Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Nefs Terbiyesi 20

Efendimiz (SAV) öneriyor, öğretiyor, uyarıyor: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Rasulünü her şeyden çok sevmek, sevdiğini sadece Allah için sevmek, ateşe atılmaktan korktuğu gibi imandan sonra dönmekten de öylece korkmak (Müslim, İman 67).

Demek ki kendimizi sadık, dürüst bir hakem olarak daima test etmemiz gerekiyor: Ben imanın tadını alanlardan mıyım? Ben imanın tadını alarak mı yaşıyorum? Bu sorunun doğru cevabını herkes kendisi için mutlaka verir ve kendini bilir. Ancak birbirimize mavi boncuk dağıtmayalım da şunu bilelim. Bu tadı almak Müslümanlarca yaygın olarak yaşanan bir durum değil maalesef. Bunun neden böyle olduğunu anlamak istiyorsak Müslüman olarak hem kendi hayatlarımıza hem de Müslüman dünyasına, dünyadaki Müslümanların hayatlarına bakalım lütfen.

Önce şu tanımı, şu tespiti hiç aklımızdan çıkamamalıyız: Her insanın dünyaya geldiği halde olan esfele safilin halde bir şeyi seviyor ya da sevmiyor olmak, kendi heva ve heveslerimiz doğrultusunda olduğundan, bizlerin “sevgi” dediği duygu durumu aslında nefret temellidir, yani Billahi manada iman yaşanmaya başlamadıkça gerçek sevgiyi tatmak, yaşamak mümkün değil. Ama seviyormuş gibi konuşmak, sevdiğini iddia etmek mümkün. Demek ki, nefs-i levvame kulvarına girip de Billahi iman ile tanışmadan esfele safilin haldeyken hiçbir şeyi gerçek anlamda sevemeyeceğimiz gibi Rabbimizi de gerçek sevgiyle sevebilmemiz mümkün değildir. Bir şeyi seviyor olmak bir bilimsel statüdür, sadece dillendirmekle sevgiyi yaşamak olmaz. Sevgi için gerekli bilgi, bilinç (yani Billahi manada iman) ve akabinde de bu imana göre amel (davranış, hayat tarzı) gerekiyor. Bunu fark eden Yunus Emre (ra) “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü severim” demiştir; işte biz bu dünyaya bu sevgiyi öğrenmeye ve yaşamaya geldik (Bizim işimiz sevgi işi, Dost’un evi gönüller yapmaya geldik yani kalplerimizi imar etmek üzere dünyadayız) demiştir. Bunun yolu doğru imandır yani Billahi manada tanıyarak Allah’a imandır. İşte bu iman ve idrakla kişi “Seni seviyorum” dediği eşine ya da arkadaşına karşı artık yaşamaya başladığı Allah haşyeti, Allah marifeti ve muhabbeti sebebiyle çok hassastır. Hem Allah’ı hem de tüm yarattıklarını anlamaya çok özen gösterir. Ve buna devam eden kulda Biiznillah yakınlık ve yakin halleri başlar. İşte sevgi bu yakınlık ve yakin hallerinin bir diğer adıdır.  Rabbimiz Allah’a olan sevgimiz de bu şekildedir. Billahi anlamda bir tanıma, bu tanımanın getireceği bir idrak ve hayat tarzı (amel) gerektirir. “Ben Allah’ımı çok seviyorum. O da beni çok seviyor” diyen pek çok kişi görebiliriz, inşaAllah da öyledir, ama Allah’ın razı olduğu iman, tanıma ve hayat tarzı yoksa korkarım ki bunlar kuru bir iddia, bir avunma ve bir kendini kandırma olabilir. Muhafaza buyur Allahım

Allah sevgisi ancak Haşyetullah ile başlar. Kişi önce Allah’ı tanır. Bu tanımanın onda oluşturacağı kimyanın, halin adı haşyettir, işte bu kişi haşyet duyar ki bu (kesbi veya vehbi) ilimledir. Bu nedenle ayetimiz (Fatır 28) “Allah’tan ancak alimler haşyet duyar” buyurur. Allah’ı tanıyarak iman etme halini yaşama gayretinde olursak ancak o zaman “Ben Allah’ı çok seviyorum, umuyorum ki O da ben kulunu seviyordur” diyebiliriz ki bu bir duadır. Bunun haricinde, sevgiyi yaşayabilmek için gereken iman, irfan ve amel yani hayat tarzı olmadan “seviyorum” demek, esfele safilindeki kişinin kendini oyalaması olabilir. Çünkü o idrakta sevgi değil nefret vardır, onun her “seviyorum” deyişi aslında nefret temellidir ama nefretinin düzeyi çok düşmüş o duyguya o “sevgi” demektedir.

Çok korkmalıyız ki Allah’a karşı olan nefret duyuyor olabilme hali çoğumuzun aklından bile geçmese de gizlice yaşadığımız bir hal olabilir. Şu an bu yazıyı yazan/okuyan bile bu hali kendinden öteliyor olabilir. Oysa hep tefekkürünü yapıyor ve biliyoruz ki esfele safilinde yaşanan sevgi nefret temellidir, bu sevgi Rabbimiz Allah için olduğunda bile bu tehlikeden arındırılmalıdır.

Sevmek ve sevilmek ihtiyacımızdır, bir yaratıcıya inanıp O’na sığınmak da ihtiyacımızdır. İnananlar olarak hiçbirimiz Allah’ın varlığıyla ilgili bir şüphe duymayız. Çünkü bir şeye inanmaya ihtiyacımız var ve bunun adı bizim için Allah’tır. Ancak sıkıntı şudur ki inanan kişi “evet, Allah var ama bir de O’nun dışında O’nun yarattıkları var yani Ben de O’nun dışında varım” diyerek inanıyor. Yani Allah’a bir sınır koyup, Allah onu ve diğer tüm yarattıklarını kendi dışında, yani Allah’ın dışında bir yerde yaratmış gibi düşünüyor ve inanıyor. Gerçek sevgiyi yaşayabilmemiz için öncelikle çözmemiz gereken, kurtulmamız gereken zan budur. “Allah’ın sınırı, dışı var ve ben de müstakil olarak orada varım” zannı ile sevgi bir arada bulunamaz. Yalan ve iman bir arada olmaz buyuran Efendimiz (SAV)’i hatırlayın ki, bu zan Allah’a karşı yalan ve iftiradır. Kim bu zanla yaşıyorsa aslında gizli bir ilahlık hissiyatıyla yaşıyor olduğundan, ilahlık hissiyatlı bu kula Allah sevgisi ve Allah’ın sevdiklerinin sevgisi kapalıdır. Geriye kalan ise nefrettir!

Bunu Rabbimizin ayetiyle açıklayalım.

Hac Sûresi 38. ayet: “Muhakkak ki Allah hain ve nimetleri küfür amaçlı kullanan nankörleri sevgisinden mahrum eder.” buyurmaktadır. Bunun manasal açılımını da ekleyecek olursak: “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah iken Allah’a karşı “ben de müstakilen varım muhtarım” iddiasında bulunan hainleri, Allah’ın verdiği nimetleri Allah’a ve O’nun yoluna karşı kullanan nankörleri ise gerçek sevgiden mahrum eder. Onları nefretlerine mahkûm eder.

Zuhruf Sûresi 67. ayet: “O gün dostlar (dünya hayatındayken esfele safiliyn kuralları ile sevgili olanlar) bazısı bazısına düşmandır. Ancak müttakiler, nefret hallerinden korunarak Allah için fıtratlarına uygun sevgiyi yaşayanlar müstesna.” Ayette ancak müttakiler yani nefret hallerinden korunarak Allah için fıtratlarına uygun sevgiyi yaşayanlar müstesna buyurulmaktadır. Nefret hallerinden korunanlar, gereken tedbirleri alanlardır.

Bu tedbirlerin birkaç tanesine, ana başlıklar halinde bakalım:

*Nefsin şerrinin konuşma dilini terk etmek.

*Kalbimizin gıll dan temizlenmesi için Allah’tan yardım dilemek; “Allahümme inniy es’elüke hubbeKE ve hubbe men yuhibbuKE: Allahım, Senden kesinlikle sevgini ve seni sevenleri sevmeyi dilerim (âmin).” Efendimiz (SAV) bize böyle bir dua öğretmektedir. Bu duanın manasal açılımına da bakalım: Allahım, kalbimi ğıllden temizleyiver. Kesinlikle kalbime sevgini hâkim kıl ve bu sevgi bütün sadrımı kaplasın. Allahım, seni gerçek sevgi ile sevenleri tanıyabilmeyi ve sevebilmeyi de bana öğretiver. Dünya hayatını cazibeli görmekten ve sevginden uzak düşmekten de sana sığınırım. Sevgini bana serin sudan sevimli eyleyiver ya Rabbi (âmin).

Kur’an nefret duygusunun fonksiyonel haline Ğıll demiştir. Bahsettiğimiz nefret duygusunun fiillere dönüşmek üzere fonksiyonel hale gelmesi için oluşan manasına Ğıll demiştir. Sadrı kaplayan duniHi algı ve zannları kalbin üzerini yani kalp bilgi platformunu formatlayarak kılıflar. Ğıll işte bu kılıfın vasfıdır. Bu ğıll nefreti fonksiyonel hale getirmek için beyine gereken emirlerin gitmesinde rol oynar. Dolayısıyla, beyin tarafından ğıll sanki kalpteymiş gibi algılanır, çünkü beyin kalpten emir alır. Oysa sadırdaki nefret kökenli heva ve hevesler kalbin üzerini kaplamış, yani kalbin bilgi platformunu formatlamış ve ğıll oluşmuştur. İşte o format kalpte hastalığa yol açıyor; Kur’an kalbe, kalp bilgi platformuna atılan bu format durumuna “kalbin üstü kılıflanmış” diyor, “paslanmış kalp” diyor. İşte o formatın bir vasfı var ve o vasıf Kur’an’da “ğıll” diye geçer. Kalbi örten o ğıll, var olan nefret duygusunun fiile dönüşebilmesi, fonksiyonel olabilmesi için gereken emirlerin beyine gitmesini sağlar. Dolayısıyla kalbin üzerini öyle bir formatlar ve örter ki beyin kendisine gelen ğıll vasıflı emirlerin kalpten geldiğini zanneder ve onları uygular. Beyin ancak kalpten emir alır. Ama kalbin üstünü formatlayarak sanki kalpmiş gibi davranan bu ğıll, bu kılıf beyin tarafından kalp zannedilir. Böylece beyin ğıllden gelen nefret kökenli emirleri fiillere dönüştürür. Hicr-47 ve A’raf-43. ayetlerden öğreniyoruz ki kalbi kılıflayan bu ğıll bulundukça kişi cennete giremez, bu yüzden Allah cennete almayı dilediği kullarından bu Ğıll’i söküp atmıştır.

* Nefreti ve nefret dilini tanımış, bundan kaçınmış ve gerçek sevgiyi yaşayan inananlara bu gerçek sevgiyi nasıl yaşayacaklarını öğretmek amacıyla Rasulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kim imanın lezzetini tatmak istiyorsa Allah ve Rasulünü herkesten ve her şeyden fazla sevmelidir. Birisini veya bir şeyi Allah rızasını umarak sevmelidir. Ve bir de imandan sonra küfre düşmekten ateşe düşmekten korkar gibi korkmalıdır.”

Kalbimiz Rabbimize nasıl iman edeceğimizi öğrendikten ve gerçek sevgiyi yaşamaya başladıktan sonra sadrımızı yeniden nefret ve nefret dili sarmasın diye Rabbimizden yardım ve müdahale istememiz gerektiğini, bu amaçla da şöyle dua etmemiz gerektiğini biz inananlara Al’u İmran Sûresi 8. ayet öğretmektedir: “Rabbena la tuzığ kulubena ba’de iz hedeytena ve heblena min ledünKE Rahmeh. İnneKE entel Vehhab: Rabbimiz, bize hidayet edip gerçeği gösterdikten, öğrettikten sonra kalplerimizi nefsin şerri yönüne çevirme. Bize ledünnünden rahmet ver. Muhakkak ki Sen Vehhab’sın.”

*Gerçek sevgiyi yaşayabilmek Allah’ın Selam esmasıyla yaşanması mümkün hale gelir.

Allah’ın Selam esması kanunları kullara selamet ihsan eden, yakîn halini yaşatan, Billahi anlamda iman edenlere İslam’ı kolay ve güzel eyleyen, Dâru’s Selâm olan cennet yaşantısını meydana getirendir.

Müslümanlar karşılaşınca birbirlerine “Selamün Aleyküm”, “Ve Aleyküm Selam” derler. Bu bir duadır ve Müslümanlar birbirlerine şöyle dua etmiş olurlar: “Allahım bu kardeşimize dünya hayatında onu cennete götürecek bir hayat yaşatıver. Ahirette de cennetine alıver inşaAllah. (Âmin)” Diğeri de cevaben: “Allahım, beni de onu da inşaAllah. (Âmin)” der.

Rasulullah (SAV) Efendimiz buyurmuşlardır ki: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Birbirinizi sevmek için de selamlaşın, selamlaşmayı yayın.”

Hadisten çıkaracağımız sonuçları şöyle sıralayabiliriz: Cennete girebilmek için Billahi anlamda iman etmek olmazsa olmaz şarttır. Billahi anlamda imanı ve gereklerini yerine getirebilmek için inananların birbirlerini sevmeleri gerekir, yani gerçek sevgiyi yaşıyor olmaları gerekir. Çünkü nefret ve nefret konuşma dili ile ve kalbi kılıflayan ğıll varlığında salih amelin gerçekleştirilebilmesi yani amellerin salih olması mümkün olmaz (Yılmaz Dündar, Nefs Terbiyesi).

Rasulullah(sav) Efendimize duyulacak sevgi de “O Allah’ın Habibi imiş” gibi bir duygusallıkta hissedilen sevgi midir acaba? Yoksa Rasulullah(sav)’ın getirdiği Allah’ı tanıma bize ulaşmasaydı halimiz ne olurdu, bunu çok net görüp de bunun minneti ile başlayan bir sevgi ve duygusallık mıdır; gerçek Rasulullah(sav) sevgisi?

Allah’ım sana ve Rasulun Muhammed Mustafa(sav)ya razı olduğun sevgiyi yaşamayı bize öğretiver ve bizi razı olduğun o sevgi ile vefat ettiriver(amin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti