Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Nefs Terbiyesi 15

Nefs terbiyesini önemsiyorsak yani nefsin şerrinin sesini ve nefesini kesmek gibi bir önemli hedefimiz varsa “sızlanma ve mağdur hissi uyandırmayı amaçlayan” cümlelerden de sakınmamız gerekiyor. Çünkü sızlanma veya mağdur hissi uyandıran cümleler kurdukça da “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiamızı besliyor, destekliyoruz ama bu sefer mağduriyet rolüne bürünerek. Sızlanarak karşındaki kişide mağdur hissi uyandırmayı insan niye yapar; hedefi, amacı nedir? Mesela bu konuları hiç okumamış, duymamış, bilmeyen bir kişi niye bunu yapar, yani sızlanır, kendini mağdur gösterir, mağduriyetini anlatır. Hatta gerçekten mağdur olsun, bunu niye yapar? İstediği bir şey var, o istediğini elde etmek için karşısındakini kendi tarafına çekmek istiyor. Ama neden, birisini kendi tarafına çekmek için kendine acındırma oluşturuyor? Buraya dikkat etmeli ve bu hali “Müstakilen Var ve Muhtar” iddia ile ilişkilendirmeliyiz. “Müstakilen Var ve Muhtar” iddiayla ilişkilendirmedikçe nef terbiyesi ile ilgili hedefimize ulaşamayız. Bu ilişki kurulamazsa olmaz. Mesela bir inanan kardeşimize “şu konuda mağdurum, bana dua ediver” demeyecek miyiz? Elbette diyeceğiz. O zaman, demek ki sızlanmalarımızı ve mağduriyetimizi “Müstakilen Var ve Muhtar iddia” ile ilişkilendirmemiz gerekiyor! Lütfen dikkat edelim ki, önceki yazımızda 12 madde halinde verdiğimiz “şöyle konuşmayalım, şöyle cümle kurmayalım” dediğimiz hususların hepsinin altında aynı şeyin olduğunu görelim: Müstakilen Varım ve Muhtarım iddiasını korumak! Amaç tamamen bu! O iddiayı korumak! Eğer biz nefs terbiyesinde başarıya ulaşmayı hedefliyorsak her sözümüzde, her cümlemizde “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını aramalıyız; işte o zaman iş Biiznillah çözülür. Önemli hatta en önemli olan şudur; bir işi Müstakilen Var ve Muhtarım iddiasıyla mı yapıyorum, bu iddia ile mi cümle kuruyorum? Eğer kişi bu iddia ile cümle kurmayı, iş yapmayı hayat tarzı haline getirmişse, mağduriyetini bu iddia kapsamında beyan ediyor ve sızlanıyorsa o artık zavallı bir tanrıdır. Yaygın olarak karşımıza çıkan zavallı tanrılar (konuşurken sızlanma ve mağdur hissi uyandırmayı amaçlayan cümleler kuranlar) daha çok dunihi algıdaki Balık Burcu olanlar arasından çıkar.
Anlıyoruz ki “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla cümle kurmayacağız, bu iddia ile sızlanmayacağız. Peki, bu duruma düşmekten kendimizi nasıl koruruz? Diyelim ki bir mağduriyetimizi anlatıyoruz, o halimizi anlatırken kurduğumuz cümleleri Allah’ ile ilişkilendirirsek (yani cümlelerimizin içinde sığınma ve şükür varsa, birisine hücum yoksa) o zaman biz “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla iş yapmamaya, konuşmamaya, yaşamamaya çalışıyoruz demektir.
Dikkatle izlediğinizde görürsünüz ki biz bir mağduriyetimizi anlatırken, bir şeyden sızlanırken adını vermesek de aslında birisini karalıyoruz. Kendimizi mağdur gösteriyoruz ya, bu halimizi öyle anlatıyoruz ki birisini karalıyoruz ve kendi lehimize bir algı oluşturuyoruz. Bunu ne ile ve neden yapıyoruz? Müstakilen Var ve Muhtarım iddiası ile bu iddia için yapıyoruz; böyle konuşarak birisinin Müstakilen Varım ve Muhtarım iddiasını yıkmaya çalışıyoruz. İşte bu tablo kesinlikle iki tanrının, iki ilahlık hissiyatlının, iki müstakilen varım ve muhtarım iddialının çarpışmasıdır. Yöntemi ne? Kendini mağdur göstermek! Kasıt bu değilse, yani Allah’a sığınarak korunan, şükreden, hamdeden bir idrakla böyle mağduriyet cümleleri kuruluyorsa, o elbette başka bir hal… Orada durum tespiti var, dua istemek var, itiraz ve şikâyet yok, “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını koruyan bir sızlanma ve mağduriyet hali değil o. Durum böyle olunca, bir esnafın “satış yapamıyoruz, işler iyi değil, zordayız” demesi, bir iş adamının “bu yıl da istediğimiz gibi kazanamadık” demesi, bir ebeveynin “bu çocukla ne yapacağız” demesi gibi durumlar hep bu bakışla değerlendirilmelidir: Müstakilen varım ve muhtarım iddiasıyla mı söyleniyor?
Bize “nasılsınız?” diye soruldu ve biz de “iyi olmaya çalışıyorum” dedik diyelim. Bu ne demektir? Bu kadar olumsuzluğa rağmen iyi olmaya çalışıyorum demektir. Bakın bir mağduriyet oluşturma ve sızlanma cümlesi.
Dunihi algıda yaşayanların mağduriyet ve sızlanma cümleleri kurarak ifade ettikleri şey, aslında “ben müstakilen güç, hüküm ve mülk sahibiyim” demektir. Kişi böyle bir zanna kapılınca müstakil olarak kendinde var zannettiği güç, hüküm ve mülk sahibi olma zannını tatmin etmek, bunun hissiyatı ile yaşamak ister ki buna ilahlık hissiyatı denilmiştir. Ancak ve sadece Allah’a ait olan bu özelliğe (ilahlık hissiyatına), kişi dunihi algısı sebebiyle yani “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası sebebiyle sahip çıkar, kendisinin ilahlık hissiyatlı (gerçekten var, dunihi/dunillah var) olduğunu düşünür. Hayır! Biz kullar Allah’ın izni ve yetkilendirmesi ile Biiznillah “güç, hüküm ve mülk” sahibiyiz; bizdeki bu özellikler müstakil (Allah’ın dışı var da dışında) değil. Bu vasıflarının aslında kendisinde hiçbir zaman olmadığını hisseden dunihi algıdaki insan mağduriyet ve sızlanma hissi oluşturmaya, zavallı tanrı rolüne bürünmeye başlar; cümleleriyle, beden diliyle…
Kişinin zavallı rolünü oynaması, sızlanması, mağdur hissi oluşturması tamamen bir ilahlık hissiyatıdır. Bu hissiyattaki ilah “bir başkası tarafından zulme uğratıldığını” düşünür. Bu sebeple hep eşinden çektiği eziyetleri, komşularının cefalarını, evlatlarının yaşattığı zorlukları, patronunun, amirinin anlayışsızlıklarını anlatan cümleler kurar. Hem bir ilahım hem de şu çektiklerime bakın, bana bunlar reva mı demek ister, “müstakilen varım ve muhtarım” zannıyla içine düştüğü ilahlık hissiyatını mağduriyet ile örtüp desteklemeye, tatmin etmeye çalışır. Ama sonuç değişmez; yaptığı şey ilahlık hissiyatını tatmin etme gayretidir.
Mağdur hissiyatı oluşturmanın temelindeki duygu, kişinin yaşadığı olayın iyi veya kötü olmasıyla alakası yoktur. Ona göre iyi olan bir olay yaşasa da kötü görünen bir olay yaşasa da kişi karşı tarafa verdiği mağdur hissiyatıyla kendi ilahlık hissiyatını beslerken aynı zamanda karşısındakini manipüle etmeye çalışır. Dunihi algıdaki ilahlık hissiyatlılar karşı tarafın gözünde istediği makama ulaşabilmek için böyle davranmayı ister ve severler. Çünkü bu davranışlarıyla ilahlık hissiyatları nefes alır.
“Zavallı, pasif, elinden tüm hakları alınmış, haksızlığa uğramış, mağdur edilmiş” hissiyatı oluşturarak yaşamak dünyada çok yaygın bir yaşantı biçimidir. Öğretmen-öğrenci, hasta-doktor, eş ve çocuk ilişkileri gibi yüzlerce beşerî münasebette bunu hemen görebiliriz. Örneğin, ilahlık hissiyatlı bir öğrenciyi düşünelim; yaşadığı bir akademik başarısızlığı ailesine, öğretmenlerine, arkadaşlarına veya başka sebeplere bağlayarak mağdur hissiyatı oluşturmaya çalışır. “Ailem koleje, özel okula göndermediği için başarısız oldum, öğretmen konuyu iyi anlatmadığı için anlayamadım, oyaladığı için sınavlara yeterince hazırlanamadım” gibi yüzlerce mağduriyet cümlesi bu ilahlık hissiyatlı kişinin sızlanma malzemesidir. Bu ilah çalışma “Ben okuyacaktım ama sizin yüzünüzden okuyamadım” der, yeri gelir “sizin için saçlarımı süpürge ettim, sizi bu hallere getirebilmek için neler çektim” der, “ömrüm ev temizleyip, çamaşır yıkayıp, ütü ve yemek yapmakla geçti” der, “bu saçı sakalı sizi okutabilmek için, siz adam olun diye ağarttım” der. Mağdur hissiyatı oluşturan cümleler, eğer dikkat edilirse çok sessiz biçimde 7/24 hayatımızın her yerindedir! Bundan çok korkmamız, kurtulmak için çok dikkat etmemiz, çok tövbe ve sığınış ile Allah’ın merhametini istememiz gerekiyor.
İlahlık hissiyatlı olanın yaşadıkları zoruna gidiyor, “Ben bir ilah olarak ne kadar da mağdur ve zor durumdayım” demek ister, bunu anlayalım istiyor. Burada şunu fark etmemiz gerekiyor ki dunihi algıdaki kişinin oluşturmaya çalıştığı mağdur hissiyatı, hayat şartlarının zor veya kolay olmasıyla alakalı değildir, tamamen o kişinin tercihidir. İslam tarihine, siyer-i nebi ile ilgili verilere baktığımızda, “Asrı Saadet” günlerinde nasıl da çok zor koşullarda yaşandığını görürüz. Ancak Billahi iman ve sadık yakin ile teslim olmuş sahabe efendilerimizin, Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV) ile karşılaştıkları, yaşadıkları zorluklara rağmen hiç mağduriyet hissi oluşturduklarını göremeyiz. Billahi algıdaki teslimiyeti ve yaşantısını inşaAllah hakkıyla anlar ve yaşarız; bunu bize lütfen ikram ediver Allahım (âmin).
Ayetlerimizden okuyor ve görüyoruz ki onlar hep “Hasbünallahu ve Ni’mel Vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir)” demişler, “Kefa Billahi Veliyyen ve kefa Billahi nasıyra. Ve kefa Billahi Vekiyl” demişler, “Eslemtü vechiye lillah” demişler… Mağduriyet ve zavallı tanrılık rolünün şeytanlık patronaj sisteminin bir tuzağı olduğunu çok net olarak görüp onu ret ve terk etmişler… Çünkü zavallı görünmek, mağdur hissiyatı oluşturacak cümleler kurarak yaşamak bir müminin Allah’a sığınmasını, Allah’tan istemesini, Allah’a teslimiyetini, olanı Allah’tan bilmesini engeller, onun Allah’la irtibatını zayıflatır; yani onu dunihi algıya sabitler… Bu vesile ile lütfen Efendimiz (SAV)’in Taif’te taşlandığında yaptığı duayı hatırlayalım ve mümkünse hayatımızda o duaya daha fazla ve daha hissederek yer vermeye çalışalım. Ve Efendimizin (Müslim, Zikir 50; Ebu Davud, Vitir 32 ve Nesai, İstiaze 7)’de öğrettiği şu duayı yazımıza hüsnü hatime yapmış olalım:
“Allâhümme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-cübni ve’l-heremi ve’l-buhl ve eûzü bike min azâbi’l-kabr, ve eûzü bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât (amin).”
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten, cimrilikten sana sığınırım. (Allahım) kabir azâbından da sana sığınırım, hayatın ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım (âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti