal yaşama hikayesi ortaya çıkıyor.
Zamanla insanoğlunun ihtiyaçları kırsal yaşam örgütlenmesi içeresinde karşılanamayınca yeni yaşam alanları arayışıyla kentsel alanları inşa edilmeye başlanıyor. Bugün geldiğimiz noktadan hareketle insanlık tarihi incelendiğinde kentsel yaşam alanının, insanlığın geliştirdiği en ileri düzeydeki yaşam alanı olduğunu görüyoruz. Bugün kırsal yaşam alanları neredeyse yok olmak üzeredir. Kentsel yaşam farklı kültürleri, medeniyetleri, estetik anlayışları ve şehirdeki tüm olguları bünyesinde geliştirmiştir” dedi.
Her medeniyet, kendi tasavvurunu şehre yansıtmıştır
Karakaş, Doğu ve Batı medeniyetlerinin şehir ve mekan anlayışları arasındaki farklara değinerek şöyle konuştu:
“En genelde; Doğu ve Batı medeniyetleri olmak üzere iki farklı büyük medeniyet havzasından bahsedebiliriz. Doğu medeniyeti havzasında; Çin, Hint, İran, İslam ve Türk medeniyetleri gibi birtakım büyük ölçekli medeniyet tasavvurları ile karşılaşıyoruz. Batı’ya baktığımızda da Helen, Roma ve Modern Batı medeniyetleri gibi tasavvurları görüyoruz. Bu tasavvurların hepsi şehrin mekânsal yapısına kendi ruhunu üflemiş, kendi kimliğini kazımış, kendi felsefesini ve estetik anlayışını yansıtmıştır.
Tarihin eski dönemlerinden bugüne kalmış eserlere baktığımızda o dönemin ruhunu, maneviyatını, estetiğini, bilimini ve bilgisini o eserlerde görürüz. Bu nitelikleriyle şehirler konuşan mekanlardır. Estetiği ile konuşur. Şiiri, edebiyatı ve görselliğiyle konuşur. Siz, hangi şehre giderseniz gidin şehirle ilgili zihninizde, hafızanızda mutlaka o şehirle ilgili bir takım izlekler kalır. Onlar, o şehrin size söyledikleridir. O söylenenler de şehrin tarihsel serüvenine bağlı olarak katmanlı olarak size yansıtılır.”
Şehircilik tarihinde dokuzuncu ve on ikinci yüzyıllar arası dönem, İslam Dönemi olarak nitelendirildiğini kaydeden Karakaş, “İslam düşüncesi, şehir tahayyüllünü iki ilke üzerine kurmuştur ki bunlar; çelişkisizlik ve güzellik ilkeleridir. Bu iki ilkenin esin kaynağı cennettir. Dolayısıyla İslam şehirleri yeryüzünün cennetleri olarak tasarlanmıştır. Yüzyıllar içerisinde inşa edilmiş dünyanın farklı coğrafyalarındaki İslam şehirlerine baktığınızda bu tahayyülün izlerini ve bu ilkeleri açık bir şekilde görebilirsiniz. Roma medeniyetinde ise estetik ve muhteşemlik ilkeleri ön planda tutulmuştur.
Egemenliği ve gücü temsil eden, muhteşem yapıtlarla karşılaşırız. Temel ilke egemenliğin ve gücün şehir mekanındaki temsilidir. Mühendisi de mimarı da bu akılla çalışmıştır. Modern zamanlara geldiğimizde, modern akıl, modern mühendis ve mimara şunu dikte etmiştir; öyle kentler tasarlanacak ki iktidarın gücünü, şehrin her noktasında hissettirecek ve ayrıca kentlere yığılmakta olan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak işlevsellikte olacak. Bu yeni süreçte kentler, büyüyeceği için denetlenebilir ve işlevsel bir yapıya sahip olmalı.
Dolayısıyla modern kentlerin estetik paradigması bütünsellik temelinde, standartları bulunan işlevsel karakterde kurgulanmıştır. Modernite insan doğasının, yani fıtratının ihtiyaçlarını dikkate almadan iktidarın ve sistemin ihtiyaçlarını dikkate alarak bir kent mekanı tasavvuru ortaya koymuştur. Paris’in yeniden tasarlanmış biçimi, modernitenin kent mekanında tezahürünün en tipik örneğidir. İnsanoğlu bu kent tasavvuru içerisinde zaman içerisinde çok boyutlu bunalımlarla karşı karşıya kalmıştır” değerlendirmesinde bulundu.
Modern dönemde kentlerin insan fıtratında uzak tasarlandığını, bunun çok boyutlu toplumsal bunalımlara neden olduğunu ifade eden Karakaş, “Modern dönemde kent mekanları, iktidarın ihtiyaçlarına göre ve işlevsel çerçevede planlanıp tasarlandığı için, insanı doğasından uzaklaştırdı. Modern düşüncenin öncü sosyal bilimcileri farklı kavramlarla bu soruna değinmiştir.
Örneğin Marx’ın yabancılaşma, Durkheim’ın anomi kavramları bu uzaklaşmanın yol açtığı bunalımları ve sonuçlarını açıklamak için geliştirilmiştir. İşte bu tıkanmışlıkları ve bunalımları aşma adına yeni arayışlar gündeme geldi ve bunların en öne çıkanı postmodern düşünce oldu. Postmodern düşünce kendini ilk önce kentte, sanatta ve müzikte gösterdi. Bu süreçte postmodern felsefe temelinde, post-modern kent tasarımı ve postmodern mimari anlayışın temayüz ettiğini görüyoruz” dedi.
Postmodern kent tasarımının, modern dönemin standartlaşmış, bütüncül ve tek boyutlu yapısına tepki olarak doğduğunu ifade eden Karakaş, “Post-modern düşünce, insanı doğasıyla buluşturmayı, romantizme dönüşü, parçayı ön plana çıkararak çeşitlilik estetiği temelinde kentte yeni bir estetik paradigma inşa etmeyi amaçlamıştır. Bu yeni yaklaşıma göre insan doğası gereği çok boyutlu ve karmaşık bir varlıktır.
Zihin dünyasının katmanları vardır. Oldukça farklı çizgileri, kıvrımları bulunmaktadır ve bunlar her insanı diğerinden farklı kılar. Her insan bir dünyadır. Dolayısıyla nevi şahsına münhasır olan insanın ihtiyaçları da farklı farklıdır. Bu noktada şöyle bir çelişki ile de karşı karşıya kalabiliriz; Her insan farklı bir dünyadır o zaman her insana göre bir düzen mi kuracağız. Tabii ki hayır. Çünkü insanoğlunun ürettiği kolektif akıl diye önemli bir müktesebat vardır.
Bir arada yaşama temel bir ihtiyacı karşılamakta ancak bir arada yaşamanın birtakım bedelleri de var. Dolayısıyla bazı şeylerden vazgeçmek gerekiyor. Düzen dediğimiz şey tam da budur. Birlikte yaşayan insanların bir araya gelerek belirli değerler üzerinde anlaşıp toplu halde yaşama konsensüsü sağlamaları, kollektif aklın ürünüdür. İnsanın farklılığının getirmiş olduğu ihtiyaçların karşılanmasına ihtiyaç duyulduğu kadar birlikte yaşayabilmeyi temin etmeye de ihtiyaç vardır” diye konuştu.
Prof. Dr. Karakaş, insan, mekân ve kent ilişkisi ağında mekânın tasarlanmasının büyük önem taşıdığını belirterek; “Bu ilişkinin birçok aktörü ve öznesi vardır. Bu özneler arasında mühendis ve mimar da bulunmaktadır. Her dönemde mimar ve mühendis, kent mekânının tasarlanmasında çok güçlü aktörler olmuşlardır. Ancak hiçbir zaman iktidardan tamamen bağımsız olamamışlardır. Özellikle modern kentler, iktidarla ilişkili bir biçimde tasarlandığı için iktidar ilişkileri daha sıkı olmuştur.
Günümüzde post-modern düşüncenin kent mekânına ilişkin tasavvuruna baktığımızda ise mimar ve mühendisin yine önemli bir rol oynadığını görüyoruz. Modern dönemde mühendis, ön plandaydı ve kent mekânının şekillendirilmesinde temel aktörlerden biriydi. Post-modern dönemde ise çeşitlilik estetiğine dayalı bir anlayışın gelişmesiyle birlikte mimar öne çıkmıştır” diye konuştu. Karakaş, post-modern kent tasarımında görsel ve estetik öğelerin önem kazandığını belirterek, “Post-modern mimarlar, çeşitlilik estetiği temelinde, insanın yaşadığı çevreyle bütünleşmesini, çevresine yabancılaşmamasını, insan ile çevre arasındaki mesafenin azalmasını ve sıcak bir atmosferin oluşmasını önemserler.
Evet, insanoğlunun dengeli bir yaşam sürebilmesi için bana göre de insan, yaşadığı mekâna duygusal bir yakınlık hissi duyabilmelidir” ifadelerini kullandı. “Bugün dünyanın pek çok şehrinde geleneksel, modern ve post-modern tahayyüllerin etkilerini birlikte görebiliyoruz” diyen Karakaş, post-modern düşüncenin kent tasarımı anlayışının, modernizm kadar henüz güçlü bir etki yaratmadığını da vurguladı. Karakaş, “Modernizmin dalgası çok güçlüydü; devrimlerle geldi, her şeyi altüst eden, dönüştüren, yeniden kuran bir mekanizmayla işledi. Post-modern düşünce ise henüz bu boyutlara ulaşabilmiş değildir” dedi.
Karakaş, bilimin ve bilginin toplumsal güç ilişkilerinden tamamen bağımsız olamayacağını da vurgulayarak; kent, mekan ve toplum ilişkisini anlamada birçok bilgi kaynağının önemine değindi ve bilimin işlevine dikkat çekerek konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bilim oldukça dinamik bir yapıda hakikati arama girişimi. Özellikle sosyal bilimlerde, hatta doğa bilimlerinde bile mutlak bilgi diye bir şeyden söz edemeyiz. Bilimin ürettiği her bilgi, zamanla eskiyebilir. Yeni bilgiler ortaya çıktığında eskileri yerini onlara bırakır. Dolayısıyla insanoğlunda ve evrende gizemi çözülmemiş bir nokta varsa bilim de vardır. Bilim hâlâ varsa, demek ki insan ve evren hâlâ keşfedilmeye muhtaçtır.
Bilimin temel amacı, evrenin ve insanın gizemini çözmektir. Bununla birlikte özellikle sosyal bilimler, egemen toplumların çıkarına hizmet edecek şekilde de yönlendirilebilmektedir. Francis Bacon’un ‘Bilgi güçtür’ mottosunu hatırlayacak olursak, bilgiyi elinde tutanlar gücü de ellerinde bulundurarak tasarruf etme hakkına sahip olurlar. Kente dair mühendislik ve mimarlık alanlarında da bilgiye sahip olmak demek etkileme gücüne sahip olmak demektir.”
Konuşmasının sonunda Rektör Karakaş, kent–mekan–toplum ilişkisinin kimlik oluşumuna etkisini ise şöyle değerlendirdi:
“Kent–mekân–toplum ilişki üçgeni, yalnızca fiziksel bir bağlamdan ibaret değildir, bu üçlü ilişki içerisinde felsefe, inanç, kültür, medeniyet, estetik, şiir ve edebiyat gibi unsurlar da neşvünema bulur. Bu ilişkinin tezahürlerinden biri de kimliktir. İnsanoğlu yaşam alanında çeşitli kimliklerle dolaşır. Bu kimliklerin bir kısmını aileden, bir kısmını içinde bulunduğu sosyal etkileşim ortamlarından, bir kısmını ise gözlemleyerek, okuyarak etkilendiği kaynaklardan kazanır. Geçmişte insan daha az sayıda kimlikle yaşamını sürdürürken, günümüzde daha fazla kimliğe ihtiyaç duymaktadır. Modern dünyada ihtiyaç alanları farklı biçimlerde tasarlandığı için insan belli sayıda kimliğe ihtiyaç duymuştur. Post-modern düşüncede ise bireysel ve toplumsal yaşam da parçalar üzerinden tanımlandığı için insan, parçalı ve çoklu kimlik yapılarıyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Bu nedenle birey, çok farklı kimlikler taşımak zorunda kalmaktadır. Özetle söylemek gerekirse geleneksel kentler derinlik içeren kimliklere sahipti; ruhu ve güçlü bir belleği vardı. Modern kentler bu derinlikli kimlikten ve ruhtan uzak, standart ve tanımlı kimlikler üretti. Postmodern kent olarak niteleyebileceğimiz kentler ise kararsız kimlikleri inşa ediyor. Kentlerin taşıdığı bütün bu kimlik yapıları ise kentli insan sinmekte ve kimliklerini tayin etmede etkili bir rol oynamaktadır. Son cümle olarak ise şunu söyleyebilirim; kent, mekan ve toplum ilişkisi, insan mekan ilişkisi temelinde şekillenir. Bu ilişkide ise mekan nasıl ki insanın aynası ise insan da mekanın aynasıdır. Bu karşılıklılık ilişkisi, insanı mekansallaştırırken, mekanı da toplumsallaştırmaktadır.”
Konferans, dinleyicilerden gelen ilginç ve önemli soruların cevaplanmasının akabinde İç Mimarlık ve Çevre Tasarım Kulübü tarafından Rektör Prof. Dr. Mehmet Karakaş’a hediye takdimi ve fotoğraf çekimi ile sona erdi.