Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Yılmaz Dündar’la Röportaj 2

Yılmaz Hocam, dünya hayatındaki yolculuğumuz bir imtihan ve biz bu imtihanla ahiret hayatımızı şekillendiriyoruz, bu yolculuk Hak ve batıl arasında yaptığımız tercihler sonucu kazandığımız değişimle ahiret hayatımız için cennet ehlini seçen bir imtihandan ibaret. Bu noktada şunu sormak istiyorum: Her yolcunun ona ağır gelen bir yükü vardır. Bu yolculukta sırtımızdaki yük/yükler nedir?

YD: Halifetullah vasıflı insan eğer Rabbini tercih ediyorsa, Rabbini tercih etme yolunu seçmişse o zaman onun kurtulması gereken yükler oluşur. Rabbini tercih etmiyorsa böyle bir yük oluşmaz ve bize “yük” gelen şeyler onun için normal olur, onun hayat tarzı haine gelir. Kişi eğer Rabbini tercih ederse o zaman onda esfele safilin yaşantıdan kaynaklanan, kurtulmak istediği yükler olur.

Halifetullah vasıflı insanda oluşan bu yükler nelerdir, biraz açabilir miyiz?

YD: Bunun için önce şunun altını çizmemiz gerekiyor. Yukardan itibaren gelen soruları ve açıkladıklarımızı ve bunların da dayandığı ayet ve hadisleri iyi kavrayabilmek, anlayabilmek ve doğru tercih yapabilmek ve de bu doğrultuda Rabbimizin dilediği doğru hayat tarzını oluşturabilmek için önce şu kavramları çok önemsemek ve bilmek gerekiyor: Dunihi idrak, bu idrak sebebiyle oluşan zan/zanlar, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası, ilahlık hissiyatı. Dunihi idrak yani dunihi algı nedir? Dunihi anlamda idrak sebebiyle Halifetullah vasıflı insanda oluşan zanları bilmek gerekir. Bu zanların en başta geleni Halifetullah vasıflı insanın bir iddiasıdır; “müstakilen varım ve muhtarım iddiasında bulunmasıdır. Böylece o Allah’tan ayrı bir varlığım iddiasında bulunur. Eğer kişi yaşantısında batılı tercih ederse “müstakilen varım ve muhtarım iddiası” ona çok normal gelir, bu durumda o iddia onun sırtında bir yük değildir; normal eşyası elbisesidir, onun yükü değildir. Ama kişi Rabbini tercih ederse o zaman “Allah’tan ayrıca ben de müstakilen var ve muhtarım iddiası” onun sırtında (belini büken) yükü olur. Bu iddia, bu yük dunihi algıdan kaynaklanan en kuvvetli esas zandır ve o kişide bu iddia bir hisse sebep olur. Bu his “ilahlık” hissiyatıdır. Halifetullah vasıflı insan bu iddiası sebebiyle ilahlık hissiyatına girer. İşte eğer o kişi bilerek ya da bilmeyerek batıl hayatı tercih etmiş ve ona göre yaşıyorsa ilahlık hissiyatı da ona yük gibi gelmez, o hissiyat onun sırtında yük olmaz. Tam tersine onun hayat enerjisi olur çünkü (ona göre başarı olan) tüm dünya başarılarını ve dünya ile ilgili hamlelerini bu ilahlık hissiyatıyla sağlar. Bu sebeple de onu hiçbir zaman yük olarak görmez. Ama kul Rabbini tercih etmişse bu yolcukta ilahlık hissiyatı Halifetullah vasıflı insanın belini büken yük olur.

Halifetullah vasıflı insan, esfele safilin hayat tarzının oluşturduğu bu yüklerden nasıl kurtulur?

YD: Bütün bu yüklerden kurtulabilmesi için mutlaka Allah’a billahi anlamada iman etmesi gerekir. “Allah’a iman ediyorum” demek yeterli olmaz. Şu anda Müslümanlar açısından dünyanın en önemli sorunu budur zaten; “Allah’a inanıyorum” demek onlara yetiyor! Oysa Hz. Muhammed (sav) Efendimize tabi olanlar ondan “Allah’a inanıyorum” cümlesini öğrenmezler. “Allah’a inanıyorum” cümlesi Hz. Muhammed (sav)’den önceki kavimlere ait bir tarzdır. Hz. Muhammed (sav) Efendimiz bize marifetullahı yani Allah’ı tanıyarak inanmayı öğretmiş, yani ikan ehli olarak Allah’a yönelmeyi tanıtmış ve ona bir isim koymuş: Amentü billahi! Allah’a billahi anlamda inanmak! Kur’an iyi incelendiği zaman ayetlerde Rabbimizin bize “böyle inanın” dediğini çok açık ve net olarak görürüz. Billahi anlamda inanın! Dolayısıyla dünya üzerindeki Müslümanlar “amentü billahi” demelerine rağmen billahi anlamda inanmanın ne olduğunu bilmiyorlar; bilmedikleri için de billahi anlamda iman edemiyorlar, edemezler. Amentü Billahi’yi tarif edeceklerinde “Allah’a inanmak” veya “tek tanrıya inanmak” ya da “Allah’ı birlemek” gibi saçma tanımlar yapıyorlar. Oysa Efendimiz (sav) billahi anlamda imanı bize öyle tarif etmemiş, öyle öğretmemiştir.

Peki hocam, billahi anlamda iman için şart nedir, bu manada nasıl iman edebiliriz?

YD: Billahi anlamda imana sahip olabilmek için mutlaka kişinin dunihi algıdan (Allah’ın dışı var zannından, Allah’ın yarattıklarını dışında yarattığı algısından) kurtulması lazımdır. Kişinin bu algı sebebiyle oluşan “müstakilen varım ve muhtarım iddiasını” reddetmesi ve onun oluşturduğu ilahlık hissiyatını da reddetmesi gerekiyor. Reddettiği zaman kişi, Hz. İbrahim (as)’ın öğrettiği imanın içerisine girer ve hanif olur. Fakat Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in bize öğrettiği billahi imanda hanif olmak da yetmez. Hanif olmak demek, “müstakilen varım ve muhtarım iddiasını reddettim ve onun oluşturduğu ilahlık hissiyatını da reddettim” demektir. Bu bir iman beyanıdır ki bu yetmez. Hz. Muhammed (sav) Efendimiz deklare ettiğimiz bu imanın nasıl yaşanacağını da bize öğretmiştir. O zaman bu durumda bu reddedişe göre uygun bir hayat tarzı gerekir ki bu da şarttır. Yani Kur’an’ın diliyle söylersek “billahi anlamda iman ve bu imana uygun salih amel” gerekiyor. Salih amel çok anlaşılmış bir durum değil maalesef. “Billahi iman” anlaşılmayınca “salih amel” kısmı genellikle takliden yapılmaya çalışılıyor.  Halbuki “salih” demek “uygun” demektir, salih amel bir şeye uygun amel demektir. Neye uygun? İnandığın şeye yani imanına uygun demektir. Peki, neye nasıl inanıyorsun? Biz Müslümanlar diyoruz ki Billahi anlamda iman ediyorum Allah’ım. O zaman önce billahi anlamda imanın ne olduğunu bilip on deklare edeceğiz sonra da ona uygun hayat tarzı oluşturmaya başlayacağız ki işte bu durumda salih amel yapıyor oluruz. Aksi halde ilmihalde yazılanları hem de detaylarıyla sıkı sıkı yaparak salih amel işlenmiş olmaz. Kişide ilahlık hissiyatı olduğu gibi dururken, o kişi müstakilen varım ve muhtarım iddiasına sıkı sıkı yapışmışken, dunihi algının içinde yüzüyorken bütün bunlardan hiç haberi yoksa ama ilmihali de sıkı sıkı takip ediyor ve uyguluyorsa bu boş bir iştir, buradan ona umduğu fayda gelmez. Kur’an’a ve Sünnet’e göre kural bu: Önce billahi anlamda imanın ne olduğunu bilerek öyle iman etmek sonra da ona uygun bir hayat tarzı oluşturmak.

Billahi imana uygun hayat tarzı nasıl oluşturulur?

YD: Tüm Kur’an’ı ve hadisleri incelediğimizde görürüz ki en ince detaylarına kadar Efendimiz (sav) bunları bize öğretmiştir. Bu nedir denildiğinde o bir cümleyle tarif edilir: La ilahe! Yani İlahlık Hissiyatından temizlenmek! İlahlık hissiyatından temizlenmeyi hedefleyen bir hayat tarzı oluşturmak! Çünkü kesinlikle şöyledir ki, bu ilahlık hissiyatıyla yani dunihi algı sebebiyle oluşan müstakilen varım ve muhtarım iddiası ve bu iddianın oluşturduğu ilahlık hissiyatıyla ilmihal ne kadar sıkı takip edilirse edilsin cennete girmek mümkün olmaz. Cennete girmenin tek şartı vardır: ilahlık hissiyatından temizlenmek ve ona uygun hayat tarzını yaşıyor (yaşamaya gayret ediyor) olmak. Daha basit söyleyelim, tek cümleyle söyleyelim: İlahlık hissiyatından temizlenmek! Çünkü temizlenmek için zaten hayat lazım, yaşantı lazım. İlahlık hissiyatından temizlenmenin tek şartı kendiliğinden budur: Billahi iman ve ona uygun hayat tarzı! Dolayısıyla eğer biz hedef “ilahlık hissiyatından temizlenmektir” dersek bu hem Billahi imanı hem de salih ameli yani hepsini kapsar. Kur2an ve hadislere baktığımızda kesinlikle şunu diyebiliriz: İlahlık hissiyatından temizlenmeden insanlar cennete giremezler, sadık olamazlar. Yani Halifetullah vasıflı insanda ilahlık hissiyatı varsa cennet olmaz. Hem kendisinde ilahlık hissiyatı hem de Allah’a sadıklık olamaz. Allah’a sadık olabilmek için Allah’ın “sadıklar” dediği sınıfa girebilmek için kişinin ilahlık hissiyatıyla Allah’a şirk koşuyor olmaktan kurtulması lazım. O iddia ve hissiyattan temizlenmiş olması lazım. Bahsettiğimiz ilahlık hissiyatı Halifetullah vasıflı insanın birincil derecedeki şirkidir! Diğer “şirk” diye bilinen şeyler ikincil şirklerdir. İnsanlar onlardan kurtulmakla şirkten kurtulacaklarını zannediyorlar. Hayır, onları terk ederek şirkten kurtuldum sanmak tamamen boş bir uğraştır.  Şirkten kurtulmanın tek yolu ilahlık hissiyatından kurtulmaktır! İşte bunu yapabilmesi için de kişinin Hak ile Batıl arasında bir tercih yapması gerekir. Bu tercihin bir şartı var ki Rabbimiz o şartı emir buyurarak Halifetullah vasıflı insana ikram etmiştir. O şudur: Tercihini yerine getirirken Halifetullah vasıflı insan Hak ile Batıl arasında Allah o kulunu özgür bırakmıştır. Çünkü kişi zorlandığında sadık olamaz. Kulun sadıklığını ortaya koyabilmesi için özgür olması gerekir. O özgürlüğün ismi “Muhtariyeti Tercih Gücü” yetkisidir. Allah bize böyle bir yetki vermiştir ki bu yetki yalnızca bu dünyada ve yalnızca Hak ile Batıl arasında tercih hususunda kullanılır. Kul bu yetkiyi kullanarak tercihini yapar, tercihini yaptıktan sonra işte o tercihinden sorumludur. Böylece sorumluluk duyduğu bu tercihe ve o tercihin getirdiği fiillere de şahit olur. Yani üçü birden çalışır: 1) Tercih yapmak. 2) Sorumlu olmak. 3) Şahit olmak. Dikkat ederseniz İslam dinine giriş de şahitlikledir, İslam şahadetle başlar, şahitlik Allah’ın sisteminde çok önemli bir mekanizmadır. Allah’ın adaletinin bir gereği olarak kişinin kendine şahitliği de dünya imtihanı içerisinde çok önemli bir mekanizmadır.

Billahi anlamda iman edebilmek için mutlaka ilahlık hissiyatımızdan kurtulmamız gerekiyor ancak bu öyle ki çoğu zaman bu ilahlık hissiyatlarımızı biz karakterimiz sanıyoruz. Örneğin; kendisini sabırsız ve hırslı olarak tanımlayan biri için bu vasıfların onda oluşturduğu ilahlık hissiyatlarından kurtulmaya çalışması zor değil mi?

YD: İlahlık hissiyatından kurtulmayı böyle zannetmemek lazım. O zaman insanın içini boşaltmış oluruz. İlahlık hissiyatından kurtulma duygulardan, özelliklerden kurtulma değildir. Kitaplarımızda bunlardan detaylı bahsediyoruz. Burada birkaç cümleyle açıklamak çok kolay değil ama bilelim ki insana verilmiş özellikler var, biz onları “Benim huyum böyle, karakterim şöyle, yeteneklerim şunlar” diye ortaya çıkarırız. Örneğin merak. Elif çok meraklı diyelim. İlahlık hissiyatından kurtulmak için bunu yani merakı nasıl kaldıracağım, nasıl yok edeceğim diye düşünmek yanlış. Hayır, siz sizdeki özellikleri, yetenekleri yok etmeyeceksiniz, onlar kalkmayacak. Bütün mesele şudur: Allah’ın verdiklerini bir ilah olarak ilahlık hissiyatıyla kullanmamak! Allah adına kullanmak! Dolayısıyla hep şuna bakacağız: Ben Allah’ın bana verdiklerini Billahi manada imanla Allah adına mı kullanıyorum yoksa dunihi algımla ilahlık hissiyatıyla mı kullanıyorum? Kur’an’da Rabbimiz bize buyuruyor ki: “Onlar (o sadık olmaya çalışanlar, kendilerini koruyanlar, sadık olma yoluna talip olanlar) benim verdiklerimi benim yolumda kullanırlar (benim verdiklerimi benim için harcarlar, infak ederler).” Dolayısıyla örneğin merak, meraklısınız. Eğer siz merakı ilahlık hissiyatıyla kullanırsanız başka ilahları merak edersiniz. Çünkü bir insan ilahlık hissiyatındaysa hep diğer ilah zannettiklerini (yani müstakilen var ve muhtar sandığı diğer insanları, varlıkları) merak eder! Kendisi ilahlık hissiyatında, bir başka insan da ilahlık hissiyatındaysa iki tane ilah var demektir, artık o iki ilah birbirlerini merak edecektir. Halbuki Allah merak duygusunu biz kullarına “Allah’ı merak edin, arayın da beni doğru tanıyın” diye vermiştir. O zaman demek ki Allah’ın verdiklerini yok etmek değil, onları küfür amaçlı kullanmamak gerekiyor. Eğer ilahlık hissiyatıyla kullanırsak Allah’ın verdiklerini küfür amaçlı kullanmış olursunuz. Yoksa onları yok etmeyeceğiz, onları kaldırmayacaksınız. Kişi aslında bu duyguları ne amaçla kullandığına dikkat ederek ilahlık hissiyatından kurtulur. Bizdeki diğer tüm vasıflar da öyledir, hepsini Allah için kullanmak gerekiyor. Merak duygusunu örnek verdik, onu şöyle açalım: Kişi merakını Allah’ı ve Sünnetullah’ı (Allah’ın kanunlarını) merak etmek için kullanmalıdır. Bir bilim adamı (kendisi farkında olsun olmasın, inansın inanmasın) aslında Sünnetullah’ı merak ediyor ve araştırmacı oluyor. Araştırmalarıyla elde ettiği doğru bulguların tümü Allah’ın Sünnetullah’ı ile ilgilidir, ulaştığı sonuçlar tamamen Sünnetullah’a aittir. O “ben şöyle buldum, ettim” dese de gerçek değişmez. Evet, araştırarak o fark etmiştir, o bulmuştur, o okumuştur ama fark ettiklerinin tümü Allah’ın Sünnetullah’ıdır. O çalışarak, araştırarak onları fark ediyor, onları okuyor, onlara ait sonuçlar yakalıyor, çıkarıyor. Sünnetullah’ı merak etmek, Allah’ı merak etmek, Allah’ın nasıl yarattığını merak etmek yani “Allah semavatı ve arzı nasıl yarattı? İnsanları niçin yarattı? Niçin biz bu dünyadayız?” gibi sorgulamaları yapıp merak etmek ve bu konulardaki Hak bilgiye ulaşalım diye bizde merak vardır, bize akıl bunun için verilmiştir. Ama kişi bunları ilahlık hissiyatı ile kullanırsa o zaman Allah’ın verdiği nimeti kendi ilahlığının heva ve hevesleri için kullanır ve Allah’ı tanıyamaz. Sonuçta da ilahlık hissiyatından kurtulamaz. İşte bizim kurtulmamız gereken hissiyat budur.

Allahım, ilahlık hissiyatından kolayca kurtulan (kurtardığın) kullarından eyle bizleri (âmin).

Devam edecek

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti