Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murat Arısoy

Bu kadar ayrışmadan yorulmadık mı?

Murat Arısoy 18 Aralık 2014 Perşembe 02:00:00
  İlk oyumu 2002’de kullandım. O günden bu yana oy verdiklerim ya Türkiye Büyük Millet Meclisi dışında, ya da Meclis içinde, ama hep muhalefette kaldı. 2002’yi “milat” olarak ele alırsak, 12 yılda siyaset sahnesindeki en büyük değişimin “kutuplaşma” olduğunu görürüz.
Kutuplaşma aşamalarını aklımın yettiğince anlatmaya çalışayım:
3 Kasım 2002’den sonra kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk ciddi sınavı, Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a Türkiye üzerinden yapmayı tasarladığı işgal harekâtıydı.
Dönemin AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, konuyla ilgili Tezkere’nin bir an evvel Meclis’ten geçmesini istiyordu. Partisinin grup toplantısında da “Tezkere’ye ‘hayır’ demek, Doğu Perinçek’e, Cem Uzan’a ‘evet’ demektir” diyordu. İlk kutuplaşma meselesi de gündeme gelmişti bile: Tezkere’ye evet diyenler/ Tezkere’ye hayır diyenler.
Sonra, Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasında “atama” tartışmaları başladı. Bu tartışmaların bir kısmı “kulis” bilgisiyle de basına sızdırılıyordu. Bu sefer, “Sezerciler” ile “Erdoğancılar” şeklinde bölündük.
2002’den sonra, AK Parti’nin ilk büyük sınavı, 2004 yerel seçimleriydi. Bu seçimler sırasında yavaş yavaş “AK Parti ve diğerleri” kutuplaşması görülmeye başlamıştı. Seçimlerde gücüne güç katan AK Parti, vitesi de yükseltmeye başlamıştı. Ancak yeni bir taktik geliştirildi. Yıllardır çözülmeyen sorunlar, önce ortaya atılıyor; ardından birkaç kelâm edilip “ricat”a geçiliyordu.
2007’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi bitecek, yerine bir Cumhurbaşkanı seçilecekti. Bu süreçte, 14 Nisan 2007 dönüm noktası oldu. Herkes, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olacağını düşünürken 14 Nisan 2007’de Ankara’da, Tandoğan Meydanı’nda 1 milyon kişi “Erdoğan, Çankaya’ya çıkamaz” mesajı verdi. Aslında mitingin “Tam Bağımsız Türkiye” vurgusu vardı; ama bu vurgu gündemin siyaset ihtiyacının ardında kaldı.
Ankara’nın ardından İstanbul, daha sonra İzmir…Ardından Anadolu kentlerinde yapılan mitingler. Toplumun birleşeceği düşünülüyordu; fakat bu sefer Erdoğan’ın “Bindirilmiş kıtalarla miting yapıyorlar” demeci, AK Partili kurmayların cesaretini toplamasına vesile oldu. Artık kutuplaşma kesinleşmişti: Ya AK Partilisin, ya değilsin…Ya Cumhuriyetçisin, ya değilsin. Oysa Cumhuriyetçi olup AK Parti’ye oy veren de vardı; AK Parti’ye oy vermeyip Cumhuriyetçi olmayanlar da…
22 Temmuz 2007 seçimleri, AK Parti için bir kez daha zafer demekti. Ekim 2007’de yapılan Referandum’da da büyük çoğunluk “Evet” deyince, AK Parti’nin önünde engel kalmadı.
AK Parti’nin tek güç olarak görünmesi, dürüst olmak gerekiyorsa Meclis’teki muhalefetin de işine geliyordu. AK Parti kendi propagandasını yaptıkça, CHP ve MHP cenahından da “Bize oy vermezseniz, ülkeyi 20 yıl daha yönetirler” uyarısı yapılıyordu.
Yani kutuplaşma aslında Meclis’teki tüm partilerin çıkarınaydı.
Sonrası daha kolay hatırlanır elbette.
2007’de Ergenekon davası, 2008’de AK Parti’yi kapatma davası, bu davadan bir hafta sonra Ergenekon’un ikinci büyük dalgası, komutanların hapse atılması, darbe planları, 2009 seçimleri, 2010 Referandumu, Deniz Feneri Davası, Şike Davası, 2011 seçimleri… Hep “Sen ve ben”, “Biz ve onlar” ikilemleri üzerine kuruldu.
2013’te Gezi Olayları, Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturması, Paralel Yapı soruşturmaları, Çözüm ya da Çözülme Süreci… İkilik devam etti.
Şimdi geldiğimiz noktaya bakalım: Ülkedeki hemen herkes bir “-cı”, “-cu” ekiyle tanınır oldu.
Ulusalcı, Ergenekoncu, darbeci, ayakkabı kutucu, saatçi, Makaracı, Paralelci, Çarşıcı…
Bu kadar ayrışmadan yorulmadık mı?

GÜNLERİN HİKMETİ
“Cübbeli Ahmet Hoca” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Lalegül Tv’de yayınlanan sohbetinde, günlerin hikmetini anlattı. Bir kitabında da bununla ilgili bilgi vermiş olan Ünlü, “Olayları yaratan Allah’tır. Allah, bazı günlere bazı hikmetler de vermiştir. Bir olay bir günden dolayı değil, Allah’ın yaratması nedeniyle olur” vurgusunu ısrarla yapıyor. Cübbeli Ahmet Hoca, bu bilgiyi çeşitli kaynaklardan aktarıyor. İşte günlerin hikmeti:
Pazar: Ekin ekme günü, (ağaç ekme, tohum ekme, binaya başlama günü)
Pazartesi: Yolculuğa çıkma günü
Salı: Kan aldırma günü
Çarşamba: Müslüman’a değil, Firavun’a uğursuzluk günü. Çarşamba günü kan aldırılmaz. Cüzam ve beras hastalığı Çarşamba günü belirir. Çarşamba günü ve Cumartesi günü kim kan aldırırsa sonra bir alaca hastalığı görürse kendinden başkasını kınamasın. Nur Çarşamba yaratıldı. Hangi derse Çarşamba başlarsan o dersin sonuna gelirsin.
Perşembe: Resmi vazifeler, dilekçe yazımı, işlerini görme ve devlet büyükleri/yetkilileri ile görüşme günü
Cuma: Evlenme, nikah günü, cima günü
Cumartesi: Avlanmak için uygun.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER