Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İnsanın İdrak Yolculuğu 3

Dünya imtihanı gereği kendini “Allah’ı doğru tanıma” hususunda idrakı bozulmuş halde bulan insan bu dünyaya geldiğinde bu halinin farkında değildir. Bu halde olduğunu yani idrakının bozulduğunu ancak Allah’tan kendisine ulaşacak hüda ile fark edebilir. Hüda kullara ikram edilen hidayet imkanlarıdır; yani rasuller, nebiler, kitaplardır; günümüzde ise Rasulullah Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz (sünneti) ve Kur’an- Kerim’dir.

İnsan Kur’an’a ve Efendimiz’e (SAV) kulak ve kalb verirse hidayetle tanışabilir. Değilse dünyaya geldiği dûniHİ algısıyla o algının yanlışlığını hiç fark etmeden yaşar, geçer, gider. İşte bu sürecin boşa gitmemesi, batıl algıyla heba olmaması, idrak yolculuğumuzun Hakk yolda ve yönde olması için ayetlerimiz bizi uyarır:

“Hakk Da’vet (ancak) O’nundur/O’nadır. DȗniHİ (algı ile müstakilen var zannederek) çağırdıkları ise onlara hiçbir şekilde icabet edemezler. (Onların hali) ancak, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru uzatanın durumu gibidir. (Halbuki suya ağzını dayamadıkça) o (su) ona ulaşacak değildir. Kafirlerin duası (gayreti) ancak sapıklıktır ve boşadır.” (Ra’d-14)

Dunihi algı ve Billahi idrak içerisinde yaşayan kulun Rabbine yönelişi de farklıdır. Bu iki idrak seviyesini çok iyi tanıyıp, her ikisinin de ne üzerine temellendiğini kavrayabilirsek dünya ve ahiret hayatımız için çok güzel bir adım atmış olacağız inşallah. Yaşadığımız herhangi bir olayda kendimizin ve karşımızdakinin hangi idrak seviyesinden konuştuğunu fark ettiğimiz anda bir anda kendimize çeki düzen verebiliriz. Hiç farkında olmadan çekildiğimiz tartışma ortamında karşımızdakinin ya da kendimizin verdiği tepkinin nerden beslendiğini bilmemiz bizde davranış değişikliğine sebep olacaktır.

Herhangi bir olay karşısında dunihi algıda olan bir insanın vereceği tepkiyle Billahi imanda olan insanın vereceği tepki başkadır. Dunihi algıda olan insan yaşamında” bir Allah var, birde müstakil olarak bende varım” dediği için kendini Rabbinden ayrı görür. Dolayısıyla kendini müstakil olarak güç sahibi, mülk sahibi ve hüküm sahibi zanneder. Hal böyle olunca ondan çıkan davranışlarda bu hissiyatını tatmin edecek davranışlar olur. Etrafını küçümser, kendinin herkesten üstün olduğunu zanneder, haksızlık eder, herkesin ona itaat etmesi gerektiğine inanır. Şimdi verdiğimiz örnekler üzerinden dunihi algıda olanların sadece maddi anlamda güçlü ve hüküm sahibi olduğunu düşünmeyelim. Dunihi algıda yaşayan yani Allah’tan uzakta yaşayan her kişinin maddi imkanlarının ve gücünün olduğunu düşünürsek kendimizden ötelemiş oluruz.” Benim gücüm ve imkanlarım sınırlı dolayısıyla ben dunihi algı katagorisine girmiyorum” der kendimizden ötelemiş oluruz. Dunihi algıyla birlikte çalışan nefsin şerri bize öyle güzel oyunlar kurar ki Rabbimizin yardımı olmadan bunları anlamamız imkansızdır. Bazen bu tuzaklar bizde mağdur hissiyatıyla açığa çıkar. Kendimizi mağdur hissiyatının içerisine sokarak karşı taraftan almak istediğimizi almaya çalışırız. Bu durumda maddi açıdan belki gücümüz yoktur ama hedefimiz ilahlık hissiyatımızın tatminidir; bu hissiyata tatmin yaşatabilmek için her yolu deneriz. “Beni kim önemser ki, bu da mı benim başıma geldi? yaptığım şeyleri beğenmez ki…” sözlerimizle karşı tarafta oluşturduğumuz mağdur hissiyatıyla karşı tarafı maniple etmeye çalışırız. Bu da kendimizi Allah’tan ayrı gördüğümüz dunihi algıda yaşanan bir davranıştır. Yani anladık ki dunihi algıda ilahlık hissiyatının tatmini maddi olanaklarla, makam mevki sahibi olmakla bir alakası yoktur. Nefsin şerri insanı bazen müstakil olarak güç sahibi olduğunu bazen de mağdur hissiyatıyla Allah’tan ayrı olduğunu zannettirir.

Dunihi algı ve Billahi idrak de Rabbimize yönelişimiz yani duamızda değişir. Dunihi algıda olduğumuzda Allah’ın dışı var yanılgısıyla kendimizden üst makamdan dileklerimiz olur. “Allah’ım ben bunu halledemedim, Sen hallet/halleder misin/hallediver” şeklindeki üslupla isteriz. Dunihi algıda kul fıtratında olan bu yönelişi Allah’a ulaştıramadığı için önce boşluğa düşer, sonra yönelişinin doğru bir karşılığı olmadığı için kendine göre tanrılar ilan etmek zorunda kalır. “Ateistim” der ancak kendinden daha güçlü bulduğu herhangi bir şeyi hayatında ilah haline getirir. Tabiat, gök cisimleri bunlardan bazılarıdır. Sığınma isteği insanın fıtratında vardır. Rabbini hakkıyla tanımayan insan evrene enerji gönderdiğini düşünerek gider “secret akımına” sıkı sıkı sarılır. “İyi düşün ki evren sana iyi şeyler versin” diyen bu akıma uyarak kaderini kendisinin yönlendirebildiğine inanarak çıkmaza girer. Aslında ‘’İyi düşünmek’’ inanan için sünnettir ve sevaptır ama inanmayan için bunun ahirette sevap olarak bir karşılığı yoktur. Ancak Rabbimiz Rahman esması kapsamında bu “iyilik hali”nin karşılığını da inanan-inanmayan ayırt etmeksizin tüm kullarına verir; yani o iyi düşünür, iyi şeyler başına gelir…

Billahi imanda ise Rabbimize sığınışımız, sadece O’ndan isteyişimiz, yakarışımızdır. Dua biz inananlar için bir nimettir. Rabbimizin bizi muhatap almasıdır.

Bir şey istemek duanın belki de asıl yönünü perdeliyor olabilir. Çünkü dua istemek değildir, Allah’a yönelmektir, O’nunla konuşmaktır ve elbette kul olduğumuz için de istemektir. Ama kul duayı sadece istemek gibi düşünürse duayı anlayamamış olur. Biz idrak yolculuğumuzda Allah’ı önce doğru tanımayı öğrenmeliyiz yani Billahi manada iman etmeliyiz, sonra da bu imanın gereği olarak gerçek VAR olana yani ‘’Müstakilen var ve muhtar’’ olan Rabbimiz Allah’a yönelir, O’na sığınır, O’nun verdiği nimetlere hamd eder, şükrederiz. Dua inanan için bir hedeftir. O zaman Furkan-77 ayetini böyle okuruz: “Hedefiniz olmazsa, ne ehemmiyetiniz var.” Bu süreç şöyledir: Bir hasletinden dolayı Rabbine sığınan kul öncelikle bu hasletten rahatsız olur, sonra tövbe eder, sonra da dua eder yani hedef koyar. Rahatsızlık, tövbe ve dua! Yani rahatsızlık, tövbe ve hedef…

Mesela arkadaşına (aslında etiketi kim olursa olsun Allah’ın yarattığı bir kula, Allah’ın bir emrine) bir anda öfkelendiğini fark eden bir inanan, bu öfkesinden önce rahatsız olur, olmalıdır! Sonra “Allah’ım, beni affet” deyip tövbe eder. Sonra da duasını eder yani hedefini koyar, “Allah’ım, merhamet et de bir daha bu şekilde öfkelenmeyeyim, bu halden sana sığınıyorum” der. Aslında rahatsız olmakla ve tövbe etmekle kirini temizlemiş, engellerini kaldırmış ve Allah’a dua edebilir, yönelebilir, O’nunla konuşabilir hale gelmiştir, öyle bir idraka ulaşmıştır. Tam bu noktada Efendimiz’in (SAV) çok önemseterek öğrettiği ve yaptığı dualardan biriyle sığınıp tamamlayalım:

“Allahümme inni euzu bike min azabi cehennem ve euzu bike min azabil kabri ve euzu bike min fitnetil deccal ve euzu bike min fitnetil mahya vel memat”

“Allah’ım, cehennem azabından sana sığınırım; kabir azabından sana sığınırım, deccalin (deccaliyetin) fitnesinden sana sığınırım, hayatın ve ölümün fitnesinden (yaşarken ve ölümüm anında beni senden uzaklaştırıp dunihi algıya düşürecek her şeyden) sana sığınırım (lütfen koruyuver). Âmin”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti