Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

CENNETE “İYİ İNSAN” DEĞİL, “İYİ KUL” GİRER

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 10 Mart 2017 Cuma 14:15:05
 

– 44-
“İyyaKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn” ayetindeyiz, Allah’a kulluk yapmak ne demektir, onu anlamaya çalışıyoruz. Şimdi çok önemli bir soru oluşturacağız, çünkü o soruyu anlayabilmemiz gerekiyor: Mesele iyi bir kul olmak mı, iyi bir insan olmak mı? Soru bu! İyi kul ve iyi insan aynı şey midir? Cennet iyi kullar için midir yoksa iyi insanlar için mi? İyi bir insan da cennete girmeyi hak eder mi? Bu konuda çok yanlış düşünülüyor. Tabi ki kimin cennete gireceğini Allah bilir, onun hükmünü Allah verir. Biz Kur’ân’da cennete girecek kişilerin özelliklerinin sayıldığı ayetleri, dolayısıyla o özellikleri söylüyoruz. Değilse kişi hakkındaki hükmü bilemeyiz. Kişi hakkında bir şey söylersek hüküm vermiş oluruz. Onu Allah bilir. Ama “Cennete girecek cennet ehli kulların özellikleri nedir?” denirse, onları Kur’ân ve hadislerden söyleyebiliriz.
İslam “iyi insan”ı değil, “iyi kul”u emreder
İslâm anlatılırken, iyi bir insan cennete girebilecekmiş gibi anlatılması çok tehlikelidir. Ama böyle anlatılıyor. Dini öğüt, nasihat adı altında iyi insan olmak anlatılıyor. İnsanlar da o anlatımı alıp, diğer iyi insan anlatımlarıyla yarıştırıp, içlerinden hangisi işlerine geliyorsa onu seçiyorlar. Neden böyle? Öncelikle amelden kaçıyorlar. Çünkü İslâm iyi kul olmayı önerirken, anlatırken yanına amel koyuyor. İyi kul ve iyi insan arasındaki önemli farkı fark edememiş kişi, o zaman şöyle düşünüyor: Mesele iyi insan olmaksa şu öğreti, şu felsefe, şu inanış, şu kişi bir amel önermiyor. Sonuçta onlar da iyi insan. Öyleyse o felsefeyi, o inanışı, o kişiyi seçeyim diyor. Çeşitli Hristiyanlık faaliyetlerine bakın, yaptıkları iş budur, neden misyonerlik yapıyorsunuz denildiğinde, anlattıkları bu. Müslümanken Hristiyanlığı seçenlere, özellikle gençlere neden Hristiyanlığı seçtikleri sorulduğunda söyledikleri de bu. Burada daha iyi insan olabiliriz, onlar da iyi insan ve bir yükümlülük de yok. İslâmiyet “iyi insan” fikri üzerine oturtularak anlatıldığı için, derslerde, vaazlarda bu öğütlendiği için kişiler onun yarışına girip, kendilerine göre bir iyi insan tanımı ve ameli çıkarıyorlar. Oysa hiç bir Kur’ân âyetinde ve hadiste “iyi insan” diye bir tarif yok, daima “iyi kul” vardır. Ancak İslâmiyet böyle anlatıldığı için, iyi birisi için “Bu cennetlik” diyenleri görüyor, duyuyoruz. Veya kişi, “ben senden daha iyi insanım benim yalnızca namazım yok” diyebiliyor. Doğru değil.
Cennetin Sahibi diyor ki: Cennete girmenin kuralı, Kur’ân’ın tarif ettiği iyi kul olmaktır, iyi insan olmak değil. İyi insan olmak yanlış mı? Hâyır. Bir kişi Kur’ân’ın anlattığı iyi kul olmayı önemseyip iyi kul olduğunda, ondaki hallerden birisi zaten kendiliğinden iyi insan olmaktır. Biz önce “iyi kul” ile “iyi insan”ın farklı olduğunu görmeliyiz.
“Ben iyi insan olacağım” diyen, iyi insan olmaya çalışan kişi, iyi bir insan olmaya kendisi karar verir. İyi bir kul olmaya çalışan öyle değildir. O bunu iyi insan olmak için yapmaz, onun gayreti Allah’ın “razıyım” dediği iyi bir kul olmak içindir. Ama izleyenler ona “ne iyi insan” derler.
“İyi insan” ile “iyi kul” arasındaki fark
İyi insanın takdirini insanlar verir, iyi insan olmaya çalışan insanlardan takdir bekler. İyi kul olmaya çalışan Allah’tan cennet ister. İkisi farklıdır. İnsanlardan takdir bekleyerek cennet olmaz.
İyi bir kul olmak insanın Allah ile olan ilişkilerinin sonucudur. İyi bir insan olmak ise insanın özellikle insanlar arasındaki ilişkilerinin bir sonucudur.
İyi bir kul olmak Allah’ın razı olmasına bağlıdır, Allah ona “iyi kul” der. İyi insan olmak insanların memnun olmasına bağlıdır, ona da insanlar “iyi insan” der. Bu kadar farklı. Allah’ın razı olacağı halin kurallarını Allah koyar, insanların memnun olacağı halin kurallarını insanlar oluşturur.
Dolayısıyla, Kur’ân bize yaşarken insanlar ve diğer yaratılmışlarla ilişkilerimizi, nasıl davranacağımızı belirtmek için gelmemiştir, asıl amaç bu değildir. Böyle anlatılırsa doğru olmaz. “Şöyle davranın, şöyle yapın” gibi öneriler içeren âyetler var denilebilir. Mesela, en azından miras hukuku var. O ayrı bir iş, onun sebebi ayrıdır. Yaşantı yalnızca miras hukuku değil. Bir de, eğer Kur’ân yalnızca insanların nasıl yaşayacağını düzenlemek içinse, o zaman çok değişik dönemler, insanlar ve toplumlar var, nasıl olacak? Kur’ân’ı yalnızca öyle bir kitap olarak anlatmak doğru olmaz. Ondan çeşitli şifreler çıkarmak, olmadık mânâlar üretmek de doğru değildir. Kur’ân bir bulmaca kitabı da değildir. Kur’an öncelikle Allah’ı doğru tanıyarak iman etmemizle ilgili bir belgedir ve en sade mü’minin bile okuduğunda anlayabileceği tek belgedir; mü’min kulun “Lâ ilâhe illallah” mesajını doğru anlayıp doğru söyleyebilmesini ve doğru yaşayabilmesini anlatan tek kitaptır. Kur’an, içinde her şeyin olduğu bir kitap da değildir. Yahudiler kendi kitapları için o iddiada bulunmuş ve onun üzerine âyet gelmiştir. Efendimiz (SAV) onlara demiştir ki: Sizin söylediğiniz gibi değil. Gelen kitaplar Allah’ın ilminden çok az bir şeydir. Dolayısıyla, “Kur’ân her şeyi kapsar, O’nda her şey var” demek de doğru olmaz. O’nda bize lazım olan var. Bütün insanlar için bile değil. Kur’ân’da yalnızca muhatabına lazım olan bilgi var. Allah’ın ilmini Kur’ân’la sınırlamak yanlış olur.
İman, Salih amel, şehadet,
iyi kul ve iyi insan… Özetleyelim…

Konuya başlarken “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn; yalnızca sana kulluk eder, yalnızca senden yardım dileriz” ayetinde neden çoğul söylem kullanılmış, “BİZ ne maksatla kullanılmış, neler anlamalıyız?” bunları ayet ve hadislerle tefekkür edip anlamaya çalıştık. “Yalnızca sana kulluk ederiz ya Rabbi” dediğimiz için de bizi Allah’a kulluk etmeye çağıran, kulluk yapmamızı öğütleyen âyetleri gördük. Allah’a kul olmak ve Allah’a kulluk yapmak farkını anlamaya çalıştık. Sonra iki şehâdeti ve iki karşılığı gördük. Hayat tarzının aslında bir şehâdet olduğunu, yaşadığımız hayatın bir şahit olduğunu anladık. Hayatımız da bir şâhit, bizim için özellikle ahirette şâhitlik ediyor. Aslında o şehâdet (fark edebilsek) dünyada da çeşitli şekillerde kendini gösterir. Ancak ahirette özellikle o şehâdete göre bir hüküm oluşacak. İki ana şehâdet var: Allah’a kulluk etmeyi tercih etmeyenlerin hayat tarzlarının şehâdeti ve bir de Allah’a kulluk yapmayı tercih edenlerin hayat tarzlarının Allah için oluşturduğu şehâdet. Bu şehadetin lafzını ve başlangıç çizgisi için manasını söyledik, çünkü önce onu beyan etmemiz lazım. Sonra o beyana uygun yaşamamız lazım. Esas olan o beyana uygun yaşamaktır. Fakat bu, o beyanın önemli olmadığı gibi bir algı oluşturmasın. Beyan daha önemlidir ve önceliklidir. Ama değerlendirme o beyana uygun hayat tarzına göre yapılır. Unutulmaması gerekir, hayat tarzından önce o beyan şarttır. Beyan yapacaksınız, sonra o beyana göre davranış ve hayat tarzı belirleyeceksiniz. Kur’ân bu ikisine birden Îman ve Sâlih Amel demiştir.
Aslında konumuzu bir özetle hatırlamış olduk. Bu vesileyle beyanımızı, şehâdetimizi ikrar edelim mi? Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûluhû: Allahım; kesinlikle şehâdet ederim ki; Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak SENsin; Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” YOKTUR. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, “YOK” hükmündedir. Allahım yine kesinlikle şehâdet ederim ki; Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz, SENin Kulun ve Rasûlündür. Alâ Hâzihiş Şehâdeti Nahyâ ve aleyhâ Nemûtü ve Aleyhâ Nüb’asü İNŞÂALLAH; Allahım bu şehâdet üzerine bizi yaşat, bu şehâdet üzerine bir hayat tarzı ver bize ve bu şehâdet üzerine canımızı alıver, bizi tekrar diriltirken de bu şehâdet üzere dirilt. (AMİN)
Kul oluşumuzu ve Allah’a kulluk yapmayı anlamaya çalışıyoruz. Çünkü “İyyâKE na’budu VE iyyaKE nesta’iyn” diyoruz, bunu anlamak zorundayız, söylerken ne dediğimizi bilmek zorundayız ve bu beyanımıza göre yaşamak zorundayız. Anlamaya çalışırken onu kendi içinde basamaklandırdık: İslam’da anlatılan iyi bir kul olmak mıdır, iyi bir insan olmak mı? Bunun anlaşılması lazım. Kulu olarak Allah’a kulluk etmeyi tercih eden birisinin bu konuyu iyi kavraması lazım; mesele iyi bir kul olmak mıdır, yoksa iyi bir insan olmak mı? İkisi aynı şey değil. Aynı şey zannedilmesi yanlış sonuçlara sebep oluyor. Mesela, iyi bir insan cennete gider sanılıyor. Önce basitçe tarif edelim: İyi bir kul ve iyi bir insan ne demektir? Kulun iyisi kötüsü olur mu?
Tüm duygu, düşünce, arzu, istek ve davranışları Allah merkezli düşündüğümüzde, insanın Allah ile olan ilişkilerinin bir sonucu olarak ona biz ya “iyi kul” veya “iyi olmayan kul” deriz, Allah’a kulluk görevini iyi yapanlar veya başaramayanlar diye hayat tarzlarını ikiye ayırabiliriz. Ancak kişinin iyi kul olup olmadığı değerlendirmesini insan yapmaz, Allah yapar. Kul iyi midir değil midir, bunu Allah değerlendirir. Çünkü hoşnut olacak yer de, değerlendirecek makam da orasıdır. Bu yüzden, kulla ilgili değerlendirmenin makamı Allah İndi’dir; İndallah’tır.
Bir de “iyi insan” var, o bu çerçevede nasıl tanımlanır? İyi insan tanımı insanlar arası ilişkilere dayanır. İyi bir insan olmak, insanın öncelikle yaşadığı insanlar arasındaki, sonra onu ilgilendiren insanlarla olan ilişkilerinin bir sonucudur. Bu tanımlamada değerlendirmeyi insanlar yapar. İyi insan, insanların değerlendirmesi sonucu ortaya çıkan bir tanımdır. İyi bir kul insanın Allah ile olan ilişkilerinin bir sonucudur ve Allah’ın razı olmasına bağlıdır. Dolayısıyla, bu tanımlara göre “iyi insan” ve “iyi kul” hiç ilgili değildir; tanımları, amaçları, değerlendirenleri farklıdır. Kul noktasında değerlendirmeyi Allah yaptığı için, kulunun hangi davranışlarından razı olacağının kurallarını Allah koyar. İyi insanla ilgili kuralları insanlar oluşturur, davranışlardan memnun olan ve değerlendirmeyi yapan yine insandır. Ne kadar farklı değil mi? İyi insan ve iyi kul bu kadar farklı ve başka şeylerdir.
Kur’ân, öncelikle bir toplumsal
düzen kurmak için gelmemiştir

Bu yüzden dedik ki, Kur’ân bize özellikle insanlarla ve diğer yaratılanlarla nasıl ilişki kuracağımızı, onlara nasıl davranacağımızı belirtmek üzere gelmemiştir. Yani Kur’ân, öncelikle bir toplumsal düzen kurmak için gelmemiştir. Diyeceksiniz ki Kur’ân’da toplumsal düzenle ilgili kurallar var. Doğru, birçok sûrede toplumsal kurallara rastlamak mümkün. Ama Kur’an “öncelikle ve özellikle” bunun için gelmemiştir. Eğer “bunun için” geldiğini iddia ederseniz yanılırsınız. Sizden bir tık farklı düşünen birisi hemen tezinizi çürütür. Kur’ân’da toplumsal yaşantının her şeyine cevap bulamazsınız. Hayatta o kadar çok şey var ki kuralını doğrudan Kur’ân’dan almıyoruz, onları yaşanılan toplum oluşturmuş. Eğer siz Kur’ân’da her şey var derseniz, öyle olmadığına sizi çabucak ikna ederler ve kendi cümlenizle kendinizi zora sokmuş olursunuz. İnsanlar ve diğer yaratıklar arasındaki ilişkiler değişmeye, tecrübelerle onarılmaya mahkûmdur. Oysa Kur’ân değişecek özellikte değildir. Değişen bir şeyi Kur’ân’la eş tutarsak yanlış yapmış oluruz. İlk yanlış çıkarım budur. İslâm’ı böyleymiş gibi anlatmak da ikinci yanlış çıkarımdır.
Kur’an’ın indirilme sebebi nedir, bakın: “(De ki; bu kitab), Allah’tan başkası (müstakilen var sanıp ona) kulluk etmeyesiniz diye indirildi. Şüphesiz ki ben, O’nun tarafından size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” (Hûd-2)
“İyyâKE na’budu” neden önemli?
İslâm’ı tebliğ ederken “iyi insan olmak” öğütleri gibi anlatımdan insanlar hoşlanıyor ve maalesef genellikle böyle anlatılıyor. Çünkü insanlar aferin kelimesini çok seviyor. Neden? Gözüyle gördüğü için, takdiri çabuk olacağı için! Diğerinin karşılığı ahirette, çok uzakta. Hele bir de ahiret var mı yok mu diye soruları/tereddütleri varsa… İyi insan vasıflarını edindiğinde hemen burada birisi ona aferin diyecek, teşekkür edecek, takdir edecek. İnsan bunu seviyor, onu sevdiği için de iyi insan anlatımını seviyor. O anlatımın sevilmesinin bir diğer sebebi de, insanın öncelikle kendinin değil de çevresindekilerin iyi insan olmasını istemesidir. Neden? Rahat yaşamak için. Bu yüzden, iyi insan değil diye hep başkalarını kınar, “İyi insan değilim” cümlesini söyleyen azdır. Hep birileri iyi insan değildir. İster ki onlar iyi insan olsun, kendisi dilediği gibi olsun. İyi insan kurallarını önemser, sever; rahat etmek ve rahat davranmak için, ona kimse karışmasın diye. Cümlelerinden, yaptığı yorumlardan bunu anlarsınız. İyi insanı anlatanların çok azı “Öyle olmam lazım” der. Büyük çoğunluğu “Şöyle olmalısınız” diye başkalarına yol gösterir, kendine değil. İyi insan olmadığını düşündüğü amcasını, kardeşini düşünür, hep başkasının iyi insan olmasını ister. Ama iyi kul olmak, böyle değil. Kulluk doğrudan sizi, kişinin kendisini hedef alır. Bu kadar farklıdır. O yüzden hiç bir âyette, hiç bir hadiste iyi insan olmak öğütlenmez, İslam’da böyle bir öğüt yoktur. Hep iyi kul olmak, Allah’ın razı olduğu kul olmak öğütlenir. “İyyâKE na’budu” bu yüzden çok önemlidir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti