Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murat Arısoy

Osmankent’i uzayın parlayan yıldızı yaparız

Murat Arısoy 9 Aralık 2014 Salı 02:00:00
  Türkiye’nin 81 vilayeti var. Her vilayetin 1’den 81’e kadar numaralandırılmış plakası bulunuyor. Ayranımız kabardığı vakit, “Kerkük’ü alırız”, “Musul’a 82 plakayı takarız” gibi söylemlerden uzak değiliz. Yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 82’nci vilayetimiz olmasını isteyenler de çok.
Fakat biz Musul’u, Kerkük’ü, Lefkoşa’yı hayal ederken, bir de öğrendik ki meğer uzayda kuruyormuşuz 82’nci vilayeti.
Türkiye’nin uzay bilimlerinde ileri gitmesi bana gurur verir. Ama mevcut şehir yapılarımızın uzayda da süreceğini hayal ettiğimde, farklı manzaralar geldi gözümün önüne. Cem Yılmaz’ın Gora filminde “Türk’ün uzayla imtihanı” esprili bir dille anlatılıyordu. Ben size, uzayın şehircilikle imtihanını aktarmak isterim:
Uzayda kuracağımız ve 82’nci vilayetimiz hâline gelecek şehrin önce ismi belirlenmeli.
Şehir ismi çok uzun olmamalı, çok kısa olmamalı. “Gökçe” olabilir meselâ.
Hünkar olabilir ki bu ad, “Yeni Türkiye”ye pek uygun düşer.
Ya da Osmanlıca haber bülteni sunan Kanal D Ana Haber Spikeri Cüneyt Özdemir’e soralım; belki bir Osmanlıca kelime türetir.
Hatta “Osmanlı” dedim de aklıma, Osmanlıspor’un Teknik Direktörü Osman Özköylü geldi. Uzaydaki yeni şehrimizin ismi, “Osmanköy” bile olabilir. Hadi “köy”ü de kaldıralım, “Osmankent” olsun.
Denk mi?
İsim hakkında en azından fikir yürüttüğümüze göre, uzaydaki şehrimizin “hangi”çeşit olacağına karar vermeliyiz. Uzaydaki Osmankent, büyükşehir mi olacak; bütünşehir mi? Büyükşehir olacaksa İl Özel İdaresi kurmamıza gerek yok, bütünşehir olacaksa işte o biraz karışık. Tam nasıl yöneteceğimizi bilmiyoruz.
Eh, şehir olunca, bir de nüfus gerekiyor. Osmankent’e 81 vilayetten ve dahi Türkiye’nin dış temsilciliklerinin bulunduğu diyarlardan vatandaşların göç etmesi lâzım. Osmankent’te yaşamayı teşvik ederek bu sorunun üstesinden gelebiliriz.
Osmankent’te yaşamak isteyenlerden vergi almayız örneğin.
İmar planlarında öncelik tanırız.
Uçsuz bucaksız parsel imkânı tanırız.
Yüksek kanatlı treni de uzaydaki Osmankent’e getirdik mi, değmeyin keyfimize!
Ulaşım sorununda dolmuş-halk otobüsü çekişmesini engellemek, Osmankentlilerin üzerindeki büyük görev. “Üzerimize düşeni yaparız” diyen yetkililer, mutlaka Osmankent’te de bulunacaktır.
Dolayısıyla Osmankent’te ulaşımın sorununun esamisi okunmaz.
Başka neler yapmalıyız Osmankent’te?
Mutlaka yollar, büyük-beton yapılar, gösterişli saraylar inşa etmeliyiz.
Ne de olsa, gelecek kuşaklara bir “iz” bırakıyoruz.
Kolay mı?
Osmankent’in altyapısını Japonya’dan, ısınma sistemini Almanya’dan, baraj tekniğini Amerika Birleşik Devletleri’nden ithal edecek gücümüz var.
Şehrin kurulması ile birlikte göreve başlayacak Osmankent Belediyesi’nin ilk işi, proje üretmek olmalı.
Bir de her vilayete üniversite kampanyası çerçevesinde “Osmankent Uzay Üniversitesi” kurup “Uzaylılarla İletişim Fakültesi”ni öğretim dünyamıza kazandırırsak, büyük bir başarı elde etmiş oluruz.
Osmankent’in kalkınması ise mutlaka yer altı madenleri ile olmalı. Yerin altını üstüne getirerek uzayın bütün derinliklerine inmeliyiz.
Dünyadaki madenlerimizi nasıl “güzel”likle, “titiz”likle kullanıyorsak, Osmankent’i de bu şekilde ihya ederiz.
“Osmankent, Osmankent olalı böyle yatırım görmedi” diye övünmek, bizim hakkımız.

DSİ MARŞI’NI DEĞİŞTİRELİM

Devlet Su İşleri tarafından yaptırılan/yaptırılacak olan göletlerin, barajların, sulama tesislerinin temel atma/açılış törenlerinde sıkça duyduğumuz bir marştır, DSİ Marşı. Bestesi ve güftesi, sanatçı Ali Altın’a ait olan DSİ Marşı, aslında iyi niyetli bir çalışma.
Bu marş, kamu kurumları içinde hizmetlerin şarkıyla anlatılması bakımından önem arz ediyor. Ancak günümüzün temposundan ve gençlerin anlama eşiğinden uzak bir tarzda düzenlenmiş. DSİ Marşı, “marş” niteliğinden çok fantezi, arabesk, Türk Sanat Müziği karışımı bir izlenim bırakıyor dinleyende.
DSİ Marşı’nın sözlerinde sıkıntı yok; Afyonkarahisarlı şairlerin de desteğiyle bazı yerleri yeniden düzenlenebilir. Ama marşın bestesini, bestesi olmazsa hiç de üslubunu değiştirelim.

BERBERLER PAZAR GÜNÜ AÇILSIN

Afyonkarahisar’da yaşayan bir vatandaş olarak berberlerin Pazar günü kapalı kalmasının gerekçesini bir türlü anlayamadım. Haftasonu tatilinin süresi belli. Cumartesi ve Pazar. Devlet memurları için iki gün olan haftasonu tatili, özel sektör için kaç gün? 1 gün. Diyelim ben Pazar günü izin kullanacaksam, neden saçımı-sakalımı kestiremiyorum?
Pazar günü saçımı kestirmek istesem, Otogar’a mı gitmeliyim?
Aslında böyle de değilmiş, öğrendiğim kadarıyla. Ben Pazar günleri, sadece Otogar’daki berberin açık olduğunu düşünüyordum. Meğer Sülün, Erkmen, Salar, Nuribey, Işıklar’da da berberler Pazar günü açıkmış. Hatta düğünü olan, toplantıya katılacak olan vatandaşlar bu sayılan beldelere gidiyormuş. Bu beldelerdeki haklardan, şehir merkezi niye mahrum?
Cevap yok.
Peki Berberler ve Kuaförler Odası’nın Genel Kurulu’nda yapılan oylamayla çoğunluğun “Pazar günü kapalı kalalım” demesinin ardından, bu kararın denetlenmesi gerekmez mi?
Karara uyulmamasının bir cezası yok mudur?
Herkes, her an çalışmak durumunda değil. Berberlerin kendilerine has müşteri kitlesinin olduğu da aşikâr. Bununla birlikte öğrencisinin, işçisinin, memurunun Pazar günü de saçının kesilmesi gerekebilir.
Önerim, “nöbetçi berber” uygulamasıdır. Berberin kitle müşterisine yine bir şey demiyorum. Ama en azından acil olarak tıraş olmak da mümkün kılınsın.
Çok mu zor?
Çok zorsa bazı şehirlerde, hangi berberin ne zaman nöbetçi olacağıyla ilgili mahalle çizelgeleri nasıl hazırlanmış?

SINAVDA TELEFON SERBEST OLMALI

Cumartesi ve Pazar günü, Açıköğretim Sınavı vardı. Ahmet Necdet Sezer Kampüsü’nde bir olayla karşılaştım: Orta yaşlı bir adam, sınav görevlisi ise tartışıyordu. Orta yaşlı adam, “Benim ne günahım var. Arabamın uzaktan kumandasını alıyorsunuz. Bu kumanda, 5 metreden uzakta işlemez ki? Sizin anahtarlarıma el koymanıza hakkınız yok. Benim moralim sıfır. İmtihanda nasıl başarılı olabilirim?” diyordu. Görevli ise “Bize verilen talimat böyle. Ne yapabilirim” diye karşılık veriyordu.
Bir başka sahne: Bir genç önce telefonunu getirdi, çay-kahve satılan masaya. “Abi, bunu almıyorlar, emanet olarak sizde kalsın” dedi. Aradan 5 dakika geçti geçmedi, aynı genç tekrar göründü, “Telefonun yedek bataryasını da almıyorlar, bunu da alın abi” dedi. Aradan yine kısa bir süre geçti, genç iyice sinirli bir şekilde masaya geldi ve “Şarj aletini de almıyorlar abi, bu da sizde dursun” dedi.
Bu kadar işkenceye ne gerek var?
Telefonla, anahtarla, çantayla girilse de girilmese de hangi sınavın gerçekten güvenli olduğunu düşünüyoruz?
Birçok kopya olayı, bütün bunlar sınav salonlarına alınmazken ayyuka çıkmadı mı?
Sınavların soruları çalınmadı mı?
Genel idare, önüne gelen herkese “hırsız”, “kopyacı” gözüyle bakacağına, “gerçek” hırsızların faaliyetini önlesin.

BÖYLE REKLAM GÖRÜLMEDİ

Ahmet Necdet Sezer Kampüsü’nde “İngilizce” öğrenmeyi işleyen ilanlar, gözüme takıldı. “Başkalarının telaffuzlarını düzeltmek istiyorsanız”, “Bu kelimenin aslı şöyledir demek istiyorsanız” gibi mesajlarla süslenmiş propaganda cümleleri, “rekabeti” aşağılayıcılık kavramına göre kurgulasa da öğrencinin duygularına hitap ediyor.
İlanlardan bir tanesi de benimle ilgiliydi: “My name is Murat” yazıyordu. Hemen hatıra fotoğrafı çektirdim. İyi yapmışım değil mi?

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER