Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İnsanın İdrak Yolculuğu

Hiç kimse dünya yaşantısı kriterlerine göre “aşağıların aşağısı” özellikteki bir statü, bir iş, bir etiket, bir konumdun hoşlanmaz, böyle bir konumunda olmayı istemez. Çünkü insanın gözü hep yükseklerdedir, kendi konumundan, kendi durumundan daha iyi, daha yüksek, daha cazip şartları, kişileri, imkanları, makam ve mevkileri takip eder, izler hep gözü (en azından) bir üst seviyededir. Daima bunun kıyasını, bunun hesabını yapar, çoğu zaman bunun kıskançlığını hatta bunun hasedini, fesadını hisseder ve bununla yaşar. Demek ki insanda bir özellik var: Konum olarak altta, aşağıda olmaktan hoşlanmayan, hoşlanmadığı bu aşağılık, zelil, zor, hakir, hallerden de kurtulmaya çalışan, ömrünü bunun için harcamayı göze alan bir özelliğimiz var. Bunu bilmeyen, tatmayan, yaşamayan bir kişi var mıdır acaba? Yoktur. Şimdi gelelim sorgulamamıza: Acaba bu özellik bizde niye var? Bu özelliğe düşman mı olmalıyız? Bu özellikten kurtulmaya mı çalışmalıyız? Yoksa bu özelliğin çok yüksek bir nimet olduğunu fark edip onu doğru yerde yani Hakk işlevlerimiz için kullanmalıyız?

Bütün özelliklerimiz gibi bu özelliğimiz de bize Allah’ın Billahi manada bir ikramı ve lütfudur. Bunu fark etmemizi isteyen ayetler ve hadislerden alıyoruz ki biz kendimizdeki bu özelliğe zulmetmeden ondan azami (yani maksimum) yararlanmalıyız. Bunu doğru yolda, Hak kulvarda, Allah razılığını kazanmak için kullanmamız gerektiğini bize öğreten Rasulullah Efendimiz Muhammed Mustafa’nın (SAV) şu hadis ini ülkemizde de Müslüman toplumlarda de bilmeyen, duymayan yoktur:

Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemeniz için daha uygun bir davranıştır.”  (Müslim, Zühd 9)

Manayı destekleyen bir diğer rivayet Buhârî’de şöyledir:

“Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden üstün olan kimseye bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın.” (Buhârî, Rikak 30. Ayrıca bk. Müslim, Zühd 8)

Demek ki insanda mevkice daha iyi, daha yüksek olana bir rağbet, bir göz dikme, bir meyil var. Şimdi gelin bunu öncelikle nerede kullanmamız gerektiğini tefekkür edelim. Ancak bunu Hak yolda, ahiretimiz için hayrlı olacak şekilde tefekkür edebilmemiz için insanın (inanıyor olsa bile, hatta çok dindar olsa bile, Müslümanlık amellerine sıkı sıkıya bağlı olsa bile) insanın önce dünyadaki idrakını bilmesi gerekiyor. Bu fotoğrafı çekip bize öğreten Kur’an-ı Kerim’imiz’in şu ayetlerine bakarak başlayalım. Buyurun:

“Lekad haleknel insane fi ahseni takviym. Sümme radednahu esfele safiliyn (Tiyn, 4-5)

Mealen: “Biz insanı (çok güzel, çok yüksek idrak olan) ahseni takviym idrakta yarattık. Sonra (dünya hayatına başlarken) onu (tüm insanları) esfele safiliyn’e (aşağıların aşağısı idraka) reddettik (döndürdük).”

Ayetimizin üzerinde konuşacağız ama önce bu durumu bir kaydedelim. İnsanın gözünü dikeceği yani kendisi için olmazsa olmaz hedef haline getireceği şey kendisinin eski hali olan ahseni takvim idrak ve yaşantısı. Bu şuna benziyor. Ömrünün bir kısmını çok yüksek imkanlar ve varlık içerisinde geçirmiş kişinin bir şekilde her şeyini kaybettiği bir yaşantı düşünün, bu kişi hep o önceki imkanlı, yüksek seviyeli, rahat, kolay ve mutlu yaşantıya ait günlerini arar, özler ve ister değil mi? İşte biz, bizdeki bu özelliği önce burada kullanmalıyız! Daima burada kullanmalıyız! Bu özellik bizde sadece bu amaçla kullanmamız için var belki de!

Şimdi gelin, ahseni takviym idrak yaşantısından esfele safiliyn idraklı yaşantıya reddedilişimizi, düşüşümüzü görelim. Ki bu düşüş aslında Hazreti Adem’in (as) cennetten çıkarılması olarak bilinen olayın bizim için yani Ademoğulları için devam ettiğini, her bir Ademoğlunun cennetten (ahseni takviym idrak ve yaşantısından) esfele safiliyne (uzaklık algılı esfele safiliyn idrak yaşantısına) reddedildiği bir dünya imtihanı yaşantısına reddedildiğini ifade etmektedir. Her Halifetullah Vasıflı İnsan’ın (Hz. İsa gibi istisnalar hariç) bu hali yaşadığını, yaşayacağını anlıyor, öğreniyoruz. İşte bu düşüşü, bu reddedilişi iliklerimize kadar hissetmek, fark etmek ve deli gibi aşağıların aşağısı bu idraktan kurtulmaya çalışmamız gerektiğini, bizdeki o bahsettiğim özelliği bu iş kullanmamız gerektiğini çok ama çok önemsemeli ve bunu eyleme geçirmeliyiz. Mesela, ülkemizin Osmanlı hatta Selçuklu dönemi gibi nispeten yakın döneme ait hafızalarına ait toprakları hala iç geçirerek, o ihtişam günlerinden düşmüşüz ama mutlaka o günlere dönmeliyiz şekilde bir hissimiz vardır ya, bu da öyle olmalı!

Ahseni takvimde yaratılan insan, dünya hayatına esfele safilin idrakle başladı. Ahseni takvim halde Allah’ı hakkıyla bilen ve tanıyan insan esfele safilinde Allah’ı hakkıyla bilemeyen bir algı içerisinde kendini buldu. Allah’ı hakkıyla tanımak ise ancak tevhid gerçekleriyle olacağı için bunu Kur’an ahseni takvim olarak isimlendirmiştir.

Ahseni takvim hal ile esfele safilin arasındaki fark şudur: Ahseni takvimde Allah’ın dışı varmış gibi yanlış bir algı yoktur. Esfele safilin algıda ise hayat bu algı üzerine yürür. “Bir Allah var, bir de “BEN” varım” hissiyatıyla yaşadığımız hayat, Tiyn Suresi 5 ayetiyle öğretilen hayattır, yani esfele safilin algıya reddedildiğimiz hayattır.

Bu algıyı fark edip bundan sıyrıldığımız her an ahseni takvim yapımıza biraz daha yaklaşmış oluruz.

Bu iki farklı yapıyı bilmek bir inanan için sadece çok önemli değil kesinlikle çok öncelikli ve çok hayati ilk konudur. Yaradılışımızın hangi hal üzere olduğunu bilerek bu hali yakalama çabasıyla ahiretimizi ve dünyamızı kurtarırız. Nefs terbiyesi başlığı altında detaylıca incelediğimiz yazılarımızda esfele safilin algıdan kurtularak ahseni takvim yapıya ulaşma çabamızı anlamaya çalışmıştık. Her bir yazıda farklı farklı konularda değindiğimiz yazı dizimizde asıl anlatmaya çalıştığımız ve kurtulmamız gereken hal ise “Allah’ın dışı var” algımızdır. Bunu önce reddetmeli, sonra da bu algıya ait yaşantı hallerini tek tek terk etme gayretine girmeliyiz. Bunu yapmaya başlayan için yani dışı sınırı olmayan, gerçek ve tek VAR olanın Allah olduğunu kabul ettikten sonra yaşantımızda hala devam edecek olan “Ben varım” hissi artık “Ben Allah’ın ilminde O’nun dilediği bir kulu olarak varım”a dönüşür ki bu ahseni takviym idraka ait bir düşünce ve hissiyattır.

“İşte böyle… Çünkü Allah, O Hakk’dır. DȗniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var ve muhtar zannederek) kulluk yaptıkları/isimlendirdikleri ise batıldır. Muhakkak ki; Allah, Aliyyül Kebîr’dir.” (Hac-62, Lukman-30).

Şimdi Hac-62 ve Lukman-30 ayetlerindeki “Hakk ve Batıl”ı anlamak için şöyle bakalım: “Hakk” dediğimiz yere DOĞRU, “batıl” denilen yere YANLIŞ diyelim. Bu durumda, bir cümleyle şöyle bir mana çıkıyor: Allah Doğru’dur, Dȗnillah algı batıldır, yanlıştır. Demek ki, bu iki ayet bizi uyarıyor: Dȗnillah algı batıldır! Kur’an böyle öğretiyor. Öğrendik ki; dȗnillah/dȗniHİ algı batıldır, yani yanlıştır: Dȗnillah/dȗniHİ (Allah’ın dışı algısıyla) müstakilen var ve muhtar zannederek kulluk yaptıklarınız, isimlendirdikleriniz, dua ettikleriniz, çağırdıklarınız batıldır. Bu meale şimdilik yalnızca “kulluk yaptıklarınız” diyelim ve kişinin bu mealle ayeti nasıl ötelediğini görelim: benim Allah dışında kulluk yaptığım bir varlık yok ki! Hele bir de “duniHi” için şöyle yazılmışsa insan bu ayeti öyle bir öteler ki: Allah Hakk’tır, Allah’ın dışında kulluk yaptıklarınız batıl’dır! Bu meal yanlış değil, doğru. Ama ayetin kastettiği o değil, ayet bunu söylemiyor. Eğer ayet böyle diyorsa, kişi “benim Allah’tan başka kulluk yaptığım bir şey yok” dediğinde iş biter. Ve tasnif başlar: Şunlar savaş ayeti, şunlar ticaret ayeti, şunlar hukuk, şunlar şu tarihi olaylar derken sana ne kaldı? Doğru yaklaşım böyle değil! Eğer siz dȗniHİ ifadesini doğru manada anlarsanız ayetin tam içine düşersiniz. Bu durumda ayet size der ki: Eğer sen “Allah’ın dışı var” zannediyorsan, kendini de Allah’ın dışında müstakil bir varlık zannediyorsan, başka varlıklara da bu gözle bakıyorsan, hele de onlara tapıyorsan, bu batıldır. Bunu ayetimiz bize yani inanan kişiye öğretiyor, “inanıyorum” diyene söylüyor! Çok dikkat edin, yalnız Allah “var” ve Hakk O’dur (Yılmaz Dündar, Aşağıların Aşağısı).

Allah’ın dışı var algısıyla yaşamak insana bu dünyada zulümdür. En yakınlarımızla olan anlaşmazlıklarımız, iş arkadaşımızla paylaşamadığımız koltuk sevdamız, çocuğumuzun iyiliğini düşünme adına göstermiş olduğumuz hırslarımız, dünya malı için inandığımız şeylerden kolayca vazgeçişlerimiz hep bu algının bizde oluşturduğu hissiyattan dolayıdır. “Sen de müstakil olarak varsın” ifadesini dilimizle söylemesek de bu hisle yaşamaktayız, maalesef. Zulmette yaşarken karşılaştığımız durr hallerinin (zorluk hallerinin) altında da bu hissiyat yatar. Bunu fark edemediğimiz gibi kendi adımıza “ben” diyebilmek için de bu hayatta her kapıyı zorlarız. Öyle ki çoğu zaman bu şekilde yaşayan insanların bu tavrını “özgüven” olarak adlandırırız. Halbuki bu halle yaşantı insan için zulmettir.

“Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu mine-zzâlimîn.” (Enbiyâ Sûresi, 87)

“(Allah’ım, gerçek VAR SEN’sin, ilah olmanın gereği olan içi dışı olmayan sınırsızlık, öncesizlik sonrasızlık vasıflı müstakilen VAR ve Muhtar vasfı sana aittir. Biz bunu beyan etmek için “Sen’den başka ilâh yok” deriz, bunu bize Rasulun (SAV) ile SEN öğrettin. Bu halin nedeniyle SEN SÜBHAN’sın. Hakikat böyle olmasına rağmen ve ben bu hakikate uygun ahseni takviym idrakta olmam gerekmesine rağmen maalesef esfele safiliyne ait izlerden, kokulardan, dosyalardan kurtulamıyorum. Bu halim nedeniyle de ben nefsine zulmedenlerdenim. Lütfen Allah’ım ikram ediver de beni bu halden kolaylıkla ve geri dönüşü olmayacak şekilde kurtarıver (âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti