Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İnsanın İdrak Yolculuğu 9

“Sonra biz, Rasullerimizi ve iman etmişleri böylece kurtarırız. Müminleri kurtarmamız üzerimize bir haktır. De ki: “Ey, insanlar! Benim diynimden (inanışım ve hayat tarzımdan) şüphe içerisindeyseniz, (bilin ki) ben sizin dȗnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedip) kulluk yaptıklarınıza kulluk yapmam. Fakat sizi öldürecek olan Allah’a kulluk ederim. Ve ben müminlerden olmakla emrolundum. “Ve (şununla da emrolundum) Vechini hanif olarak (dȗniHİ algı ve zannlarına sırtını dönerek) Diyn e çevir ve sakın müşriklerden olma. Ve dȗnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedilen) şeylerden ilgini kes (onlara yönelme). Eğer yönelirsen muhakkak ki sen zalimlerden olursun.” (Yunus; 103-106)

Ayetimizi dikkatle tekrar tekrar okumak biz mümin kullar için çok önemli! Çünkü ana karnına düşüşümüzle başlayan idrak seyahatimizde bize kurtuluş ve ilerleme yolunu çok net gösteren bir ayet-i kerime!

“Biz Rasullerimizi ve iman etmişleri (müminleri) böylece kurtarırız ki müminleri kurtarmamız üzerimize haktır” müjdesiyle başlayan bu ayetimizden anlıyoruz ki; kurtuluş yolundaki ilk adım “vechimizi dine hanif olarak” çevirmek. İdrak yolculuğumuzun Hakk yolda, hakkaniyette, Allah’ın razı olduğu istikamette olması için ilk şart bu: Vechi yani benliği, “ben” deyişi hanif hale getirmek. Bu nedir, nasıl olur? Çok basit. İslam çok kolay çünkü.  Allah’ın dışı ve sınırı olmadığını kabul ettiğimizde biz hanif idrakı ilan etmiş ve kabul etmiş oluyoruz. Yani; “La ilahe illallah” kelime-i tevhidindeki “la ilahe” kısmını “Allah’ın dışı yoktur ve dışında bir müstakilen varlık da yoktur” manasında söylediğimizde, İhlas Suresini okurken “Kul HuvAllahu EHAD” derken “Ehad”in manasını “Allah sınırı sonu, öncesi ve sonrası olmayan hakikattir, bu hakikat suretten ve dışı algısından münezzehtir (lem yelid ve lem yuled ve lem yekun lehu küfüven ehad)” diye anladığımızda biz hanif idrakı kabulle yola başlamış, idrakımızı hak yolda geliştirmeye ve biiznillah hak yolda bir kazanımlara başlamış oluyoruz.

Kul vechini dine, Allah’a, O’nun yarattığı sisteme, yarattıklarına hanif olarak ancak böyle yaklaşırsa doğru bir idrak süreci başlar. Elbette kendisine sorsanız bu idrakı böyle tanımlayamayacak ama imanı istikamet üzere olan mümin kullar da vardır. Kalplerin sahibi olan Allah, imanı hangi kulunun kalbine yazdığını bilendir. Biz, yolculuğumuzun tefekkürü kapsamında imanla ile ilgili bu tanımları yapıyor, konuşuyor ve idrakımızı biiznillah düzeltmeye onarmaya, idrakımızın (yani neye nasıl inanıyor olduğumuzun) farkında olmaya çalışıyoruz.

Dünya yaşantısına esfele safiliyn idrakla başlayan insan, bu idrakın doğal ürünü olan dunihi (Allah’ın dışı var ve biz yaratılanlar dışındayız) algısının ürettiği “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını işte bu hanif kabulle önce reddediyor, sonra da terk ederek vechini hanif olarak çevirdiği dine uygun hayat tarzı için gayrete giriyor, böylece salih amel başlıyor.

“Allah’ın dışı var” yanılgısından ve bu yanılgının ana ürünü olan gizli şirkten yani “ben ve yaratılanlar müstakilen varız” iddiasından kurtulmak kulun kurtuluş yolunun başlaması için şarttır. Her gün beş vakit Ezanımız da bize bunu duyurur, öğretir, öğütler, buna davet eder, bu telaşa girin ve kurtulun der. “Hayyeale’s salah” ve Hayyeale’l Felah” davetlerine kadar olan kısım (tekbir ve şehadetler) tamamıyla bu idrakın tanımlanışı, duyuruluşu ve reddedilmesinin önerilmesidir: Müstakilen var ve muhtar olan (gerçek VAR olan), dışı sınırı olmayan Allah’tır: Allahuekber. İşte ben bu hakikate şehadet ederim. Ve yine ben bu şehadeti öğretmek ve bu şehadete uygun nasıl yaşayacağımızı öğretmek üzere biz mümin kullarına ikram ettiğin kulun ve Rasulün Muhammed Mustafa’ya da şahitlik ederim. Bu aynı zamanda cennete uygun bir idrak ve yaşantıya da davettir; bu yüzden Efendimiz Ezanımızı “Tam Davet” olarak tanımlamıştır.

Bunun zıddı olan “Müstakilen varız ve muhtarız” iddiası da aslında bir davettir ve dünya hayatında o kadar kuvvetli bir davet ve iddiadır ki, çoğu zaman böyle bir iddia içerisinde olduğumuzun, böyle bir davete icabet ediyor oluşumuzun farkında olmayız ve “dünya hayatının akışı böyle” der yaşar gideriz. Hatta bu iddiayı, bu davete icabet edişi kuvvetlendirecek motivasyon seminerleri ile dunihi algı korunarak ama kurtuluş yolu ararız. Dunihi algı ile yani batıl idrak ile kurtuluş yoktur. Öyle olunca da bu iddia ve idrakla yaşanırken, bu iddia ve idrak korunurken ve hatta bu iddia ve idrakın farkında değilken çözüm adına önerilen tüm yollar başarısızlıktır, ahirette ise hüsrandır, acı ve ızdıraptır.

Gerçek iman bir haz, bir cazibe ve Hakk bir lezzettir ve kişiyi mutlu eder, huzurlu kılar. Ama “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası da bir cazibe oluşturur. Kişi bu hazza, bu cazibeye bu davete icabet ederse dünya ve ahiretteki karşılığı yanmadır, ateştir, huzursuzluktur; kişi halinden memnun ve rahat olabilir ama gerçekte mutluluğu tadamaz. Muhafaza buyur Allahım.

İdrak seyahatinin Hakk yolda olması için ilk şart hastalığımızı teşhistir, dünya hayatına esfele safiliyn idrakla doğuyor oluşumuzu (Tiyn Suresi 5)’ten fark etmemizdir.

Gerçek “Müstakilen var ve muhtar” olan Allah olduğu için esfele safiliyn idrakla üretilen “müstakilen varım” iddiası Allah’a ortak oluşturmaktır. Gerçek şirkin tanımı budur. “Ben başka bir şeye, başka bir ilaha inanmıyorum” diyerek şirkten kurtulmak ve korunmak mümkün değildir. Gerçek şirk (gizli şirk) kendimizdeki bu iddianın yol açtığı ilahlık hissiyatıdır, onu fark etmeden kurtuluş olmaz, müstakil olarak “güç, hüküm ve mülk sahibi” olarak yaşadığımız sürece kurtuluş olmaz. Çünkü bu durumda farkında olmadan “bir Allah var bir de dunihi ben varım” demiş ve zımnen ilahlığımızı ilan etmiş oluyoruz. Allah’a şirk budur. Bu şirk içerisindeyken ve bundan kurtulmak gibi bir hedefi yokken kişinin ameller yaparak, Allah’ın razı olduğu bir hayat yaşaması mümkün olmaz. Birçok ayette ve Yunus; 103-104 ayetlerinde bu nedenle uyarılırız: Vechini hanif olarak dine çevir, sakın müşriklerden olma! Bu çağrıyı duymalı, doğru anlamalı, icabet etmeli, vechimizi hanif olarak Dine çevirmeliyiz. Ki bu, “Allah’ın dışı sınırı var ve yaratılanlar orada” yanılgısını reddetmekle başlar. Bu sebeple Al-u İmran Suresi 20. ayette Rabbimiz bize “Eslemtü vechiye lillahi: (Ben) vechimi Allah’a teslim ettim” demeyi öğretir. Ve biz de En’am-79’da Rabbimizin öğrettiği şekilde “İnnî veccehtu vechiye lillezî fataras semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn: Ben yüzümü (vechimi, benliğimi) semavat ve arzı (kendi ilminde) Fatır olarak yaratana hanif olarak yönelttim, (bu idrakla) ben müşriklerden değilim.”

Bir niyet belirten bu söylemle kul şunu söylemiş oluyor (Yılmaz Dündar, KADER): Allahım, Esfele Safiliyn format gereği duniHİ algı ve zann’larımın tesiriyle “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunarak kendi namına “BEN” diyerek, senden ayrı bir yüz (bir vech, bir kişilik) uydurdum. Bu yüz benim yüzsüzlüğümdür. Ben bütün bu yüzsüzlüklerime sırtımı döndüm ve senin rızanı umarak Hanif oldum. Benim fıtratımdaki sana ait yüzümü (kişiliğimi, vechimi) bana kazandır ki ben bu yüzle senin adına ve senin verdiğin yetkiyle “BEN” diyebileyim. Bu hali bana kolay ve güzel eyleyiver, hayrlı ve mübarek eyleyiver ve her halimi de indinde makbul eyleyiver, Allahım (Âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER