en iyi bahis siteleri
DOLAR 19,0409 0.08%
EURO 20,5625 0.17%
ALTIN 1.187,15-0,01
BITCOIN 5402621,40%
Afyonkarahisar

KAPALI

13:17

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

Elif Çaylıoğlu

Elif Çaylıoğlu

17 Mart 2023 Cuma

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ 9

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ 9
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şeytanlık Patronaj Sistemine karşı uyanık olalım ve korunabilelim diye iki aydır bir hadisi birlikte tefekkür etmeye gayret ediyoruz. Aslında böylece birlikte korunma duası yapmış da oluyoruz. Hani herkes teknolojiyi hedefi ne ise onun için kullanıyor ya, biz de Allah yolunda, O’nun razılığı amacıyla kullanalım istiyoruz. Hedefimiz tevhid ehli olmak, Allah’ı doğru tanımak ve bu tanıyışa göre de bu dünyada kardeşler olarak yaşamak, ölüm anında ve ahirette de Allah razılığı ile karşılanmak. Lütfeyle Allahım (âmin). Efendimiz (sav) bu hadislerinde şeytanlık sistemine ait kavramları, tuzakları açıklamakla görevli olarak gelen şeytana sorular soruyor, o da cevaplıyor. Biz işte bu soruları ve cevapları tefekkür etmeye çalışıyoruz. Hadisin ilk kısımlarında şeytan kendisi için önemli kriterleri ve kavramları açıkladı, açıklamaya da devam ediyor. Mesela kimleri, neleri ve hangi davranışları çok sevdiğini, kimlerden, nelerden ve hangi davranışlardan nefret ettiğini, yol arkadaşlarını ve sevgililerini bize tarif ediyor, tanıtıyor. Halifetullah vasıflı insanı nasıl saptırdığını, saptırmak için nasıl yöntemler uyguladığını tek tek örneklerle ve aşamalarıyla açıklıyor. Allah’ın biz kullarına bir rahmeti olarak… Alemlere rahmet, müminlere ise çok özel bir merhamet (haris, rauf ve rahim) olan Efendimiz (SAV)’in teminatı, emniyeti ve nuru ile güvenilir bilgiler alıyoruz. Çok güzel değil mi? İnşaAllah önemseyen ve ihlasla yaşayabilenler olur da daim korunuruz (âmin).
Hadis anlatımında kaldığımız yerden devam ediyoruz: Sonra Rasulullah (SAV) Efendimiz iblise bazı kısa sorular sordu ve o da cevaplandırdı. Bu karşılıklı konuşma söyle sürdü:
– Ya lâin, senin oturma arkadaşın kim?
– Faiz (riba) yiyen!
– Dostun kim?
– Zina eden!
– Yatak arkadaşın kim?
– Sarhoş!
– Misafirin kim?
– Hırsız!
– Elçin kim?
– Sihirbazlar!
– Gözünün nuru nedir?
– Evlilerin boşanması!
– Sevgilin kim?
– Cuma salâtını terk edenler!
– Ya lâin, senin kalbini ne kırar?
– Allah yolunda cihada giden atların kişnemesi!
– Senin cismini ne eritir?
– Tövbe edenlerin tövbesi!
– Ciğerini ne parçalar ne çürütür?
– Gece ve gündüz Allah’a yapılan istiğfar!
– Yüzünü ne buruşturur?
– Gizli sadaka!
– Gözlerini ne kör eder?
– Gece salât ikamesi!
– Başını yere eğdiren nedir?
– Çokça cemaatle ikame edilen salât!
Bu noktada hadisimize bir virgül koyup, bu kısmı tefekkür etmeye çalışalım.
Efendimiz (sav) çapraz sorularla ona sevgilisini, dostunu, oturma arkadaşını, yatak arkadaşını, elçisini, misafirini, onun için göz aydınlığı olan kişileri ayrı ayrı sorarak aslında esfele safilin kimliğin yani deccaliyet veri tabanının öne çıkan göstergelerini şeytanın ağzından öğrenmemizi sağlıyor. Dolayısıyla doğru inanmaya ve yaşamaya talip olanları erken uyarı sistemi ile koruma altına almaya çalışıyor. Kulu duniHi algı ve zanlarına çakılı hale getiren, mühürlenmesine yol açan, Allah dostu değil de şeytaniyetin dostu olmasına sebep olan algıyı ve onun temel davranış kalıplarını fark ettiriyor ve biz bu kimlikleri yeniden tanımlıyoruz elhamdülillah. Cuma salatını terk edenler şeytanın sevgilisi; zina edenler dostu, riba/faiz yiyenler oturma arkadaşı, sarhoşlar yatak arkadaşı, sihir ve büyü işleriyle meşgul olanlar elçisi, hırsızlar misafiri, talak silahını kullanıp boşananlar ise gözünün aydınlığı yani onu sevince boğanlardır. Böylece bizim için hem bir sözlük oluşuyor hem de korkulacak, korunulacaklar listesi…
Kur’an’da kınanan ve yasaklanan riba (paradan para kazanma, faiz), aslında doymayan nefse işaret ediyor. Doymayan nefs ribayı yasalmış gibi algılamak istese de hadisten anlıyoruz ki bizi şeytanla oturma arkadaşı yapıyor. Zina ile meşgul olan onun dostluğunu elde ediyor, sarhoşlar ise onunla aynı yatağa girmiş gibi bir konum elde ediyor. Sarhoşluk insanın akıl nurunu örtüyor, dolayısıyla hayvandan da aşağı hale düşen bu kişiyi şeytan yatağına (mahremine) alıyor. Onun bir de misafiri yani özel ağırladığı var: hırsızlar! Şeytanın hırsızla anlatmak istediği kişiler göz dikenlerdir, her yolu meşru ilan ederek başkasının elindeki imkana göz dikip hücum eden insanları şeytan hırsız olarak görüyor. Elçisi de sihirbazlar! Bu hadisteki sihirbaz kelimesi dunihi algıda müstakilen var ve muhtar güçlerin varlığını kabul eden insanları tarif ediyor, yani şeytan bu kabuldeki insanları elçi olarak kullandığını duyuruyor. Büyükelçiliklerin günümüzdeki misyonları ve yetkileri düşünüldüğünde sihirbazlar şeytan için çok sırdaş temsilciler olarak karşımıza çıkıyor. Boşananların onun göz aydınlığı kişiler olduğunu görüyoruz. Neden acaba? Boşanma süreçlerinde sözde ilahlık hissiyatlarının heva ve hevesleri için yapılan didişme, kavga hatta işlenen cinayetler şeytanı o kadar mutlu ediyor ki onun bu halini gör3en birisi ona “gözün aydın” diyebilir. Cuma salatını terk edenler yüksek bir mevki elde ederek ona sevgili payesine ulaşıyor. Buna mukabil Cuma Suresi 9. Ayete tabi olanlar da inşaAllah Allah’a sevgili konumuna ulaşırlar. Ayette “ey o vakitte salata çağrılanlar, her ne yapıyorsanız bırakıp salata (zikrullaha) koşun” buyruluyor. İnsan ya bu davete koşuyor veya bu davete kulak asmayıp şeytana sevgili olmaya koşuyor.
Efendimiz (sav)’in ikinci soru paketi içinde sıraladığı sorulardan, Allah yolunda olanların vasıflarını öğreniyoruz. Elbette bu vasıflardaki kişiler ve onların bu hayat tarzları Şeytanlık Patronaj Sistemi elemanlarını kahrediyor. Sonuçta şeytanın/şeytaniyetin kalbi kırılıyor, cismi eriyor, ciğerleri parçalanıyor, yüzü buruşuyor, gözleri kör oluyor, başı yere eğiliyor.
Şeytanın kalbini Allah yolunda cihada giden atlar (Allah için gayret ve hicrette olan nefsler) kırmaktadır. Onun cismini ise tövbe edenlerin tövbesi eritiyor. Gece gündüz Allah’a yapılan istiğfarlar ciğerini parçalıyor. Gizli sadakadan hiç hoşlanmıyor, öyle ki yüzü buruşuyor. Bir müminin gece kalkıp salat ikame etmesi ise şeytaniyet ve şeytanları kör ediyor. Kör olmuş bir Şeytanlık Patronaj Sisteminin hangi yeteneklerini kaybetmiş olacağını anlayabiliriz. Bu durumda kişinin şeytanını “kör şeytan” haline getirmesi çok önemli olarak karşımıza çıkıyor. Çokça cemaatle ikame edilen salat sebebiyle şeytanın başı önüne düşüyorsa demek ki müminlerin Billahi manada kardeşler olarak ikame ettikleri cemaatle salat sebebiyle şeytan yüksek bir çaresizlik ve başarısızlık yaşıyor, bu halinden mahcubiyet duyuyor. Elhamdülillah, öyle şükrederiz ki Allahım, bize “billahi manada kardeşler olmamızı sağlayacak ilmi ve idrakı lütfeden Allahım, öyle şükrederiz ki, öyle çok şükrederiz ki…
Nihayet anlıyoruz ki billahi anlamda iman eden bir müminin sığınışı, tövbesi, gayretleri, ikame ettiği salatı ve gizli (gerçek) infakı, bütün bunlar Allah indinde çok makbuldür. O zaman bu hallerle hallenmek biz inananlar için bir hayat tarzı haline gelmelidir. Lütfediver Allahım.
Allah’ım, Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’e, mübarek al ve ashabına razı ve hoşnut olduğun manada ve sayıda salat ve selam eyle. Ve ey Allahım bizi şeytaniyet için sevgili ve dost olmaktan koruyuver. Bizi şeytanla aynı mecliste ve aynı yatakta olmaktan, ona elçilik yapmaktan merhametinle kurtarıver. Bütün bu korkulanlardan daim koruyuver, umulan, arzu edilen bütün halleri ise kolayca ve geri dönüşsüz olarak ikram ediver (âmin).

Devamını Oku

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ (8)

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ (8)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son yazılarımızda Efendimiz (sav)’in bir hadisleri ışığında şeytan ve sistemini tanımaya gayret ediyoruz. Efendimiz (sav)’in sorduğu sorulara verdiği cevaplardaki açıklamalarındaki, itiraflarındaki konu başlıklarını her hafta tek tek ele almaya çalıştığımız yazılarımızda, şeytanın aslında faaliyetlerini, tuzaklarını tek bir kriter üzerinden geliştirdiğini görüyoruz: “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası! Bu iddiaya sahip çıkanlar, bu iddianın oluşturduğu hissiyatla yaşayanlar şeytanın sevdikleri, bu iddiayı reddedenler ise sevmedikleri olmak üzere iki grubu oluşturuyor. Böyle baktığımızda aslında bu iddiaya sahip çıkan bir idrak ve yaşantı veya onu reddetmiş bir idrak ve ona uygun hayat tarzı bizim tarafımızı da belli ediyor deyip kaldığımız yerden hadisimizi tefekküre devam edelim:
İblis bundan sonra bazı kötü davranışlar üzerinde durdu ve bu davranışlardan nasıl yararlandığını anlattı ve şöyle devam etti: “Yalan bendedir, ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse o da benim sevgilimdir. Âdem ve eşine Allah adına yalan yere yemin edip onlara nasihat ettiğimi söyledim. Bunu yaparım, çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir. Gıybet ve koğuculuğa gelince, onlar da benim meyvelerim ve şenliğimdir. Kim talak üzerine yemin ederse, günahkâr olacağından endişe edilir; isterse bir defa olsun, isterse doğru bir şey üzerine olsun, her kim talakı ağzına alırsa bu durumun hakikati belli oluncaya kadar karısı ona haram olur, onların bu halleri ile meydana getireceği çocuklar zina çocuğu olur. Kişinin ağzına aldığı o talak kelimesi yüzünden hepsi cehenneme gider.”
Bu noktada durup hadisimizin bu kısmını tefekkür etmeye çalışalım. Şeytanın bu açıklamalarında çok önemli tanımlamalar ve adres tarifleri var! Şeytan söyleminde dostunu, sevgilisini, çok büyük bir haz alıp keyiflendiği eğlencesini, onun içini açan meyveleri ve şenliğini olgu, olay ve kişilik adresleri vererek tanımlıyor. Görüyoruz ki onun dostu yalan söyleyenler; sevgilisi yalan yere yemin edenlerdir. Yine görüyoruz ki şeytanlık patronaj sistemi yalan yere yemin ederek gönlünü eğlendirirken, gıybet ve koğuculuk yapmak suretiyle oluşan ürünler, meyveler onda bir şenlik, bir festival coşkusu oluşturuyor. Eşleri birbirine düşürerek, aralarında nefreti artırarak “talak”a yani “boşadım seni” noktasına getirmenin planlarını yapıp, hem de yeminle bu sözü söylemelerini sağlamak üzere çalışıyor ve bundan müthiş bir keyif alıyor. Yani Şeytanlık Patronaj Sistemi verdiği dürtülerle, vesveselerle, zannlarla, zulmani vehimlerle Halifetullah vasıflı insanı yanıltıyor, kandırıyor, ifsat ediyor, sonu Allah’tan uzaklık, hüsran ve cehennem olan bir süreci yönetmeye ve bunda başarılı olmaya çalışıyor.
İnananlar da diğer insanlar gibi “yalan” ve “yalan yere yemin” ifadelerini duyunca ilkin günlük hayatla ilgili olarak düşünüyorlar. Bu doğru olsa da bizi yalandan ve yalan yere yeminden kurtaracak mana bu değildir. Yalan kişinin Allah hakikatini örten bir idrak ve iddiayla, ilahlık hissiyatıyla duygu düşünce üretmesi, konuşması ve davranmasıdır. Yalan yere yemini de bu bakışla değerlendirdiğimizde; kişinin ahseni takvim idrakla Allah’a verdiği yemin niteliğindeki sözünü yerine getirmemesidir; “şahidiz ki Rabbimiz sensin” ahdine sadakat göstermemesidir. “Kalu bela” olarak tanımlanan bu ahit insanın “fıtri yemini” olarak bilinir.
Bu noktada elbette kendimizi daima test etmemiz gerekiyor. Konuştuğumuz her iki manayı da düşünerek kendimize soruyoruz: Ben günlük yaşantım içinde Rabbimiz Allah hakikatine karşı bir yalancı rolünde miyim, yani şeytana avukatlık yapıyor muyum? Şeytanlık Patronaj Sisteminin bu tanımından sonra, acaba ben şeytanın bu tarifi kapsamına giriyor muyum korkusunu taşımamız gerekmez mi? Kişi günlük yaşatışında insanlarla ilişkisinde kendini bilir; hayatında yalan ve yalan yere hatta gereksiz yere yemin var mı yok mu bunu bilir. Örneğin bir öğrencinin sınavdan aldığı 60 olan notunu ailesine 90 olarak söylemesi bir yalandır, böyle söyleyen bir öğrenci ne yaptığını bilir. Ama tek işi Allah’ı tanımak ve bu tanımaya uygun da yaşamak olan Halifetullah vasıflı insan, hal ve hareketleriyle, duygu ve düşünceleriyle, konuşmalarıyla Allah indinde bir yalancı, yalan yere yemin eden bir kul olup olmadığını eğer Billahi imanla tanışmamışsa fark etmez. Her iki durumda da insanı yalancı durumuna, yalan yere yemin eden kişi haline düşüren Şeytanlık Patronaj Sistemi işini mükemmel şekilde yaparken, insan (eğer nefsi levvameye girip de tövbe etmezse) dünya ve ahiret hayatını zulmete/karanlığa yani cehenneme çevirir.
Şeytanlık Patronaj Sisteminin asıl hedefi kulun Rabbine karşı yalancı olmasını sağlamaktır. Yaşantımızda karşımızdakine söylemiş olduğumuz her yalan da aslında önce Rabbimize sonra karşı tarafa söylenmiş olduğundan tümü aynı kapıya çıkmaktadır. Durum böyle iken: insan neden herhangi bir olayda onu gören bir şahit, bir kamera varken yalan söyleyemezken, Allah’ta Allah ile Allah’tan olmamız sebebiyle her anımıza şahit olan Rabbimiz Allah halini unutup kolayca yalanı tercih edebiliyor? Yeterince tanımadığı için! Hakkıyla tanımayanda haşyet olmayacağı için!
Var gibi görünenleri görmek ama gerçek VAR’ı görememek Halifetullah vasıflı insan için bir imtihan halidir. Ya yeminine sadık kalıp gerçek VAR’ı görecek veya aldanma yurdu olan dünyadaki duniHi algı bakış açısıyla YOK’u var sanarak yaşayıp gidecek… Bu bir mühlet işi… Rabbimiz bu dünyada insana mühlet veriyor. Kulunun yalandan kurtulup, yeminine dönmesi, böylece Hakkı tercih etmesi veya yalanına yapışıp bir yalancı olarak yaşayıp gitmesi için bir mühlet var… Bu mühlet, Hakk yolda olanlar için bir kurtuluş süreci iken, Batıl yolda olanlar için bir hüsrandır. Her iki gruptakiler için de mühlet, kendi hallerine şahit olmaları için tanınmış bir süredir.
Hadisimiz şeytanın salat konusundaki itirafları ile devam ediyor:
“Salâtını ikame etmeyi an be an tehir edene gelince; salât ikamesi için harekete niyetlendiğinde ona vesvese veririm; şimdi meşgul olduğunu, salât için daha vakit olduğunu söylerim. Sonuçta o, vaktinin dışında salat ikame eder ama salatı ikame edememiş olur. Şayet o kimse bu vesveselerimde beni mağlup ederse ona insan şeytanlarından birini yollarım da onu salât ikamesinden alıkoyarım. Bu sefer de beni mağlup ederse, salât sırasında vesvese hücumu başlatırım ve salâtta iken ona “sağa bak, sola bak” derim; bunları yapınca yüzünü okşayıp sadrını rahatlatırım. Sonra da ona “sonsuza kadar işe yaramaz bir ibadet yaptığını” söyleyip sadrını daraltır, huzurunu bozarım. Her kim salât ikamesinde çokça sağa sola bakar ve çevresiyle ilgilenirse Allah onun salâtını kabul etmeyebilir. Bu durumda da mağlup olursam, yalnız başına salât ikame ederken ona çabuk olmasını, acele etmesini söylerim de horozun yerden yem toplaması gibi secde eder. Eğer beni yine mağlup ederse, kişi cemaatle salât ikame ederken başına bir gem takar, ona imamdan evvel rükû ve secde yaptırırım. Böyle davranırsa kıyamet günü Allah onun başını eşek başına çevirir. O kimse bunda da beni mağlup ederse, bu kez salât ikamesinde parmak çıtlatmasını telkin ederim ki böylece o beni tesbih edenlerden olur. Bu işin sonunda esner ve elini de ağzına kapatmazsa içine küçük bir şeytan girer ve onun dünya hırsını (duniHİ algı ve zanlarıyla edindiği hevasını) ve dünyevi (duniHİ) bağlarını çoğaltır. Böylece o kimse hep bize itaat eder, sözümüzü dinler. Miskinlere, çaresizlere ve zavallılara gider, salât ikamesiyle uğraşmamalarını telkin ederim, salâtın onların değil, hali vakti çok iyi olanların uğraşısı olduğunu söylerim. Hastalara gider salâtı bırakmasını söylerim. Allah’ın “Hastalara zorluk yok” buyurduğunu, iyileşince kılması gerektiğini telkin ederim. Hatta iyileşince daha iyi yapabileceğini söylerim. Böylece o salât ikamesini bırakır da küfre girme ihtimali artar. Şayet o hastalığında salât ikamesini terki sırasında ölürse, Allah’ı kendisine karşı hoşnutsuz bulur.”
Şeytanlık Patronaj Sisteminin “dinin direği” olan salatı yıkmak için nasıl da bıkmadan usanmadan uğraştığı bu kadar açık iken bunu inananlar olarak fark etmiyor olmamız, önemsemiyor olmamız ancak bizim ayıbımız olsa gerek! Çok net görüyoruz ki şeytan salata niyet sürecinden itibaren salat tamamlanıncaya kadar Halifetullah vasıflı insanı engelleme, oyalama, ifsat etme planlarını içeren vesveselerini bıkmadan usanmadan uygulamaktadır. Billahi imanlı kullara da yoğun biçimde verdiği bu kapsamdaki vesveselerle salatımızı (yöneliş idrakımızı) Billahi idrakten dunihi algıya indirme gayretindedir. Yoksa yaptırmak istediği fiziksel bir duruş olarak etrafla ilgilenmek değil salatta olan kulu billahi idrakten (ahseni takvimden) uzaklaştırıp dunihi algıya (esfele safiline) düşürmektir. Kul hangi ibadette olursa olsun (ki hayat tümüyle kulluktur, yani ibadettir), şeytanın istediği kulun duniHi algı içerisinde olmasıdır. Bir inanan için çok tehlikeli olan budur, fark edilip uyanık olunması gereken de budur. Kulun Hakk yolda olduğunu sandığı bir hayat tarzı üzere yaşadığını düşünürken dȗniHİ algıda olması ama kendini çok da dindar zannetmesi çok acı, çok zor ve hiç arzulanmayacak bir durum değil mi? Muhafaza buyur bizleri Allahım (âmin).
Allah’ım, bize senin razı olduğun geri dönüşsüz bir iman ve sadık bir yakin lütfediver. Ve indinde en makbul olacak bir biçimde salatlarımızı dosdoğru ve zamanında ikame edebilmeyi, salatlarımızda miracı yaşayabilmeyi de bize lütfen ilham ediver, ikram ediver Allah’ım (âmin).

Devamını Oku

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ (7)

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ (7)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Şeytan ve Sistemi” yazılarımıza devam ediyoruz ama “Şeytanlık Patronaj Sistemi” adıyla. Neden? Çünkü şeytaniyet “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası üzerine kurulu bir hakimiyet, bir yönetim, bir tebaa oluşturmak, patronluğu elinde tuttuğu bir patronaj sistemini sürdürmek istiyor. Bakın, böyle bir sistem kurmak istiyor demiyoruz, zaten kurulu böyle bir sistem var, onu sürdürmek ve tebaasını artırmak istiyor. İşte onun sisteminin mekanizması öğrenelim diye Rabbimiz, Rasulullah Efendimiz (SAV)’e şeytanlık patronaj sisteminin bir elemanını gönderip açık açık anlatmasını dilemiş ve tefekkür etmekte olduğumuz hadisle bize bunu lütfetmiştir. Devam ediyoruz:
Konuşmanın bu kısmında Rasulullah (SAV) Efendimiz Allah’a hamd ederek şöyle dedi: “Hamd ümmetime saadet ihsan eden, seni de belli bir vakte kadar şaki kılan Allah’a aittir.”
Bunun üzerine şeytan: “Heyhat! Ümmetinin saadeti nerede? Ben o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah olursun? Ben onların kan mecralarına girerim, etlerine karışırım ama onlar bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve ba’s gününe kadar da bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki, onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini, ümmilerini ve okumuşlarını, facirlerini (Allah’a verdikleri sözü unutanları, edep perdesini yırtanları, fütursuzca günaha dalan fasıkları, haktan sapmışları) ve abidlerini (dindarlıkla hizmet, itaat ve ibadet edenleri); hâsılı bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat Allah’ın halis (duniHi algıyı reddetmiş, terk etmiş, Billahi imanlı Hanif) kullarını, işte onları azdıramam” dedi.
Efendimiz (SAV) “Sana göre ihlâs sahibi (muhlis) kullar kimlerdir?” diye sorunca şeytan şöyle cevap verdi: Bir kimse ki dirhemini ve dinarını sever; o, Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görsem ki dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz, bilirim ki o ihlas sahibidir, hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malını ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularında kaldığı müddet o bana en çok itaat eden olur. Bilmez misiniz ki; mal sevgisi, büyük günahların büyüğüdür. Bilmez misiniz ki; baş olma sevgisi büyük günahların en büyükleri arasındadır.
Şeytanın sevdiği kulların özelliklerini tefekkür ederken daima “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası altında ilahlık hissiyatıyla yaşayan bir idrakı anlattığını unutmuyoruz. Demek ki böyle kullar malını (müstakilliğini) ve övülmeyi (bu müstakilliği ile anılmayı ve kendisine müstakilmişçesine davranılmasını) sevdiği sürece, kalbi de dünya arzularına katıldığı (bu duniHi algıyı sevdiği, arzuladığı, tasdiklediği, desteklediği) sürece şeytanlık patronaj sistemine en çok itaat edenler olarak liste başı oluyor. Bunu şeytan söylüyor. Yine anlıyoruz ki, şeytan kulun kanında dolaşıyor, etlerine karışıyor. Çok korkunç, çok! Kana yayılan hormonların hazzıyla etini öne çıkarma davranışının kaynağı, sebebi ne kadar açık değil mi? Şeytan kanımıza girdiğinde biz (kana bir enjektörün girmesi gibi) fiziksel bir değişim hissetmediğimiz için onun kanımızda dolaştığını fark etmiyoruz. İşte burada en tehlikeli olan şeyin altını çizmemiz gerekiyor. Biz tüm bu dürtü, haz ve davranışları kendimizin başlattığını düşünüyoruz. Evet karar alan biziz ancak kan hücrelerimize kadar girip bizi Hak yoldan ayırmaya çalışan şeytanlık patronaj sistemidir. Ona itaati gösteren kriterler ise mal sevgisi, övülmeyi sevme, kalben dünyaya ait arzuları (duniHi arzuları) tasdik olarak ifade ediliyor ki bu durum bizdeki ilahlık hissiyatının, yani “müstakil olarak güç, mal ve hüküm sahibiyim” iddialı yaşantının tezahürlerindendir. Şeytanlık patronaj sistemi için bir kulu cazip bir hedef yapan, o kulun kanına girmesini, etlerine karışmasını sağlayan cazibe budur zaten: kulun ilahlık hissiyatları, müstakillik iddiaları. Bunlar Allah’a şirk koşma veri tabanına ait olduğundan şeytan için yüksek bir cazibe oluşturur ve o kulun kanına etine karışır. Ve kul bunu çoğu zaman fark edemez de kendi düşüncesi zannedip hayatına bu halle devam eder. Talip olan için nasıl bir ipucu var bakın: İlahlık hissiyatlarımızı yakalayıp terk etmeye başladığımızda şeytanlık patronaj sistemi için cazip bir hedef olmaktan çıkmaya başlıyoruz, vereceği vesveseyi de kesmiş oluyoruz, Biiznillah. Bunu şeytan açıklıyor: Bir kimseyi görsem ki dirhemini ve dinarını sevmez, övülmek ve methedilmekten hoşlanmaz, bilirim ki o ihlas sahibidir; onu hemen bırakır kaçarım. Şeytanın kendisini bırakıp kaçtığı kul olmak isteyen için çok net bir tanımlama değil mi? Biliyoruz ki ilahlık hissiyatını reddedip ondan kurtulma, onu terk etme gayretine girmiş kul ihlas sahibi (muhlis) kul sınıfına girmiştir, elhamdülillah. Önceki yazımızda şeytanın hoşlanmadığı ve köşe bucak kaçtığını beyan ettiği Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (ra) işte bu kullardan oldukları içindi.
Şeytan anlatımını şöyle sürdürdü: “Benim yetmiş bin çocuğum var. Bunların her biri bir yere tayin edilmiştir. O her bir çocuğumla birlikte yine yetmiş bin şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya, bir kısmını gençlere, bir kısmını şeyhlere, bir kısmını da yaşlı kadınlara gönderdim, musallat ettim. Gençlere gelince, aramızda bir anlaşmazlık yoktur, onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklarla da bizimkiler istedikleri gibi oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da âbidlerin başına dert ettim, bir kısmını da zâhidlerin. Onların yanına girer ve halden hale sokarlar, bir tepeden diğerine hep dolaştırıp dururlar. Sonuçta öyle bir hale gelirler ki sebeplerden herhangi birine küfrederler, böylece onlardan ihlası alırım. Geldikleri bu hal ile onlar artık ibadetlerini ihlassız yapar ama bu hallerinin farkında olmazlar.
Şeytanın hedefi kulları hak yoldan (Billahi imandan) uzaklaştırıp duniHi algı sapıklığında tutmaktır. Bunu yaptığı hedef kitleye baktığımızda hemen herkesi listede görüyoruz: Ulema, abidler, zahidler, gençler, yaşlılar, yaşlı kadınlar, çocuklar… Şeytanlık patronaj sisteminin taktikleri sonucu bütün bunlar halden hale girmekte, bir tepeden diğer tepeye dolaştırılmakta, sonuçta sebeplerden birine küfretmekte yani bir olayın, işin, kişinin, nesnenin, eşyanın ilişkisini Allah ile kurmayarak küfretmekte, Allah hakikatini örtmektedirler. İşte o zaman onlardan ihlasın aldığı ve geldikleri bu hâl sonucu artık ibadetlerini ihlassız yaptıkları ama bu hallerinin de maalesef farkında olmadıkları anlatılıyor. Muhafaza buyur biz kullarını Allahım (âmin).
Şeytanın “onların yanlarına girer ve onları halden hale sokar, bir tepeden diğerine hep dolaştırıp dururlar” diye ifade ettiği aslında vesvese sürecidir. Şeytanlık patronaj sistemi, ihlasa, Billahi manada imana sıkı sarılmamış kullara verdiği vesvese ile onlardaki duniHi algı ve zanlılarını, heva ve hevesleri, ilahlık hissiyatını canlandırır, güçlendirir. Bu heva ve heveslerle, bu hissiyatla kişi halden hale girer. DuniHi algı temelli “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ile oluşan (sözde) ilâhlığını bir dağdan diğer dağa (ilahlık hissiyatlı iddialarında) gezdirir durur. Çok net görüyoruz ki insandaki müstakilen varım ve muhtarım iddiası şeytanlık patronaj sisteminin tuzaklarına açılan kapımızdır. Şeytanın bizi türlü türlü yönlerden değil sadece tek bir iddia üzerinden yakaladığını fark etmemiz ve hiç unutmamamız gerekiyor. Koruyuver ve bu hali lütfediver, ikram ediver Allahım (âmin). Demek ki yaşantıda “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasından ne kadar uzak isek şeytandan da o kadar uzağız; yaşantımızda müstakilen varım ve muhtarım iddiası ve ilahlık iddiası ne kadar kuvvetliyse o kadar şeytanın emrindeyiz, belki de o kadar şeytanız, o patronaj sisteminin elemanı haline geliyoruz.
Hadisimizden anlıyoruz ki: şeytan facirler kadar Allah’a iman eden kulları da saptırmaya çalışıyor. Öyle ki bu kullardan (onları duniHi algıya iterek) ihlası alıyor ama farkında bile olmadan ibadetlerini, hayatlarını ihlassız olarak sürdürüyorlar; “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası her işi ve her hallerinde gizlice kendisini koruyor. Bu sebeple şirk koşuyor oldukları için de ibadetlerinin bir hükmü, bir makbuliyeti olmuyor. Bu tehlikeden korkmak ve bu riski unutmamak gerekiyor… Bu duruma karşı Rabbimiz Kur’an ayetleriyle bizi şöyle uyarıyor:
“(Allah) bir fırkaya hidayet etti, bir fırka üzerine de dalalet hak oldu. Muhakkak ki; onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları (duniHi algı ve zanlarını) dostlar edindiler… Ve sanıyorlar ki kendileri hidayete erenlerdir.” (A’raf-30)
“Amellerinin (yapıp işledikleri ve hayat tarzlarının) kötülüğü kendisine süslenmiş de onu iyi ve güzel gören kimse mi?” (Fatır-8)
“Muhakkak ki; bunlar (şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.” (Zuhruf-37)
Hadisimiz şöyle devam ediyor: İblis daha sonra aldattığı bir rahibin hikâyesini anlattı. “Rahip Barsisi tam yetmiş yıl ihlas umuduyla ve dikkatlice Allah’a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki; her dua ettiği hasta onun duası bereketiyle şifayab oluyordu. Onun peşini bırakmadım… Zina etti, katil oldu; sonunda küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Kur’an’da konusu şöyle geçer: “Şeytanın hali gibidir ki; o insana ‘kâfir ol’ dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa da ona şöyle söyledi: “Ben senden uzağım. Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
Görüyoruz ki şeytan görevini yaparken hakkıyla olmasa da alemlerin Rabbi Allah’ı biliyor ve korkuyor ve bunu da söylüyor; Hak yoldan sapan kullardan uzak olduğunu, çünkü Allah’tan korktuğunu dile getiriyor. Oysa insanların çoğu Allah’tan korkmuyor bile…
Çok korkuyor ve sığınıyoruz:
“Allâhümme innî eûžü bike en üşrike bike ve enâ a’lem ve estağfiruke mimmâ lâ a’lem. İnneke ente Allamul Guyub.”
“Allahım, Farkında olarak şirk koşmaktan (duniHi algı ile yaşamaktan) kesinlikle sana sığınırım. Bilmeyerek bu hale düşmelerimi ise bağışlamanı dilerim. Kesinlikle sensin, ğaybları (bilinmeyenleri, bilinemeyecekleri, bildirmediklerini) bilen.”

Devamını Oku

ŞEYTAN VE SİSTEMİ -6

ŞEYTAN VE SİSTEMİ -6
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Efendimiz (sav)’in sorularına şeytanın verdiği cevapları, dünya ve ahiretimiz için çok önemli bir öğrenme imkanı gözüyle bakarak, kulağımızı v e kalbimizi açmış olarak tefekkür etmeye çalıştığımız yazılarımıza hayrlı olması duasıyla devam ediyoruz. Neden çok önemli? Çünkü soruları biz ümmeti için çok müşfik, çok merhametli, çok muhabbetli, billahi imanlılara çok düşkün olan Efendimiz (sav) soruyor. Bu sorulara doğru cevap vermekle emrolunmuş bir kul olarak şeytan da cevaplıyor. Dolayısıyla, Efendimiz (sav)’in “O hevasından konuşmaz, ancak kendisine vahyedilendir söyledikleri” ayeti gereği emsalsiz Hakk aklı ile sordukları sadrımıza nasıl bir şifadır ah bir bilebilsek… Ve o sorulara şeytanın ağzından itiraflar niteliğindeki cevaplar, bizim şeytani tuzaklara düşmememiz için nasıl birer yol işaretleridir bir fark edebilsek… Ve bu farkındalıkla hiç unutmadan ah bir yaşayabilsek…
Hadisimizin anlatımına ve inşaAllah can kulağıyla tefekkürüne devam ediyoruz:
Efendimiz (SAV) ashabı (ra) hakkında bazı sorular sormaya başladı: “Ebu Bekir için ne dersin?”
İblis: “O bana cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. İslam’a girdikten sonra nasıl olur da bana itaat eder” dedi.
Efendimiz (SAV): “Peki, Ömer bin Hattab için ne dersin?”
İblis: “Allah’a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde O’ndan kaçtım” dedi.
Efendimiz (SAV): “Peki, Osman bin Affan için ne dersin?”
İblis: “Ondan utanırım hem de çok. Nasıl ki, Rahman’ın melekleri de O’ndan utanırlar.”
Efendimiz (SAV): “Peki, Ali bin Ebu Talib için ne dersin?”
İblis: “Ah, onun elinden bir kurtulsam; o kendi başına kalsa, ben kendi başıma kalsam, o beni bıraksa, ben de onu bıraksam; ama o beni bırakmaz” dedi.
Bu noktada durup hadisimizin bu kısmını tefekkür edelim inşaAllah. Hadis anlatımındaki sıralamada şeytanın hiç hoşlanmadığı fıtrat özellikleri bize halife efendilerimiz (ra) üzerinden öğretiliyor. Böylece hem bu vasıfların duasına başlamamız hem de o mübareklerin müjdelenişleriyle sevinip dua etmemiz, gıpta etmemiz, onların halleri için hayretimizi yükseltmemiz gerektiğini anlıyoruz. Bu vasıflar şöyle sıralanmıştır ki bu sıralama Efendimiz (sav) sonrası Hilafet süreçlerine ilişkin hak sıralamayı da tasdik etmekte, ümmetin (talip olanlarının) bu konuda da ihtilafa düşmesini, ikilemde kalmasını giderecek bilgiyi ihtiva etmektedir.
1. Sıddıkıyet; Hz. Ebubekir.
2. Hızlı, adil, tam çözümlü Farukiyet; Hz. Ömer.
3. Allah’tan daima derecesi yükselen bir ittika, utanma; Hz. Osman.
4. Arif’in, manaları daima birleştiren ve her manadan hızla tevhid manasına sıçrayan ilmi; Hz. Ali.
Elbette bu özelliklerin her biri bir diğerinde mevcut olmakla birlikte bizim için bu özellikleri en ileri düzeyde taşıyan ve yaşayan Efendimiz (sav)’in bir taltifi ve tasnifi söz konusudur burada. Elhamdülillah. Birer lütuf, ikram ve merhametin olan nimetlerin sebebiyle öyle şükrederiz ki Allahım, bi adedi ilmike…
Şeytanın verdiği cevaplardan anlıyoruz ki bu fıtrat özelliklerine sahip insanlardan şeytan hiç hoşlanmıyor. Kendi diliyle ifade ediyor ki sadık olandan, kalbine sıddıkıyet yazılan yani sıdk üzere yaşama gayretinde olan müminden şeytan ümidini kesiyor. Hakkı batıldan her daim, hızla ve tereddütsüz ayırma hali olan Farukiyet halini (Furkan halini) yaşama mücadelesindeki müminlerden korkuyor, onlarla aynı adreste yaşayamıyor, kaçıyor. Allah’tan ittika ile haya eden bir müminden, Allah’tan utanandan o da haya ediyor, utanıyor, ona tuzak kurmaktan haya ediyor, hem de çok… Allah’ı ilim yollu (marifet ehli olarak) tanıyan müminlerdeki nurdan da çok rahatsız oluyor. Onların zulmeti, karanlığı aydınlatan bu marifet halleri sebebiyle kendisinin hile ve tuzaklarını boşa çıkarmalarından, müminleri uyarıp korumalarından böylece şeytan ve sisteminin tüm çaba ve gayretlerinin boşa gitmesinden ziyadesiyle çekiniyor ve “böyle kullar bana karışmasalar, işimi bozmasalar, ben de onlara musallat olmasam” diyerek Allah’ı doğru tanıtan ilimden ve bu ilmi yaşama gayretinde olanların ferasetinden ve müdahalelerinden bir tırsmışlık, köşeye sıkışmışlık hali gösteriyor; “Ah, onun (onların) elinden (ellerinden) bir kurtulsam; o (onlar) kendi başına kalsa, ben de kendi başıma kalsam, o (onlar) beni bıraksa, ben de onu (onları) bıraksam… Ama o (onlar) beni bırakmaz” diyerek bu duygusunu çok net biçimde ifade ediyor.
Bu fıtri özellikler aslında bize ihlaslı kulların temel vasıflarını da anlatıyor gibi. Böyle baktığımızda anlıyoruz ki; şeytan “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasına ve “ilahlık hissiyatına” sırtını dönmüş, bunlardan sıyrılmış böylece ihlas sahibi (muhlis, muhsin) kullardan hoşlanmıyor. Mübarek halife efendilerimiz üzerinden bize öğretilen fıtrat özelliklerinden tedirgin oluşundan anlıyoruz ki Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Ömer (ra) Efendilemiz bu kullar arasındadır, bu vasıflarla donanmaya talip kullar için de Efendimiz (sav)’in izinde ve yolunda temiz ve sağlam birer örnek, aydınlatıcı birer lambadırlar. Allahım, onlardan, eşleri ve yavrularından ve diğer sahabe efendilerimizden ve hepsinin imamı, sevgilisi, dostu, seyyidina Muhammed Mustafa (sav)’den ve alinden, her dönemde O’nun tertemiz, emniyetli, huzur verici, koruyucu, gönüllere aydınlık veren yolunda sapmadan yürüyen mümin ve müslümanlardan razı oluver (âmin).
Kur’an bize sıdkın (sadıklığın) duasını öğretmiş, “böyle diyerek dua edin” diye de önermiştir. İsra (80):
“Ve kul rabbi edḣilnî mudḣale sidkin veaḣricnî muḣrace sidkin vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ(n)”
Dua edeceğimizde şu kısmını söyleyerek dua etmek, böylece sıdk üzere bir hayat yaşamayı Rabbimizden ısrarla talep etmek bizlere lütfedilir inşaAllah.
“Rabbi edḣilnî mudḣale sidkin veaḣricnî muḣrace sidkin vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ”
Mealen: “Rabbim, beni (gireceğim her şeye) sıdık üzere girdir ve sıdık çıkarışla çıkar ve benim için ledünnünden bir sultanı nasîr kıl (rahmani feth ve zafer getiren özel bir yardım ikram et).” Âmin…
Furkan ehli olmak için de ayetlerden yararlanıp dua edebiliriz. Furkan (1): “Tebarekellezi nezzelel furkane ala abdihi li yekune lil alemine nezira: Kuluna Furkan’ı inzal eden, indiren, ikram eden (Allah) ne mübarektir” ayetini okuyup sonra da “Allahım, lütfen beni de o kullarından eyle (âmin)” diyebiliriz.
Allah’tan haya ederek yaşamak isteyen bir inanan için Furkan (74) bize seslenir, benden yararlanın der: “Vec’alna lil muttekine imama: senden haya eden, senden utanan müttaki kullarının önde gidenlerinden eyle bizi (Allahım).”
Elbette bu dört fıtrat vasfı için Kur’an ayetlerimizde ve hadislerimizde bize ikram edilmiş başka dualar da bulabiliriz.
Marifetullah ehli olmak yani Allah’ı doğru tanıyarak yaşamak için de ayetlerimizden yararlanabiliriz. TaHa (114): “Rabbi zidniy ilmen”, TaHa (25) “Rabbi’şrahli sadriy”, Şuara (83): “Rabbi hebliy hukmen ve elhikniy bis salihiyn.” gibi dualara sarılabiliriz. Bu dualarla diyoruz ki: Allahım (seni, tevhdini, sistemini dosdoğru anlatan Kur’an ayetlerini kolaylıkla anlamamı lütfederek, razı olduğun hal üzere) ilmimi artır. (Bunun için de) sadrıma inşirah lütfeyle (sadrımı genişlet). Ve bana hikmetini ver de beni (dünya ve ahirette kendileri için bir mahzunluk ve korku olmayan) salihler arasına alıver (âmin)…
Bakın şeytanın cevaplarından elde ettiğimiz ipuçlarıyla, Biiznillah nasıl güzel ve hayrlı hedefler oluşturmak ve korunmak lütfediliyor, elhamdülillah. Alimler ve arifler, işte bu sebeple, şeytan ve sistemini, Billahi imanlıların ilerlemesi için gerekli ve önemli görmektedir.

Devamını Oku

ŞEYTAN VE SİSTEMİ (5)

ŞEYTAN VE SİSTEMİ (5)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şeytanı kendi dilinden tanımaya çalıştığımız yazılarımıza devam ediyoruz. Efendimiz (SAV) bu hadiste şeytana yönelttiği sorular ve gelen cevaplardan biz müminlerin yararlanmasını arzu etmektedir. Hadisimizin daha önce ele aldığımız kısmında şeytanın en sevmedikleri, sevmedikleri ve sevdiklerine ilişkin bir sıralama görmüş, bu sıralamadaki temel kriterin DuniHi algı ve zanları sebebiyle oluşan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ve “İlahlık Hissiyatı” olduğunu, bu iddia ve hissiyatı reddeden ve terk edenleri sevmediğini şeytanın dilinden görmüştük. Hadisimizin bugün ele alacağımız kısmı, İslam’ın 5 Şartı kapsamındaki amellerle, ibadetlerle ilgili sorular ve cevapları içermekte, birlikte onları tefekkür etmeye çalışacağız.
Önce kendimize şöyle bir soru soralım: Ben hadiste bahsedilen ibadetleri yaparken hangi halde, hangi vasıftayım? Sonra da bunun cevabını Kur’an’ımızdan arayalım, yani kulluğumuzu (ibadetlerimizi) yaparken hangi vasıfta olmamız gerektiğini Rabbimizin ayetinden öğrenelim.
Maide (27): “Allah ancak muttakilerden kabul eder.”
Bu ayet bize kurban dahil tüm ibadetlerin, kulluk gayretlerinin yani hayat tarzının kabulü için muttaki olmamız gerektiğini öğretir: Çünkü Allah muttakilerden kabul eder! O zaman insan (talip olan insan) bunu çok önemser. Çünkü Rabbimiz bir tanım yapıyor, bir müjde veriyor. O zaman “nasıl olursa müttaki olurum?” deyip çok önemsemek lazım! Müttakiliğin birçok aşaması olsa da bu kapsama girmek çok kolaydır. Müttaki olmak “Müstakilen VAR ve Muhtar olan Allah’tır” deklarasyonuyla başlar. Bu kapsama giren kişi bir müttakidir artık. Yaptığı bu deklarasyon onda önce bilinç haline gelir sonra da hayat tarzı haline dönüşür. Tabi bu bir ret ve terk sürecidir, dolayısıyla gayreti ve hicreti gerektirir. Dünya hayatı gereği kendimizi içinde bulduğumuz esfele safilin idrakı önce reddedip sonra da terk ederek ahseni takvime (fabrika ayarlarımıza, ilk saflığımıza) dönmemiz, hicret etmemiz gerekiyor. Bu çok önemlidir. Çünkü kişi ancak esfele safilin halden kurtulmuşsa veya kurtulma gayreti içerisinde ise birincil şirkten korunmuş kul anlamındaki “müttaki” sınıfına girmiş olur. Aksi takdirde ibadetler Allah’a eş koşularak yapılıyor olabilir, muhafaza buyur Allah’ım.
Müttaki kapsamında olmayı böylece hatırladıktan sonra, daha önceki yazılarımızda tefekkürüne başladığımız hadisimize dönüp, Efendimiz (sav)’in soruları ve şeytanın cevapları ile devam edelim.
Efendimiz(sav) soruyor: “Ümmetim salât ikame edince halin ne olur?”
Şeytan: “Beni bir sıtma tutar, titrerim” dedi.
Efendimiz (SAV) bu sefer “Neden bu hale girersin?” diye sordu.
Şeytan: “Çünkü, bir kul, Allah için secde ederse bir derece yükselir” dedi.
Efendimiz (SAV) sordu: “Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?”
Şeytan: “O zaman bağlanırım; ta ki onlar iftar edinceye kadar” dedi.
Efendimiz (SAV) sordu: “Peki, ya hac yaptıkları zaman?”
Şeytan: “O zaman çıldırırım” dedi.
Efendimiz (SAV) bu kez de “Peki, ya Kur’an okudukları zaman nasıl olursun?” diye sordu.
Şeytan: “O zaman da tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm” dedi.
Efendimiz (SAV) sonra da “Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıl olur?” diye sordu.
Şeytan: “İşte o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren eline bir testere alır ve beni ikiye böler.”
Efendimiz (SAV) “Neden öyle testereyle ikiye biçilirsin ya Eba Bürre?” diye sordu.
Şeytan: Çünkü sadakada mümin için dört güzellik vardır:
1. Allah, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler;
2. Sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3. Allah, onun verdiği sadakayı cehennemle arasında bir perde yapar.
4. Allah, ondan belayı defeder, sıkıntıyı ve ahları kaldırır.
Bu noktada hadisimize bir virgül koyup soru ve cevapları tefekkür etmeye çalışalım.
Efendimiz (sav), Kelime-i Şehadet’ine sadık bir müminin hayat tarzı içerisinden salat, oruç, hac, Kur’an tilaveti ve sadaka için şeytaniyet sisteminin tepkisini, halini ve kanaatini sordu. Şeytanın verdiği cevaplardan anlıyoruz ki sıdk üzere yapılan bu ameller şeytaniyet sistemini, tesirlerini ve hakimiyetini öyle etkilemektedir. Müminin salât ikame etmesi sebebiyle şeytanlık sistemi sıtma olarak tarif edilen, yüksek ateşle ve çok ağır seyreden o günlerde ölümcül olan bir hastalığın belirtilerini gösteriyor, yaşıyor. Mümin kul oruç tuttuğunda iftar edinceye kadar şeytanlık sistemi esarete mahkûm ediliyor, bağlanıyor, kısıtlanıyor, normal yetki ve etkilerini kullanamıyor, billahi imanlı o kul üzerinde tesir, hakimiyet kuramıyor, etkisizleşiyor. Hac ile ulaşacağı idrak saflığı ve onun getireceği yaşantı hali sebebiyle ise çıldırma çaresizliğine düştüğünü anladığımız şeytaniyet, kulun Kur’an ile kucaklaşması, Kur’an’ımızı ders yapmaya başlaması, Kur’an’ı kendisine arkadaş, yoldaş ve rehber edinmesi durumunda ise ateşte tutulan kurşunun erimesi gibi eriyor, kimyası bozuluyor ve bundan çok rahatsız oluyor. Hele bir de bu kul Allah indinde makbul olacak şekilde sadaka verirse, şeytaniyet testere ile işkenceye maruz kalmış gibi bir acı, azap yaşıyor, paramparça oluyor. Şeytan bütün bunların nedenlerini de tek tek sıralıyor. Yani anlıyoruz ki bizim ihlaslı bir kul olarak göremediğimiz halleri o görüyor; salat ikamesi, oruç, hac, Kur’an tilaveti ve sadaka ile nasıl çok makbul bir kulluk hali yaşadığımızı, nasıl çok yüksek bir inam ve ikrama mazhar olduğumuzu o görüyor, biliyor. Enfal (48) ayetinde şeytan “Ben sizin görmediğinizi görüyorum” diyor ya… Yolunu saptırmak (asli işi olan Halifetullah vazifesini) yapmasını engellemek istediği imanlı kulların böyle yüksek bir nur, ikram, iltifat ve korunma yaşamaları onu ve sistemini ziyadesiyle üzüyor, çalışma mekanizmasını alt üst ediyor, etki spektrumlarını bozuyor. Nihayet bütün bunlar, yani DuniHİ algı ve zanlarından sıyrılmış, Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiasına sırtını dönerek “Amentü Billahi ve Rasulihi” demiş hanif bir müminin salât ikame etmesi, oruç tutması, hac görevini yerine getirmesi, Kur’an’ı ders yapması ve sadaka vermesi Şeytanlık Patronaj Sistemi’ni kökünden sarsıyor, tesirlerini sıfırlıyor, sonuç olarak ihlâs sahiplerine şeytanın bir sultası kalmıyor. DuniHi algıyı reddetmiş, terk etmiş, Müstakillik iddialarına ve ilahlık hissiyatına sırtını dönmüş Billahi imanlı yani ihlaslı bir kul için durum böyle ama kişi henüz duniHi algısını ve Müstakilen Varım ve Muhtarım İddiasını fark edememiş veya fark etmiş de henüz sıyrılamamış olsa bile, salât ikamesi, oruç, hac, Kur’an’ı ders yapmak ve sadaka vermek gibi kulluk görevlerini yapıyorsa, şeytan bu işten de hoşlanmayacaktır. Çünkü kul henüz şeytana avukatlık yapma rolünden kurtulamamış olsa bile kulvar değiştirme, bu avukatlıktan kurtulma gayretinde (Dündar Y., Şeytanın Avukatı).
Salat Allah’a yöneliştir, şirksiz yöneliştir. Allahuekber diyerek başladığımız salatımızda “Müstakilen VAR ve Muhtar” olanın, gerçek VAR olanın ancak Allah oluşunu idrakımıza ve sonra da hayatımıza ikame etmeye başlarız. Böylece, esfele safilin hali tanımakla başlayan dünya hayatımızda esfele safilin halden ahseni takvim hale yükselmeyi (miracı, kendi miracımızı) yaşamaya başlarız ki işte tam da bu hal şeytanlık sisteminin etkisini felce uğratır, şeytanları sıtma tutmasına sebep olur. Çünkü müstakillik iddiasından kurtulma, ilahlık hissiyatından sıyrılma başlıyor…
Oruç tutanın halini görünce bağlanıyor olması, yaklaşan Ramazanımız sebebiyle bizi daha bir sevindiriyor, umutlandırıyor. Hak yolda yüksek ivmeli bir ilerleyiş ikramı olan orucun, Tevhid idrakında mümini hızla ilerleten bir nur olan orucun şeytanı bağlanmış gibi bu denli perişan etmesi bu yüzdendir. Hac ibadetine hazırlanışın bile mümini müstakillik iddialarından uzaklaştırmaya başladığını biz haccın zikrullahından anlıyoruz: Lebbeyk Allahümme lebbeyk… Buyur Allah’ım buyur, Senin ortağın (dünun, dışın ve dışında yaratılanlar) yok, Hamd (hüküm sahibi yaratan olarak tüm manalarıyla emir) sana aittir, nimet de, mülk de… İşte böyle diyerek biz inananlar birincil yani asıl şirkten temizlenmiş bir idrakla “Hac ve umreyi Allah için tamamlayın (Bakara-196)” ayeti kapsamına giren mebrur bir Hac yaşadığımızda demek ki şeytan ve şeytaniyet çıldırmaktadır. Elhamdülillah…
Kur’an okumanın şeytanlık sistemini erittiğini öğrenen bir mümin Kur’an’ı ders yapmasının ne kadar önemli ve muhteşem ama bu sebeple de ne kadar engellenmeye çalışıldığı bir iş olduğunu görür. Görür de azmini, gayretini, sebatını, fehmini, aklını, anlayışını artırması, yardım ve müdahalesini lütfetmesi için Allah’a sığınır: Allah’ın beni ikiz kardeşim Kur’an için sadık bir kardeş eyle (âmin). Sadaka halinin şeytanın, şeytaniyet sisteminin bütünlüğünü nasıl bozduğu, dolayısıyla mümin için etkisini ortadan kaldırıyor oluşu dikkatimizi çekmelidir. Günlük yaşantıda “sadakaya ihtiyacımız yok, sadaka mı veriyorsun?” gibi cümlelerle hor görülen, “ti”ye alınan, küçümsenen sadaka işinin aslında ne mübarek ve ne anlaşılamaz bir ikram olduğunu fark etmeli ve bu nimetle (daim sadaka vererek) yaşamayı özlemeli, önemsemeli ve Allah’tan istemeliyiz.
Allahım, lütfen salatı gözümüzün nuru kıl. Bizi makbul biçimde oruç tutmayı ilham ettiğin kulların haline getirip Kerim ayın Ramazan’a ulaştır. Haccını bize kolaylaştır, mebrur bir haccı lütfediver. Kur’an’ı bize kariyn dost eyle. Sadaka halini yaşamayı bize sevdir, kolaylaştır ve ikram ediver (âmin).

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.