Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İnsanın İdrak Yolculuğu 11

Kulların her birinin bir idrak seyahati vardır. Yani yaratılanlar (dağ, taş, bitkiler, hayvanlar ve insan) her biri kendine ait Sünnetullah çerçevesinde (kendi fıtratında) bir yolculuk, bir döngü yaşamaktadır. Bir önemli soru şudur ki bu yolculuk nerede, nereden, nereye; bu yolculuk kimde, kimden, kime? Bu doğru olarak bilinmeden doğru yöneliş mümkün olmayacak, yolun yönü ve sonu selam, selamet olmayacaktır. Allah Ehad olduğuna göre yani “dışı ve sınırı, öncesi ve sonrası olmayan TEK” olduğuna göre yaratılanların yaratılmaları ve seyr-i sülukları (yolculukları) Allah’ta, Allah’tan, Allah iledir.

Hem ayetlerimizden hem de hadislerimizden anlıyoruz ki kesinlikle yolcuyuz, yolculuktayız. Bu yolculukta bizi öncelikle insanın idrak değişimi ilgilendiriyor çünkü bizim işimiz bu dünyadan ya cennete uygun veya cehennemlik bir idrak edinerek ayrılmak. Bu bir kazanılmış idrak değişimi olacağından insanın hedefi, tercihi, azmi, sebatı, gayreti bu kazanılmış değişim yolculuğunda çok önemlidir. Dünya işlerinden de biliriz ki başarı için kural şudur: Herkes kendi işini yapmalı, herkes kendi işini en güzel şekilde yapmalı!

İnsanın bu yolculuğunu diğerlerinin seyrinden farklı kılan ona verilen yetki ve sorumluluklardır. Bu yetki ve sorumluluk esasen insanın yeryüzünde (dünya hayatında) halifetullah olarak yaratılmasıdır. Bu vasıfla yaşayabilmesi ve gereğini yerine getirebilmesi için ona ona diğer kullardan farklı donanımlar verilmiş olmasıdır. Bunlar:

1) Bakara Suresi 31. Ayetten öğreniyoruz ki insandaki Esmaül Hüsnalardır (insana verilen, ona öğretilen Allah kanunları, Allah’a ait vasıflardır).

2) Taha 14 ayetinden öğreniyoruz ki tamamen Allah’a ait olan “BEN” deme halinin insana da yetki olarak verilmesidir. Besmele (Fatiha 1) bunun için okunur.

3) Ve Hakkı batıldan ayırmamız için verilen Muhtariyeti Tercih Gücü (eskilerin deyişiyle cüzi irade) yetkisidir.

İnsanın kendisine ikram edilen tüm donanımlarını Hak ya da batıl yönde kullanmasına yol açan ondaki tercih yetkisidir. Bu sebeple bu yetkinin yüksek bir farkındalıkla ve sürdürülebilir olarak doğru kullanımı gerektiğinden Billahi manadaki tercih yetkimizi doğru bilmemiz ve bu yetkiyi Hak yolda kullanan bir yaşantı gayretinde olmamız şart.

Yaratılanlar olarak hepimiz Allah’ın kuluyuz. Ama Allah’a (Allah’ın razı olacağı) bir kulluk yapma gayreti bizim tercih yetkimizledir. Bu durum Billahi imanla yani Allah’tayız, O’nun dileğinin suretleriyiz, O’nun ilmindeki kullarıyız idrakı ile yöneliş yoksa, günlük yaşantıda bizler Allah’ın kulu olduğumuzu çok iyi bilmemize rağmen beşer olarak yaptığımız seçimlerde çoğu zaman dunihi algıya düşeriz. Allah’ın dışı var ve Allah’ın dışında da gücü, kuvveti, imkânı, itibarı (izzeti) olan müstakil varlıklar (kullar) var zannı ile bir kulun kulu olmak anlamına gelecek duygu durumu ve davranışlar sergileriz. Mesela, bazen bir üst makamın, bazen bir doktorun, bir iş adamının, bir öğretmenin, bir yaşam koçunun, bir astroloğun, bazen bir siyasi düşüncenin veya partinin kısacası bize göre önemli, etkili, güçlü, cazip bir şeyi, bir kulu sanki o müstakilen varmış gibi sever ve ona kulmuş gibi hayat tarzları oluşturmayı seçeriz. Günümüzde veya her dönemde dinin önerdiği hayat tarzını gerici bulanlar, lüzumsuz köhne miadı dolmuş görenler kendilerine cazip gelen hayat tarzı oluşturanlar da Allah’ın kullarıdır ama Kur’an’a göre onlar Allah’a mı kulluk etmektedirler? Bu yaygın durum ahiretimiz için çok ama çok acı bir tehlikedir ve kendi ellerimizle (tercihlerimizle) oluşturduğumuz tehlikedir.

Kişilerin bazı sağlık risklerine karşı sürekli kendinde yaptıkları hatta yapmak zorunda oldukları testler vardır, bunları bilirsiniz veya görmüşsünüzdür. İşte onun gibi yaşantımızda da her daim kendimizi test etmemiz sorgulamamız gerekiyor; her an: Bu duygum, bu cümlem, bu davranışım Hak mı, Batıl mı? Bu testi 7/24 yapan biiznillah kazanır, karlı çıkar. İdrak seyahatinde motive edici, ilerletici faktörlerden birisi yanlışı fark etmek, diğer onu terk etmek bir diğeri de onun yerine bir doğruyu sürdürülebilir şekilde yerleştirmektir. Yani Hak yoldaki idrak yolculuğunda pişmanlık, tövbe ve dua hayat tarzı ile ilerlenir. Bu bilinçte olmak bile bize Hak yönde, Hak yolda biiznillah mesafe aldırır.

Bir Müslüman kardeşime sorsam “Kime kulluk edilir?” veya “Kime kulluk ediyorsun?” desem hatta bu soruyu bir Hristiyan’a veya bir Yahudi’ye de sorsam bana kızar; “Elbette Allah’a!” der, “Allah’a kulluk edilir, gerçek budur, bundan farklı inanış ve davranışlar şirktir, sapmadır” der. Oysa hayaller yani hayalen söylediğimiz cümlelerle yaşadığımız hayatlar hiç de aynı değil! Bunun aynı olması için “La ilahe illallah” kelime-i tevhidinin manasını doğru anlamak gerekiyor. Müslümanlar dahil ehl-i kitabın hepsi kelime-i tevhidi kabul etmesine rağmen neden hayatları tevhide uygun değil! Bize kelime-i tevhidi en güncel en ileri manasıyla öğreten Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV)’i hadi diğerleri kabul etmiyor bu yüzden de uzaklık idrakından kurtulamıyorlar; peki biz Müslümanlar niye böyleyiz? Bunun neden böyle olduğunu anlayıp kurtulmamız için ilk fark edilmesi gereken nokta şudur: Rasulullah Efendimiz (SAV) Sefa Tepesinde tebliğine başlarken “La ilahe illallah” dediğinde bizi Allah’a inanmaya değil, kulu olduğumuz Allah’ı tanımaya, tanıyarak inanmaya çağırdı. Bu öyle önemlidir ki! Tanımak, tanıyarak inanmak! Ayet ve Hadislerdeki tabiriyle Marifetullah! Çünkü tanımadan (marifetullah olmadan) inandığınız gibi yaşayamazsınız! Yahudi ve Hristiyanlar bu yüzden inandıkları halde Allah’a kulluk yapamıyorlar, Allah’ın razı olacağı bir hayat tarzı oluşturamıyorlar. Böyle bir hayat tarzını idraken ve yaşantısıyla öğreten Efendimiz Muhammed Mustafa’yı görmezden geliyorlar hatta reddediyorlar. Rasulullah (sav) “La ilahe illallah” tebliğinin içini Allah’ı doğru tanımak olarak doldurmuş, bu yüzden de “la ilahe illallah” derken “gelin Allah’a kulluk edin” demiştir.

Zariyat Suresi 56. ayet: “Ben cini ve insi ancak kulluk etmeleri için yarattım.”

İsra Suresi 23. ayet: “Ve Rabbin hükmetti ki ancak kendine (O’na) kulluk edin.”

Hicr Suresi 99. ayet: “Kulluk et Rabbine yakin gelene kadar.”

Sürekli okuduğumuz Fatiha Suresi 5. ayet: “Yalnız sana KULLUK ederiz” deriz.

İslamiyet’te “size Şah damarınızdan yakın” olana, “görmüyor musunuz, fark etmiyor musunuz, nefislerinizde!” denilene, bizzat ilminde bulunduğumuz hakikat olan Allah’a kulluk edilir! İslamiyet’in temelini bu kulluk anlayışı oluşturur. Rum Suresi 30. Ayet “Dine yüzünüzü hanif olarak dönün” derken de “bu hakikati fark edin, bunu fark ederek inanın ve kulluk edin (hayat tarzı oluşturun)” diyor. Bu ayetteki Hanif halin özelliklerinden birisi de budur: Kulluk etmek! Tevhid’e (Allah var başka da gerçek bir var yok idrakına) uygun hayat tarzı oluşturmak! İslamiyet’in ruhu budur; “bir”leştirmeyi yani Allah’ın sınırı olmayan tekliğini, kulların fani (yok) oluşlarını idrakta ve yaşantıda hâkim kılmak! (Yılmaz Dündar, Sen Tanrı mısın?)

Allah’a kulluk yapmak demek olan hayat tarzı yani Allah’ın istediği gibi kulluk nasıl yaşanır? Bunun ilk basamağının hanif idrakı kabul olduğunu, bu idraka uymayan her şeyi reddetmek gerektiğini sonra da bu reddettiklerimizi terk etmemiz gerektiğini biliyoruz.

İnnî veccehtu vechiye lillezî fataras semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel   muşrikîn.” (En’am-79)

“Ben hanif olarak ben vechimi (varlığımı ve ben deyişimi) semavat ve arzı Fatır olarak yaratana döndüm ve ben müşriklerden değilim.”

Hanif olmak; Allah’a eş koşmamak ve böyle yaşamaktır. Yani “La ilahe illallah” ı yaşamaktır. Allah’tan başka bir şey yoksa, işte bu gerçeğe uygun yaşamaktır. Tanrısız yaşantıdır, sözde tanrılar ilahlar edinilmeyen hayat tarzıdır; özellikle ve öncelikle kişinin kendisini ilahlık hissiyatından kurtardığı, kurtarmaya çalıştığı hayat tarzıdır. Dine yüzünüzü hanif olarak dönün demek, dine tanrılık/ilahlık iddiasında bulunmadan yaklaşın demektir. Tanrılığınızdan ve tanrılarınızdan sıyrılın demektir. Bu yapılmazsa, dilimizle “La ilahe illallah” deyip yaşantıda “müstakilen varım ve muhtarım” manasına gelen bir hayat tarzı ile salih amel mümkün olmaz. Salih amel, Efendimiz (sav) nasıl bir iman ve idrak önermiş ve o imanla neyi nasıl yapmışsa öyle yapmak, öyle yaşamaktır.

İnsanın idrak seyahatinin biricik kelimesi budur: La ilahe İllallah! Muhammedün Rasulullah!

La ilahe illallah: Tanrılık iddiasında değilim, ilahlık hissiyatlarını reddediyorum, İlla Allah!

Muhammedün Rasulullah: La ilahe illallah kelime-i tevhidine uygun bir iman ve yaşantının nasıl yaşanacağını öğreten Hazreti Muhammed (SAV)’i Rasul ve Nabi olarak kabul ettim. O’nun yaşadığı idraka talibim, o idrakla da yaşamaya talibim. Yani Rasulullah’ın yaptığı gibi yaparım; onun Risalet ve Nübüvvetine uyarım!

Hazreti Muhammed (SAV) Rasulullah’tır ama aynı zamanda Son Nebi’dir; yani ondan sonra bir daha yeniden amel tarifi (hayat tarzı tanımlama) yoktur. Biz Müslümanlar için çok önemli bir şeydir bu! Yeniden amel (hayat tarzı) arayışına girmek sapmaktır. Yeniden amel (hayat tarzı) tarif etmek, Son Nebi’yi kabul etmemek demektir. (Yılmaz Dündar, Sen Tanrı mısın?)

Kendini müstakilen var ve muhtar zannetme yanılgısına yol açan esfele safiliyn yapıyı fonksiyonsuz hale getirmek böylece onun çıktısı olan ilahlık hissiyatından kurtulmak gayretiyle olan yaşantının adıdır salih amel. Farz ve nafile salatlar, oruçlar, zekat, sadaka, infaklar, helalleri yapma, haramlardan kaçınma gibi amellerin tümünün salih amel olabilmesi de bu şarta bağlıdır. Dolayısıyla, ilahlık hissiyatına yol açan dunihi algıyı ve esfele safiliyn yapının bizdeki varlığını fark edip ondan kurtulma gayreti ile yaşamak, o gayretle namaz kılmak, hac yapmak, oruç tutmak ve o gayretle yaşanan 7/24 her halimiz salih amel kapsamındadır.

Allah’ım, razı olduğun anlamda Billahi imanı ve ona uygun hayat tarzını bize çok cazip, çok kolay kılıver ve bunu bize güzelce hayrlısıyla ikram ediver; ve lütfen Allah’ım Razı olduğun şekilde yaşatıp öyle de vefat ettiriver, öyle de ba’s ediver bizleri (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER