Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Nefs Terbiyesi 12

Nefs terbiyesi sürecini zorlaştıran, gerileten, başarılı olmasını engelleyen belki de en önemli göstergenin “konuşma” yani “dil” olduğunu kafamıza, hayalimize, zihnimize, kalbimize öyle yazalım ki konuşacağımızda önce bu aklımıza gelsin inşaAllah. İşte bu kapsamda, günlük yaşantıda dikkat etmemiz gereken yaygın konuşma yanlışlarından birisi şudur: Hak olmayan halleri aklayan cümleler kurmak. Bunu o kadar kendiliğinden yaparız ki fark bile etmeyiz. Birisi (Billahi imanlı bir kardeşimiz, eşimiz, yavrumuz, arkadaşımız) bu konuda bizi uyarsa ona hemen “ne var bu cümlemde ne varmış halimde, çocuğumun o halinde ne var ki” gibi cümlelerle kendimizi veya önemsediğimiz bir arkadaşı, bir akrabayı, bir kişiyi, bir kurumu… savunmaya girdiğimizi sıklıkla görebiliriz. Oysa, nefs terbiyesi sürecinde kaybetmek istemiyorsak ya da kazanmak istiyorsak “Hak olmayan halleri aklayan cümleler” kurmaktan sakınmak zorundayız, bunun için çok özel ihtimam göstermemiz gerekiyor. Bilelim ki dunihi algıya ait konuşma ve haller su gibi aktığı için özel bir gayret gerektirmez, onları kendiliğinden yaparız, oysa nefs terbiyesi ile hedeflediğimiz Billahi imanın önce algı sonra da hal ve hayat tarzı haline gelmesi için çok gayret göstermemiz gerekir.
Peki, Hak olmayan haller neler olabilir? Önce kendimize bunun net, somut tarifini yapmalıyız ki bu hale düşmekten korunabilelim. Bunun için hep çok kısa ama çok doğrudan tarifler yapmamız, böyle tanımlamaları bulmamız gerekiyor. Hak olmayan hal (kesinlikle) ilahlık hissiyatıyla yapılan, yaşanan haldir, hallerdir. Bu tanım çok kısadır ama içerdiği anlam alanı çok nettir ve tam bir kapsamaya sahiptir. Ne yapıyorsak ne haldeysek ne söylüyorsak, eğer bunları yaparken ki halimiz ilahlık hissiyatı ise, bu hissiyatla yapıyorsak, söylüyorsak ortada Hak olmayan bir hal var demektir. Örneğin ihtiyacı olan birine yardım ettiğimizi ve hatta elimizden gelenin en iyisiyle ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamaya çalıştığımızı düşünelim. Kendimizi bunu Allah’ın razılığı için yapıyor sansak bile eğer bunu yapan idrak dunihi algıya ait ise veya Billahi imana talip olanın bunu yaparken arka planında etraftaki kişilerin takdir etmesi, övmesi, teşekkür etmesi, yüceltmesi gibi bir şekilde bir beklenti var ise hak olmayan bir hal oluşuyor demektir. Buradaki bu beklenti ilahlık hissiyatımız sebebiyle oluşur. Allah’ın razılığı için yapılan her bir işin içini böyle boşaltan bu ilahlık hissiyatı insanın ahiretini hüsrana dönüştürür, kişiyi ahirette perişan eder. Dünyası da bir esarete dönüşür aslında. Bu şekilde yaşayan kişi kendisini çevreden gelecek alkışla yaşamaya mahkûm edeceği için dünyası da mahkûmiyet ve mecburiyet zilleti ile şekillenir. Ahirette ise “Allah için yaptım” zannettiği işlerden, ibadetlerden bir hayr göremeyen (yani bu işlerin onu cehennemden kurtaramadığı) bir sonuçla karşılaşır. Elbette, ihtiyaç sahibi bir kula yardım etmemiz Allah’ın sevdiği, razı olduğu hallerdendir, Allah katında çok kıymetlidir. Ancak bu Hak bir davranış olarak yapılıyorsa böyledir. Bir iyilik olsun diye yapılan işlerin, amellerin “salih amel” olmadığını biz Müslümanların artık fark etmesi gerekiyor. Dünyada iyilik yapan bir sürü inançsız, yanlış inanışlı insan yok mu? Bunların bu iyiliği salih amel midir? İyiliktir ve iyilik olarak bu dünya yaşantısı için elbette bir kıymeti, önemi, değeri vardır ama bütün bunlar ahirette kişiyi cehennemden kurtaran işler yani hak davranışlar değildir. Bir işin hak davranış olması için, yani Allah’ın o işten razı olması için o işin ilahlık hissiyatını tatmin için yapılmıyor olması lazım. Oysa dunihi algıda kişi ne yaparsa yapsın altında yatan gizli veya açık sebep budur: İlahlık Hissiyatı. Eskiler buna “enaniyetle yapmak” demişler veya o halleri “nefsani davranış” diye ifade etmişler.
İşte günlük yaşantıda kişi Hak olmayan bir halini veya bir başkasının hak olmayan hallerini aklamaya yani onları hakmış farz etmeye, hak gibi görmeye veya göstermeye çalışmamalıdır, o gibi halleri diliyle de savunmaya kalkmamalıdır. Nefs terbiyesi için bu önemlidir. Bu gibi halleri (yani batıl hallerimizi) örttükçe, savundukça, akladıkça onlardan temizlenemeyiz, kurtulamayız. Bu dünyadaki zorda kalmalar gelip geçicidir, korkacağımız zorda kalma hali ahirete ait olandır ki o da örtüp gizlediğimiz bu gibi dosyalar sebebiyle yaşanır (eğer Allah affedip bağışlamamışsa, o noksanımızı gidermemişse).
Bu sebeple hem ayetlerimizin hem de Efendimiz (SAV)’in hadislerinin bizi merhametle uyardığını birçok kere görmekteyiz:
Bakara Suresi 42: “Ve Hakk’ı batılla karıştırmayın. Bilip dururken Hakk’ı gizliyorsunuz.”
Necim Suresi 32: “İşte bunun için, kendinizi temize çıkarmayın (batıl hallerinizi savunmayın).”
Nisa Suresi 105: “Hainlerin (Hakkı değil de batılı önerenlerin, batılı yaşayanların, batılı cazip gösterenlerin) savunucusu olma.”
Nisa Suresi 107: “Kendi nefsine hainlik edenleri (kendilerini müstakilen var ve muhtar zannederek nefslerine zulmedenleri) savunma.”
Nisa Suresi 109: “İşte siz (dünya hayatında onları/hainleri yani hak olmayan halleri savundunuz) onlar için bir mücadele ettiniz (diyelim); ya kıyamet günü onlar için Allah’a karşı kim mücadele verir yahut onlar üzerine kim vekil olur?”
Hak olmayan hallerin ilahlık hissiyatlı (nefsani, enaniyetle yapılan yani müstakilen varım ve muhtarım iddiası ile yapılan zulmani) işler olduğunu bildiğimiz zaman, ayetlerimizi bize bu kapsamdaki her işten korunmamız gerektiğini öğretiyor ve öğütlüyor diye anlarız. “Kendinizi temize çıkarmayın” demek, “batıl halinizi, batıl hallerinizi savunmayın” demektir. Ki zaten nefs terbiyesi bu hali sevmekten, bu iddiacı hali savunmaktan kurtulmak için de yapılır. Tüm bu ayetlerimizden öğrendik ki: “Müstakilen varım ve muhtarım” dediğimiz bu iddia ile yaşadığımız batıl halimizden bir an önce kurtulmamız gerekiyor, bu hali savunmayı (benimseyip sevmeyi hatta bu hale âşık olmayı) terk etmemiz gerekiyor. Başkalarının bu halini tasvip etmekten de kurtulmamız, uzak durmamız gerektiğini de öğreniyoruz.
Günlük hayatta gördüğümüz takım tutmaların, “benim çocuğumun zekâsı, benim annemin böreği, benim berberimin tarzı, benim kasabım, benim spor salonum, bizim mahalle, bizim site, bizim araba markası, bizim aile, sülale, bizim okuldan mezun olanlar, bizim grup, bizim memleket… gibi öne çıkarılan, savunulan hatta öğünülen hallerin aslında gelip buraya (Hak olamayan halleri savunmak haline) dayandığını görebilirsiniz. Bütün bunlarda amaç aslında tutulan takım, okul, memleket, aile, araba markası vb. değildir; mesele tatmin edilemeyen ilahlık hissiyatının birtakım göstergeler (güç mevhumları) üzerinden tatmin edilmeye çalışılmasıdır. Ebeveynlerde sık görülen, çocukları üzerinden başarı yakalama arzusu mesela bu ilahlık hissiyatının tatmini için Hak olmayan halleri savunma konusunda yaygın bir örnektir. Kendi çocukluğunda başarı hissini yaşayamayan ebeveyn çocuğunda bunu tatmin etmeye çalıştığını çoğu zaman fark edemez; çocuğunun bu başarısı için onun hak olmayan hallerini savunarak onu motive etmeye çalışır hatta bizzat kendisi onu hak olmayan idraka itebilir ve “ben çocuğumun iyiliği için böyle davranıyorum” şeklindeki aklama cümleleriyle kendini temize çıkarabilir. Elbette ebeveynlerin çocuklarını düşünmesi, koruması, kollaması, desteklemesi, motive etmesi güzeldir ve gerekir. Ancak burada anlatılmak istenen, ilahlık hissiyatlı tatminler için bir savunma alanı oluşturmak, çocuğun hallerini ve psikolojisini farkında olmadan haktan uzaklaştırmak ve bu hali desteklemek, bu hali savunmaktır.
Aslında kişi “Hak olmayan halleri savunmak” ile şunu yapmaktadır: Nefsin şerrinin konuşma dilini körükleyen ilahlık hissiyatını güçlendirmekte, müstakillik zannının coşturmakta, dunihi algı ve zanlarına kendini sabitlemekte, sonuçta da esfele safiliyn yapıdan kurtulmasını zorlaştırmaktadır. Hedefi, nefs terbiyesi olan yani nefsini şerrinden arındırmak olan bir talip bu durumda ne yapar? Onu nefs tezkiyesi (arınma) halinden uzak tutacak, Allah’ı hakkıyla tanıma yolundaki en önemli engeli olan konuşmasına, diline dikkat etmeyi, her bir cümlesinde, kelimesinde, mimiklerinde, beden dilinde çok önemser; popüler tabirle bütün konuşmalarını radarına alır, bunları tek tek analiz eder ve her bir yanlışından kurtulmaya çalışır, yerine Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiği cennet dilini ikame etmek için yüksek bir muhabbet ve gayretle yaşar. Efendimiz (SAV)’in “Ya hayr konuş veya sus” deyişini, “Kim bana iki dudağının arasını temin ederse ben de ona cenneti temin ederim” deyişini o şimdi anlamaya başlamıştır. Anladığını yaşamak da kolayca lütfedilir Biiznillah (âmin).
Allah’ım, her halimizde Hakkı Batıldan hızla ayırt edebileceğimiz Furkan’ını bize lütfediver; onu bize geri dönüşsüz ve gittikçe artan biçimde ikram ediver Allah’ım. Böylece hayr konuşan, hayrı savunan bir kulun olalım, batıl haller bize cazip gelmesin de onları savunan halimizden kurtulalım Allah’ım (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti