Uzmanı Uyardı: Afyon'da Diri Faylar Var
Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Bilim İletişimi Koordinatörlüğü tarafından 'Faylar Konuşur: Yerin Altındaki Hareketleri Nasıl Okuyoruz?' konulu Bilim Kafe Söyleşisi düzenlendi.
M. Rıza Çerçel Kültür ve Sanat Merkezi Konferans Salonunda gerçekleştirilen söyleşiye; AKÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şuayıp Özdemir, AKÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmail Zorluer, Jeotermal ve Maden Kaynakları Uygulama ve Araştırma Merkezi (JUAM) Müdürü Prof. Dr. Ahmet Yıldız, bilim insanları, akademik ve idari personel, öğrenciler ve bilim meraklıları katıldı.
AKÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şuayıp Özdemir’in moderatörlüğünü üstlendiği söyleşide; Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Deprem Uygulama ve Araştırma Merkezi (DUAM) Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Çağlar Özkaymak konuşmacı olarak yer aldı.
Etkinliğin açış konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. Şuayıp Özdemir, üniversite bünyesinde yürütülen bilimsel faaliyetlerin ve üretilen bilginin, akademik literatürün ötesine geçerek kamuoyuna anlaşılır bir dille aktarıldığını belirtti. AKÜ’nün bilimsel bilgi üretim süreçlerine katkı sunmaya devam ettiğini kaydeden Özdemir, akademik yayınların belirli standartlar ve formatlar çerçevesinde hazırlandığını, ancak bu çalışmaların toplumun geneli tarafından anlaşılmasında terminolojik zorluklar yaşanabildiğini ifade etti. Bilimsel dil ile halk dili arasındaki farkın, bilginin yaygınlaşmasını zorlaştırdığını vurgulayan Özdemir, bu köprüyü kurmanın gerekliliğini ifade etti.
Üniversite bünyesindeki araştırmacıların uluslararası indekslerdeki başarılarını görünür kılmayı hedeflediklerini belirten Özdemir, “Web of Science veri tabanında taranan, etki değeri yüksek Q1 ve Q2 kategorisindeki yayınları düzenli olarak takip ediyoruz. Üniversitemiz adresli bu nitelikli çalışmaların arasından, toplumsal fayda ve farkındalık oluşturacak olanların haberleştirilmesine öncelik veriyoruz” dedi. Özdemir, AKÜ bilim insanlarının nitelikli yayınların, üniversitenin akademik tanınırlığını ve marka değerini artırdığını da sözlerine ekledi.
Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve DUAM Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Çağlar Özkaymak, “Faylar Konuşur: Yerin Altındaki Hareketleri Nasıl Okuyoruz?” temalı konuşmasında DUAM olarak çok geniş kapsamda çalıştıklarını ve Türkiye’de bu anlamda çalışan deprem uygulama araştırma merkezleri arasında ön sırada olduklarını kaydetti. Fayların insanlara bir şeyler anlatmaya çalıştığını belirten Özkaymak, “İnsanoğlu dünyada yaşamaya başlamadan milyonlarca yıl önce bile faylar ve yer kabuğu sürekli hareket hâlindeydi. Bugün dağlık ve yüksek alanlar olarak bildiğimiz yerlerin bir zamanlar okyanus tabanı olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde, bir zamanlar göl olan bölgelerin bugün denizin altında kaldığı da bilimsel olarak ortaya konmuş. Örneğin, bundan 10–14 milyon yıl önce bugün bin 650 metre yükseklikte yer alan Van Gölü’nün deniz kıyısında bulunduğunu, hatta deniz olduğunu biliyoruz. O dönemlerde Afyonkarahisar’da da art arda çok büyük, devasa volkanik patlamalar meydana geliyordu. Dolayısıyla yer kabuğu aslında sürekli bir hareket hâlindedir” ifadelerini kullandı.
İnsanoğlunun yeryüzünde yaşamaya başladıktan, özellikle de yerleşik hayata geçtiği dönemden itibaren, doğa kurallarına uygun yaşaması gerekirken bunu başaramadığını söyleyen Özkaymak, konuşmasına şöyle devam etti:
“Çünkü fayları dinlemedi; aslında yalnızca fayları değil, birçok afeti de dinlemedi. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 1900’lü yılların başında Alfred Wegener adlı bir bilim insanı ilk kez ‘Kıtalar kayıyor’ dedi. O güne kadar kimse bunun farkında değildi ve 1900’lü yıllarda da bu görüşe pek inanılmadı. Ancak 1960’lı yıllara geldiğimizde kıtaların gerçekten kaydığını ve depremlerin bu plaka hareketlerinin sınırlarında meydana geldiğini öğrendik. Fakat ne yazık ki, insanlık bu kadar çok afeti tecrübe etmesine rağmen büyük bir ilerleme gösteremedi. Bu nedenle bugün yıkıcı depremler yaşandığında sadece ülkemizde değil, dünyanın farklı bölgelerinde de benzer sorunların ortaya çıktığını görüyoruz.”
İnsanların doğal yaşam ortamına uygun şekilde yerleşmesi gerekirken buna uymadığını kaydeden Özkaymak, “Dolayısıyla bizim, doğal yaşam ortamına uygun şekilde yerleşmemiz gerekirken bunu yapamıyoruz. Merkez olarak yürüttüğümüz çalışmalarda öncelikle bu konuya dikkat çekmek istiyoruz. Bu tehlikeleri ortaya koymaya çalışıyoruz ki bundan sonra atacağımız adımlarda, yeni yerleşimler kurarken bu riskleri dikkate alalım. Amacımız öncelikle budur. Çünkü insanlar ovalara, fay hatlarının üzerine ve dağ eteklerine yerleşimler kuruyor; faylar da bu yerleşimleri yıkıyor” dedi.
Doğanın oluşabilmesi ve Dünya’nın yaşanabilir bir gezegen hâline gelebilmesi için kabukta kırıkların bulunmasının zorunlu olduğunu vurgulayan Özkaymak, “Bir fayın deprem üretmesini engellemek mümkün değildir. Depremler olmasa plakalar hareket etmez, ovalar oluşmaz. Doğanın oluşabilmesi, Dünya’nın yaşanabilir bir yer olabilmesi için bu kırıkların varlığı gereklidir; depremler aslında son derece faydalı süreçlerdir. Fay kırıklarından sular çıkar, jeotermal kaynaklar oluşur; Afyon’daki jeotermal sular da faylar sayesinde yeryüzüne ulaşmaktadır. Depremler, yeryüzünü şekillendiren doğal bir süreçtir; bazı bölgelerde ise deprem olmadığı için çölleşme görülebilmektedir” dedi.
Gerekli önlemler alındığı takdirde depremlerden ağır biçimde etkilenmenin önlenebileceğini vurgulayan Özkaymak, “Biz gerekli tedbirleri aldığımız sürece depremlerden çok fazla etkilenmeyiz; ancak ne yazık ki bunu tam anlamıyla başaramıyoruz. Bu konuları her depremden sonra gündeme getiriyoruz fakat uygulamada kayda değer bir değişiklik olmuyor. Oysa biz, ülke olarak dayanışma kültürü çok güçlü bir toplumuz. İlk yardım ve afet müdahalesi konusunda dünyada gerçekten çok iyi bir konumdayız. AFAD bu alanda oldukça güçlü bir kurum. Dünyadaki yaklaşık 200 ülkeyi dikkate aldığımızda, Türkiye afet müdahalesi bakımından rahatlıkla ilk beş ülke arasında yer alır. Üstelik yalnızca Türkiye’de meydana gelen depremlere değil, yurt dışındaki afetlere de ekiplerimizle müdahalede bulunuyoruz. Afet müdahalesi konusundaki standartlarımız oldukça yüksek” dedi.
Afyonkarahisar merkezinin gelecekte deprem yaşaması muhtemel iller arasında yer aldığını kaydeden Özkaymak, “Çünkü bölgemizde diri faylar bulunmaktadır. Bir gün burada da yıkıcı depremler meydana geldiğinde benzer sorunları biz de yaşayacağız. Bu nedenle, bu tür olumsuzlukları yaşamamak için geçmiş tecrübelerden yararlanıp bunları geleceğe yansıtmamız gerekiyor.” dedi.
İl Afet Risk Azaltma Planı çalışmalarının 2021 yılında Afyonkarahisar’da başladığını belirten Özkaymak, “Afyonkarahisar bu anlamda Türkiye’deki pilot illerden biriydi; beş il arasındaydık ve planı ilk hazırlayan ekipler içinde yer aldık. Ancak o dönemde de ifade ettiğimiz gibi, bu çalışma yalnızca bir başlangıçtı. İl Afet Risk Azaltma Planı, içinde çok sayıda eylem bulunan bir eylem planıdır ve bu eylemlerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Burada üniversitemiz başta olmak üzere belediyeler, yerel yönetimler, valilik ve diğer kurumlar olmak üzere çok sayıda sorumlu kuruluş bulunmaktadır. Bu planın amacı, şehrimizi afete hazırlayacak bir yol haritası ortaya koymaktır” ifadelerini kullandı.
6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde yerleşim alanlarının çok büyük bir bölümünün diri fayların üzerinde bulunduğunu kaydeden Özkaymak, konuşmasına şöyle devam etti:
“Çünkü bu bölgeler diri fayların üzerinde yer alıyordu verimli ve yaşamak için elverişli alanlardı. Suyun çıktığı, yeşilliğin olduğu, dağ eteklerinde yer alan bu bölgeler insanlar için cazipti. Kırıkhan, Antakya, Maraş, Nurdağı gibi bölgelerde neredeyse tüm yerleşim alanları fay hatlarının tam üzerinde yer alıyordu. Dolayısıyla en fazla hasar da fayın üzerindeki bu yerleşimlerde meydana geldi. Çünkü fay hareket ediyor. Yerleşimlerin büyük bir kısmı alüvyal zemin üzerindeydi. Bunu Türkiye’nin birçok yerinde görüyoruz; Afyonkarahisar da buna dâhildir. Şehirlerimiz taşıma gücü zayıf olan alüvyal ovalara doğru genişliyor. Aslında ekip biçmemiz gereken bu verimli ovaları maalesef binalarla dolduruyoruz. Oysa binalarımızı sağlam zeminlere, kayalık bölgelere yapmamız gerekirken şehirler genellikle ovaya doğru büyüyor. Bu durum Maraş bölgesinde de böyleydi. Binalar uygun şekilde inşa edilmemişse, mühendislik hizmeti almamışsa ve deprem yönetmeliklerine uygun yapılmamışsa bu zayıf zeminlerde ayakta kalmaları maalesef mümkün olmamaktadır.”
DUAM’ın Balıkesir Sındırgı Bölgesindeki çalışmalarına değinen Özkaymak, “Bölgenin tehlike ve risk düzeyini bildiğimiz için bu bölgede jeolojik haritalama çalışmalarına başladık. Aynı zamanda Prof. Dr. İbrahim Tiryakioğlu ve ekibi, belirttiğiniz gibi fayın iki farklı bloğuna GPS cihazları yerleştirdi. Bu cihazların amacı, bulundukları noktanın yıllar içerisindeki hareketlerini ölçmektir. Bu sayede bir noktanın alçalıp alçalmadığını, yükselip yükselmediğini, sağa ya da sola doğru kayıp kaymadığını milimetre hassasiyetinde takip edebiliyoruz. Sabit istasyon niteliğindeki bu cihazlar kesintisiz veri üretmektedir. Cihazları yerleştirdikten sonra bölgede bir deprem meydana geldi ve biz bu deprem sırasında oluşan ko-sismik hareketleri, yani depremin doğrudan neden olduğu deformasyonu kaydedebildik” diye konuştu.
Sındırgı’daki depremlerin Simav’a doğru ilerlediğini belirten Özkaymak, “Net bir şekilde ifade edebiliriz ki bölgede bir ‘deprem göçü’ söz konusudur. İlk depremin kaynağına yönelik olarak yeni bir fay haritaladık. Bu fayın, makalemizde önerdiğimiz ve ilk depremi üreten fay olduğu kanaatindeyiz. Türkiye Diri Fay Haritası’nda daha önce yer almayan bir fay koludur bu. Jeolojik, jeodezik ve sismolojik verilerin tamamı bu yeni fay hattını işaret etmektedir. Çalışmamız yayımlandığında kamuoyuyla paylaşacağız; haritaya yeni bir çizgi eklenmiş olacak. Fayın yapısı gerçekten karmaşık; kaynağına ve kökenine dair önemli ön bulgularımız var” dedi. Depremlerin hareketlerinden Sındırgı’daki aktivitenin doğuya doğru göç ettiğini ifade eden Özkaymak, şunları kaydetti:
“Batıya doğru ilerlemesi mümkün değildir çünkü batıda İzmir–Balıkesir Transfer Zonu bulunmaktadır. Bu durumda riskli bölge Simav ile Sındırgı arasındaki yaklaşık 50–60 kilometrelik alan olarak karşımıza çıkıyor. Burada Simav Fay Zonu’nun Çay–Simav segmenti yer almaktadır. Önümüzdeki dönemde sismik aktivitenin Simav bölgesinde yoğunlaşacağını öngörüyoruz. Depremler Altıntaş tarafına doğru ilerliyor. Buradan sonrasında ise Afyon–Akşehir Grabeni başlıyor. Afyon–Akşehir Grabeni, büyük ölçekte birleşik olsa da kendi başına ayrı bir yapıdır. Çobanlar ve Işıklar bölgeleri riskli alanlar olarak değerlendirilmektedir. Depremler, Afyon’a doğru yaklaşmaktadır. Öte yandan, Simav’dan gelen kırılma da doğuya doğru ilerlemektedir. Sonuç olarak, Simav’dan doğuya gelen kırılmalar ile Afyon–Akşehir Grabeni’nde batıya gelen kırılmaların bir noktada birleşmesi beklenmektedir.”
Söyleşi, soru cevap bölümünün ardından katılımcılara AKÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şuayıp Özdemir tarafından teşekkür belgesi takdim edilmesiyle sona erdi.

