Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

Fetih Hem Maddenin Hem De Mananın Eseridir

Türkler İstanbul’u kuşattıkları zaman fethe hem mânevi hem de teknolojik açıdan hazır bir durumda idiler.
Tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren Cihan hâkimiyetini ve Dünya nizamını hedeflemiş bir millet olan Türk milletinin, Oğuz Han’dan beri Cihan hâkimiyetine giden yoldaki ara hedeflerin adına “Kızılelma” denmiştir.
Osmanlı’nın ilk Kızılelma’sı, Anadolu’da beylikler dönemine son verip Türk birliğini sağlamak olmuştur. Sadece Türk milleti için değil, dünyadaki bütün milletler için kavşak noktası olarak bilinen ve kendine mahsus özelliklere sahip olan İstanbul, Osmanlı’nın büyük Kızılelması olarak görülür. Evliya Çelebi, Hz. Muhammed’in doğumunda ateşgedelerin bin yıldır sönmeyen ateşinin sönmesi ve Kisra’nın sarayının yıkılışı gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelma’sının düştüğünü zikretmektedir.
Muvahhid-Hanif karakterli eski Türk dini inançlarına göre mademki gökte bir Tanrı ve yerde ve gökte tıkır tıkır işleyen bir düzen varsa, yeryüzünde de “Bir Hakan” olmalı ve dünyada da düzen tıpkı gökteki gibi tıkır tıkır işlemeliydi. Eski Türkler bu inançla Yüce Tanrı tarafından dünya nizamını sağlamakla görevlendirildiklerine inanmış ve bütün dünyayı kendi yurtları ve himayelerine verilmiş bir yer olarak görmüşler ve düşünce sayesinde hep Batıya doğru akmışlardır. Bu düşünceyi Oğuz Name’de, “Gök yüzü çadırımız; güneş bayrağımız” ve Gök Türk kitabelerinde “Üstte gök aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratılmış ve insan oğlu üzerine atalarım Bumin Kağan ve İstemi Kağan tahta oturtulmuş” sözlerinde görmekteyiz. Ayrıca din adamları, kamlar, ermiş ve evliyalar tarafından çeşitli rüyalar ve bu rüyaların yorumları ile de Tanrı’nın Türklere ulu devletler bağışladığı ve dünyanın idaresini verdiği müjdelenmiştir.
İslâm öncesi devirlerde, Türk cihan hâkimiyeti ülküsü ’nün hedefi; “Güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı ve insanları Türk töresinin himayesine almak ve Türk töresi ile dünyaya nizam verme ve dünya barışını tesis etmekti.” Milli olduğu kadar insâni özellikler taşıyan bu ülkü, Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte, “Nizâm-ı âlem ülküsü” şekline dönüşmüştü. Nizâm-ı âlem ’in hedefi de; “Allah’ın dini ile âleme nizam vermekti.” Bu yolda yapılan bütün işlerin ve savaşların gerçek amacı; “Allah’ın rızasını kazanmaktı.” Bu düşünce İslâmi devirlerle birlikte iyice olgunlaşmış ve “İ’lâyı Kelimetullah Ülküsü” (Allah’ın adını yüceltmek ülküsü) adını almıştır.
Bir nokta da dinin özü de, ibadetleri cehennem korkusu ve cennet ümidi ile değil Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapmaktır. Dinimiz, sırf Allah rızasına yönelik ibadetleri, çabaları ve karşılık beklemeden tüm insanlara yapılan hayır ve hizmetleri “Salih amel” ve bu işi yapanları da “Salih kişi” olarak nitelendirir. İşte atalarımız her yaptıkları işte Allah rızasını, Allah’ın adını yüceltmeyi ve salih Müslümanlar olmayı hedeflemişler ve bu uğurda var güçleriyle çaba sarf etmişlerdir.
İslâm öncesi dönemlerde mertliğin, cesaretin, kahramanlığın ve cömertliğin sembolü olan Alpler, İslâmiyet’in, Allah yolunda cihadı kutsal ve mübarek sayması düşüncesi ile birlikte, Alp erenler ve Derviş Gaziler olarak yeniden tarih sahnesine çıkmışlar Nizâm-ı âlem ve İ’lâ-yı kelimetullah için Allah yolunda gazaya devam etmişlerdir. Öte yandan Türkistan’dan gelen, dervişler, şeyhler, babalar, dedeler, İslâm âlimleri Selçuklu ve Osmanlı Türkiye’sinde bir münevverler, aydınlar ve ermişler kadrosu oluşturmuştur. Hiç şüphesiz başta devlet olmak üzere bu yüce ülküler bu âlimler ve ermişler kadrosunun eseri olup onlar tarafından devamlı olarak manen beslenmekte idi. Artık Sevgili Peygamberimizin İstanbul’un fethi ile ilgili olarak söylemiş olduğu hadisler dilden dile dolaşmaktadır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER