Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İnsanın İdrak Yolculuğu 4

İnsan, kayıtlı kendini hissetme duygusu ve bu duygu ile oluşan, gelişen zanlardan ibarettir şeklinde bir tefekkür cümlesi kurulabilir. Çünkü insanın nefsi (yani benliği, kendisi) Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’na Allah’ın “kendini hisset, kendini bil” emri ile oluşan “kul”un hissettiği kendisini takdimidir. İşte Allah’ın hissetmesinden pay verdiği Kayıtlı Hissetme Duygusu sonucu ilk oluşan zan budur: Kulun kendini hissetme yani ben varım zannı. Bu zan ahseni takviym olup müsaade edilen, izin verilen bir zandır ve bu zannın yaşantısı cennete uygundur, çünkü ahseni takviym! Ancak dünya hayatına başlayan insanın bu zannı sermaye olarak kullanıp ondan ürettiği illegal, haddi aşan bir zan daha gelişir ki o zan “Ben dunihi müstakilen varım ve muhtarım” zannıdır, bu zannın yaşantısı ise cehenneme uygundur.

Peki, zan nedir? “Sanmak, kuşkulanmak, bir olgu hakkında algı oluşturup o algıyı olgu zannetmek, algıyı olgunun önüne geçirip onu kesin bilgi sanmak, itham etmek” gibi anlamlar olarak düşünebileceğimiz zan (zann) sözcüğü mastar formunda bir isim olup, TDV İslam Ansiklopedisinde “yakīnin zıddı, kuşku, kesin olmayan kanaat” şeklinde tanımlanmaktadır.

Kur’an ayetleri ve Efendimiz’in hadislerinde geçen “zan” kelimelerinin manasını, günlük yaşantıdaki gibi değil de ilk paragrafımızdaki illegal ve haddi aşmış “zan/sanış” yani “Ben dunihi müstakilen varım ve muhtarım” yani “Allah’ın dışı var ve ben Allah’ın dışında müstakil olarak varım” şeklinde anlamalı ve bu zannı tanımlayan sonra da bizi bu zandan kurtulmaya yönelten birer merhamet uyarısı olarak görmeliyiz. Bakın:

“Ey, iman edenler! Zann’ın çoğundan (illegal olanından, haddi aşan kısmından) sakının (kaçının). Muhakkak ki, zann’ın bir kısmı (dunihi algı ve kendisi bir zan olan bu algının ürettiği zanlar) günahtır.” (Hucurat-12)

Ayet ne kadar açık. Zannın bir kısmı yasal ve biz onunla doğruyu öğreniyoruz. Ama; doğruyu öğrenelim diye verilen zann yetkisini Allah’ın dışında müstakil bir güç zannederek kullanınca, kişi bunu Allah’a karşı kullanıyor; Allah’ın verdiğini Allah’a karşı kullanıyor. “DȗniHİ” algı ile yaşayan böyledir. “Billahi” ise; Allah’ın verdiğini Allah için harcar. Muttakiler ne yaparlar? Salâtlarını ikame ederler ve Allah’ın verdiğini Allah için harcarlar. “Zıt” olanlar ise Allah’ın verdiğini Allah’a karşı kullanıyor. “Allah’ı tanı” diye yetki verdi, zann verdi, his verdi, ama o tanımamak için kullanıyor. Hucurat-12 bunun için sesleniyor: Ey, iman edenler! Zannın çoğundan, haddi aşan kısmından sakının. Muhakkak ki, zannın bir kısmı günahtır.

Günah olmayan, legal olan, müsaade edilen zan nedir acaba? Ayetimizin öğrettiğine göre “zannın bir kısmı günah” olduğuna göre “günah olmayan zan kısmı” nedir peki, o zannı nasıl anlamalıyız?

Yine ilk paragrafımıza dönelim. Allah ilminde, hissinde, zatında “kün” diyerek dilediği emri olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’na daha sonra da “kendini hisset, kendini bil” emri verdiğinde bir vehmediş olarak, bir zan olarak, bir etiket olarak “kul” hissi oluşmuş ve bu kul hakkıyla tanımakta olduğu rabbi Allah’a ve çevresine biiznillah “BEN” diyerek, izin verilen bu zannî, bu vehmi hissini takdim etmiştir. İşte Allah’ın kendi hissetmesinden izin verdiği Kayıtlı Hissetme Duygusunda ilk oluşan bu zan, zannın legal yani günah olmayan kısmıdır. Bu zanla kul kendini hisseder ve “ben Allah’ın ilminde dilediği bir suret olarak varım, var görünenim” der. İşte bu zan ahseni takviym olup müsaade edilen, izin verilen, günah olmayan zandır, bu sebeple bu zan ve yaşantısı cennete uygundur. Çünkü vehim aynasında oluşan bu zann Allah’ın yarattığı vehim kanunları kapsamındadır. Kaçınmamız hatta kurtulmamız istenen (bir kısmı günahtır denilen) zann bu vehme zulmedilerek oluşturulan zandır (vehmin zulmetidir) ki bu Allah’ın vehim kanunlarını suiistimal ederek, yanlış kullanarak haddi aşmaktır. Ayet ve hadislerimizde “Zannın Çoğu” denilen, “sakının” denilen” zan dȗniHİ algıdır ve onun ürettiği birbirini tetikleyen zann’lardır (Yılmaz Dündar, Aşağıların Aşağısı).

Zannın kurtulmamız ve daima kaçınmamız gereken bu kısmının ete kemiğe bürünen örneklerini hayatımızda çokça yakalayabiliriz. Ancak örneklere geçmeden önce yine hatırlayalım ki zannın günah olan kısmı bir algıdır, dunihi algıdır; dunihi algı günah olan zandır! Şimdi bu örneklerde verilen zanlar, dunihi algıyla yaşayanların sıklıkla düştükleri değil hiç içinden çıkamadıkları algının ürettiği zanlardır. Örneğin arkadaşımızı aradık ve telefon açılmadı. Bunun üzerine bizde oluşan “Telefonu neden açmadı? Bana kırgın olabilir mi? Demek ki benimle görüşmek istemiyor? Halbuki ben ona ne kadar yardımcı olmuştum. Bak şimdi yaptığım iyiliğin karşılığı bu mu? Telefonumu bile açmıyor!” gibi duygular hepsi günlük yaşantıya ait zanlar olmakta birlikte çoğunlukla dunihi algının ürettiği zanlardır. Arkadaşımızı arama ve onun telefonu açmaması arasında geçen saniyeler arasında zihnimizden geçen bu düşünceler kaçınmamız gereken zandan kaynaklanır. Bu da tabi nefsin şerrinin çalışma platformu olan düniti algıda yaşantı sürmemizdendir. Kendimizi Allah’tan ayrı gördüğümüz her an zihnimiz, düşüncelerimiz, duygularımız bu boşluğu kendine göre doldurmaya başlar. Bu doldurma işlemi de kendindeki ilahlık hissiyatını tatmin etmek, Allah’tan ayrı olan “Ben” takdimini kuvvetlendirmek içindir.

Zannın kurtulmamız gereken kısmı insanın dünya ve ahiretini perişan eder. Kişi bu perişanlığı ve hüsranı dünyada ne kadar fark edebilir bilinmez ama ölüm anıyla birlikte kesinlikle fark eder ve çok büyük bir acı ve ızdırap olarak o hüsranlığı yaşar (muhafaza buyur Allah’ım). Örneğimizde olduğu gibi kendi zannımıza dayalı yaptığımız yorumların sonucunda yaşadığımız anda da sıkıntı içerisine düşeriz. “Bana bunu mu demek istedi? Beni sevmediğini düşünüyorum” gibi zanna dayalı düşüncelerimizle yaşanılan olaya yanlış anlamlar yükleriz ve bunların peşine düşeriz.

Bize içimizden ama tarif edilemez bir rahmet, bir merhamet olan Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) da o zanna karşı bizi şöyle uyarmaktadır:

“Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hallerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” (Buhârî, Edeb, 57)

Lütfen fark ve dikkat edelim ki, Efendimiz’in (SAV) “yapmayın” deyip de sıraladıkları, bizim toplumda iyi insan olmamız için öneriler değildir ancak dunihi algıdan ve o algının yeri olan cehennemden kurtulmamız için önerilerdir. O zaman hadisimiz kulağımıza küpe olsun:

  • Zandan (dunihi algı ve zanlarından) sakının.
  • Çünkü (dunihi algıya dayalı her türlü) zan yalanın ta kendisidir.
  • Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın
  • Birbirinizin özel hallerini araştırmayın
  • Birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin
  • Birbirinize haset etmeyin
  • Birbirinize kin beslemeyin
  • Birbirinize sırt çevirmeyin
  • Ey Allah’ın kulları, kardeşler olun

Bütün bunlar dunihi algıyla birlikte olabilecek şeyler değildir, yani hem dunihi hem bunlardan kurtuluş Billahi manada mümkün değildir. Ha, iyi insan olmak için kişinin kendisine kural koyup bunları yapması mümkündür ama bizim hedefimiz bu dünyada kalacak işler üretmek değil!

Kur’an’dan zannın günah olan kısmı olan dunihi algı ile yaşanan, üretilen zanlara örnekler verir, bakın:

Kehf Suresi 32-44: “(Rasulüm) onlara misal olarak şu iki adamı anlat. Bunlardan birine iki üzüm bağı verilmiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.” Ve böylece nefsine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Ebediyen bunun yok olacağını zannetmiyorum.” “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.” Arkadaşı ona hitaben: “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin? Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.” “Keşke bağına girdiğinde “Maşallah, La havle ve La kuvvete illa Billah” deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki:) “Belki Rabbim bana senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru bir toprak haline gelir.” “Yahut bağının suyu dibe çekilirde bir daha onu arayıp bulamazsın.” Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini ovuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!” diyordu. Kendisine destek için Dȗnillah (algısı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiği) bir güç çıkmadı ve böyle bir gücü kendisinde de bulamadı. İşte burada yardım ve dostluk Hakk olan Allah’a mahsustur. Mükafatı hayrlı olan, akıbet olarak hayrlı olan O’dur.”

Ayet bize bu algıyı günlük hayattan bir misalle anlatıyor. İki bağ sahibinin konuşmasıyla aralarındaki idrak farkını görüyoruz. Biri dunuhi algı içerisinde kendisini müstakil olarak güç ve hüküm sahibi olarak gören bağ sahibi, diğeri ise Billahi idrak içerisinde olup, verilen nimetin Rabbinden olduğunu bilen ve Rabbini tanıyan bağ sahibi. Dunihi algı içerisinde mütekebbir bakışa sahip olan bağ sahibi kendisinde müstakil bir güç görüyor bunun üzerine “ebediyyen bunun yok olacağını zannetmiyorum, kıyametin kopacağını da sanmıyorum” diyerek mütekebbir bakış açısıyla zanlarıyla kıyas yapıyor. Bunun üzerine ise diğer bağ sahibi Rabbimizi mi inkar ediyorsun? Seni önce topraktan, sonra nutfeden, sonra da seni adam biçimine sokan Allah’ı mı inkâr ediyorsun? Dedikten sonra ona yol gösterir; O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.” “Keşke bağına girdiğinde “Maşallah, La havle ve La kuvvete illa Billah” deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki:) “Belki Rabbim bana senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru bir toprak haline gelir.” “Yahut bağının suyu dibe çekilirde bir daha onu arayıp bulamazsın. Bunun üzerine güvendiği tüm varlığını kaybeden bağ sahibinin pişmanlığını görüyoruz.” Keşke Rabbime hiç ortak koşmasaydım” itirafıyla düniti bir ilahın peşinden gidip Rabbine ortak koşuşunun pişmanlığını yaşadı.

“Allah’ım, senin ve düzenin hakkındaki yanlış zanlardan ve o zanlarla yanlış şeyler düşünmekten, konuşmaktan, okumaktan, yazmaktan, dinlemekten ve nihayet yanlış hal ve hareketler yapmaktan sana sığınıyoruz, lütfen merhamet ediver ve bağışlayıver de “bir kısmı günahtır” denilen zanna ait bütün yanlışlardan bizi koruyuver, kurtarıver (âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti