Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 2

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 19 Haziran 2018 Salı 13:51:27
 

SONSUZ HAYATIN İÇİN REÇETE,
ÖNCE ÂMENTÜ BİLLÂHİ TARİFİNİ BİLMEKTİR
Salât, Fatiha Sûresi’nin bir amel boyutudur. Salât ikamesi yalnızca seccadeye mahsus değil de bir hayat tarzı olarak değerlendirilebilse onu Fatiha’nın bir amel boyutu olarak görebiliriz. Bir fikri canlı tutacak ve sürdürülebilir yapacak şey, o fikre uygun davranış ortaya koymaktır. Yani, bir fikri anlamak, canlı tutmak, yükseltmek amacıyla yapılan iş ameldir. Yaşantınız bir fikre uygun fiillerden oluşuyorsa o fikir sizde hayat bulur, o fikir sizde canlı kalır. Fikrin o fikre uygun davranışlardan ayrı olmadığını gösteren “fikir ve davranış ayrışmazlığı” bir disiplin de oluşturur. Ancak biz canlı tutmaya çalıştığımız fikri iyi bilmeliyiz ki o fikre uygun davranışlar ortaya koyabilelim. Bizim canlı tutmaya çalıştığımız ana fikrimiz ÂMENTÜ BİLLÂHİ’dir. Bu yüzden Âmentü Billâhi’yi ve ona uygun davranış olan SALİH AMEL’i nakış gibi işleyeceğiz.
FATİHA’YI ANLAMAMIZI SAĞLAYACAK
AMEL YALNIZCA SALÂTTIR
Ana fikrimiz olan Âmentü Billâhi için olmazsa olmaz olan Fatiha’dır ve onun bir amel boyutu olan Salât’tır. Zaten Fatiha’yı anlamamızı sağlayacak amel yalnızca salâttır! Bu yüzden önemle ikisini göreceğiz; Fatiha ve Salât. Geldiğimiz noktada “iman ve salih amel ayrılmazlığı”nı vurgulayacağız.
Euzü Billâhi mineş Şeytanir Raciym, Bismillahir Rahmânir Rahıym. “Ya eyyühelleziyne amenu, Aminû Billâhi: Ey iman edenler, Billâhi ile (Billâhi idrakı ile) iman edin.” (Nisa-136)
Ayet uyarıyor: Ey, iman edenler! Ey, iman etmek isteyenler! Ey, “iman ettim” diyenler, iman ettiğini zannedenler; “Billâhi” diyerek inanın. Bu uyarı yüzünden ana fikrimiz Âmentü Billâhi’dir. Bu yüzden Âmentü Billâhi’yi canlı tutacak ameller çok önemlidir ki ona Salih Amel diyeceğiz. Billâhi anlamındaki imanı sürdürülebilir ve yükselebilir yapacak şey yalnızca sâlih ameldir. Billâhi iman ile doğru (Hakk) yola girilir. Hakk Yol’da ilerleme ise sâlih amel iledir ve bu bir ayrılmazlıktır; AMENU ve AMİLUS SALİHATİ olarak tanımlanır. Bu ayrılmazlığın önemli bir amacı vardır; kader bilincini radıyAllahu anhum ve radû anHU (onlar Allah’tan, Allah da onlardan razı) noktasına ulaştırmak, kulu Râdıye ve Mardıye idrakına yerleştirmek. Bu ayrılmazlığı anlamak üzere bir örnek verelim.
ÖNCE DOĞRU İDRAKTA
OLDUĞUMUZDAN EMİN OLMALIYIZ
Eğer sâlih amel araba sürmekse, arabanın doğru yolda olması “amentü Billâhi ve RasûliHİ”dir. Siz Âmentü Billâhi ve RasûliHİ idrakıyla iman etmekle arabanızı Hakk Yol’a yerleştirmiş olursunuz. Bulunduğu caddeyi önemsemeden, adresine dikkat etmeden yalnızca araba sürmeye odaklanan kişi yanlış yerde araba sürüyor olabilir ki o durumda tüm gayretler boşa gider. Önce doğru cadde, sonra o caddede caddenin kurallarına uygun araba kullanmak. Bu yüzden, önce doğru idrakta olduğumuzdan emin olmalıyız. Doğru cadde Hakk Yol’dur ve oraya giriş yalnızca Âmentü Billâhi ve RasûliHİ iledir. İlerlemek ise Sâlih Amel’ledir, amelle ilerlenir. Yola giriş Âmentü Billâhi ile mesafe almak Sâlih Amel ile! Ayetlerde bu yüzden ikisi beraberdir. Bu yüzden, “Amenû ve Amilus Salihati” ile anlatılan durum, hedefe ulaşan başarılı bir hayatın da tarifidir. Bu tarifin hedefi, kader bilincini Râdıye, Mardıye noktasına taşımak ve o noktada geri dönüşsüz hale getirmektir.
HİÇBİR İKİLEM OLMAMALIDIR,
İKİLEM BIRAKMAYACAKSINIZ
Mutlaka anlamamız ve idrak etmemiz gereken önemli iki şey, Kelime-i Tevhid’e yüklenen mânâ ve Kader Bilincidir. Amenû ve Amilus Salihati ayrılmazlığı bu yüzden şu önemi de taşır: Kelime-i Tevhid’i Billâhi idrakıyla kabulle yapılan ameller salih amel olur ve ancak onlar kader bilincinizi “radıyAllahu anhum ve radû anHU” noktası’na taşır. Kader idrakınızı ancak salih ameller, Beyyine Sûresi’nde geçen Râdıye ve Mardıye idrakına (onlar Allah’tan, Allah da onlardan razı haline) taşır. İman ve sâlih amel sizi bu idrak noktasına, bu hayat tarzına götürüp sabitliyor… Seyr-i Sülûk’a girmiş talib için Râdıye ve Mardıye yolun çok önemli duraklarıdır. Ama bu duraklar yalnızca doğru yoldadır. Siz doğru idrakla seyirdeyseniz bu duraklar karşınıza çıkar, yanlış caddede o duraklar yoktur. Cadde yanlışsa arabayı istediğiniz kadar güzel kullanın, o durakları göremezsiniz. Hal böyle olunca, önce “Âmentü Billâhi” tanımı çok önemsenmelidir: Âmentü Billâhi ne demektir? Bu nedir ve ben ne durumdayım? Bunu doğru biliyor muyum, bunu doğru uyguluyor muyum? Bu soruları kendinize ısrarla, tatmin oluncaya, mutmain oluncaya kadar sormalı ve araştırmalısınız, mutlaka! “Şöyle duymuştum” diyerek olmaz. İçinizde küçücük de olsa ikilemler varsa olmaz. Neden olmadığını ayetle göreceğiz. Hiçbir ikilem olmamalıdır, ikilem bırakmayacaksınız. Çünkü her ikilem cehennem biletidir, cehenneminizi artırır. Ne kadar ikilem, o kadar cehennem! O biletlerin hepsini yırtıp yok edeceksiniz, yok etme gayretiyle yaşayacaksınız. “Buna talibim” diyen, önce Âmentü Billâhi tanımını çok önemsemelidir. Çünkü “Âmentü Billâhi” dışındaki inanış biçimleri tamamen şirk kapsamındadır, Hakk Yol dışında girilen yanlış caddelerdir. Yol yanlışsa amelle ilerlemek mümkün olmaz, bu kesin.
ALLAH BİZİ YEMİN EDEREK UYARIYOR. KORKMALIYIZ!
“Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını dilediği kimse için mağfiret eder. Kim Allah’a şirk koşarsa gerçekten azim bir günah olarak iftira etmiş olur.” (Nisa-48)
Ayetteki kişi insanlara değil Allah’a iftira ediyor. İş Allah ile ilgili, insanlarla değil! Hedefiniz “iyi kul” olmaksa Allah’a iftira etmeyeceksiniz. İnsanlara iftira etmemek zaten bu kapsamdadır, “Allah’a İftira Etmemek” başlığı altındaki konulardan birisi de insanlara iftira etmemektir. Hedefin “Allah’a iftira etmemek” ise diğerleri kendiliğinden o kapsamdadır.   
“Muhakkak ki Allah şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını, dilediği kimse için mağfiret eder. Kim Allah’a ortak koşarsa, gerçekten uzak bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa-116)
“Bu Allah hidayetidir. Kullarından kimi dilerse onunla hidayet eder. Eğer onlar dahi şirk koşarlarsa yaptıkları ameller boşa gider.” (En’am-88)
Onlar dahi şirk koşarlarsa, elbette yaptıkları tüm ameller hiç olur, boşa gider! Hitap kime? Bize! Siz dahi! Eğer siz de şirk koşarsanız yaptığınız tüm ameller boşa gider!
“Andolsun ki sana ve senden öncekilere (şöyle) vahyolundu: Yemin olsun ki şirk koşarsan kesinlikle amelin boşa gidecek ve hüsrana uğrayanlardan olacaksın.” (Zümer-65)
Yemin ederek bizi uyaran Allah! Bu bizi çok korkutmalıdır. “Yemin olsun, eğer şirk koşarsan amelin boşa gidecek ve kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaksın” ayetini duyduğun halde Âmentü Billâhi tanımını nasıl önemsemezsin? “Âmentü Billâhi” diyerek iman etmenin ne demek olduğunu nasıl önemsemezsin? Bunu mutlaka öğrenmelisin, bunu sana öğretecek olanın yakasına yapışmalısın. Düşün ki bir hastalığın var ve çaresini de birisi biliyor. İlaç var da vermiyorsa ne yaparsın? Yakasına yapışırsın, “öleceğim, ver şu ilacı” dersin. Bu geçici dünya için böyle davranan sen, sonsuz hayat için nasıl davranmalısın? Fark et lütfen, sonsuz hayatın için reçete, önce Âmentü Billâhi tarifini bilmektir, önce onu bulacağız. Aksi halde amellerimiz boşa gider.
“HAKİKATİ APAÇIK GÖRDÜKTEN” SONRAKİ KABUL, İMAN OLARAK KABUL GÖRMÜYOR
“Be’simizi gördüklerinde; ‘Allah’a O’nun Tekliği ile iman ettik ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri küfrettik’ dediler.” (Mü’min-84)
“Fakat be’simizi gördüklerinde iman etmeleri onlara fayda vermedi. Bu, Allah’ın kulları hakkında geçmiş sünnetidir. Ve kâfirler orada hüsrana uğradı.” (Mü’min-85)
“Be’simiz” kelimesi “şiddetimiz, emrimiz, geri dönülmez uygulamamız” demektir: Geri dönülmez uygulamamızı gördüklerinde iman etmeleri onlara fayda vermedi hali için tipik örnek firavundur. Hz. Musa aleyhisselam’ın peşinden “ben de denizden geçerim” deyip yürürken denizin iki yakası kavuşunca “iman ettim” diyor ama o iman kabul edilmiyor. “Hakikati apaçık gördükten” sonraki kabul, iman olarak kabul görmüyor. Şunu önemseyin lütfen: İman ettim diyerek sözleşmeyi kabul edildikten sonra uygun fiiller ortaya konulmuyorsa imanın (kabulün) bir değeri kalmamaktadır. İman ve sâlih amel böyle büyük ve önemli bir ilişkiye sahiptir. Bu yüzden sâlih amelsiz iman geçersizdir. “Âmentü Billâhi” çok önemlidir ama onu geçerli kılacak şey “sâlih amel”dir. Bunu Kur’an’dan öğreniyoruz:
“Bedeviler ‘iman ettik’ dedi. De ki; siz iman etmediniz, fakat ‘müslüman olduk’ deyin. İman henüz kalplerinize dâhil olmamıştır. Eğer Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederseniz Allah amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Muhakkak ki; Allah, Ğafurun Rahıym’dir.” (Hucurat-14)
“Mü’minler ancak şu kimselerdir ki, ‘Âmentü Billâhi ve RasûliHİ’ derler, sonra da şüpheye düşmezler. Ve Allah yolunda mallarıyla ve nefsleriyle de mücahede ederler. İşte bunlar sâdıkların ta kendileridirler.” (Hucurat-15)
“İman ve salih amel” ayrılmazlığını idrak ettiren bu ayetlerin o döneme ait öykülerine bakarsanız olayı daha mânâlı anlar, daha güzel görürsünüz inşaAllah.
Hucurat 14 “İnandık” diyenleri, Hucurat 15 ise “Billâhi kapsamında” inananları anlatıyor. Böylece, Allah’a ve Rasulüne Billahi kapsamında imanın farkını görüyoruz. Bu fark yüzünden Âmentü Billâhi beyanı ve yaşantısı hep ana gündemdir. Ayette bahsedilenler (Amennâ/inandık diyenler) cemaatle birlikteler, yani müslüman olmuşlar, cemaatle amellere katılıyorlar. Ama dikkat edin; cemaatle birlikte oldukları halde amelleri kabul edilmiyor. “Siz inandık demeyin, müslüman olduk deyin” diye de uyarılırlar: Yani siz amellerle meşgulsünüz ama inanmadınız.
Onlar “Âmentü Billâhi ve RasûliHİ” diyenlerdir. Onlar bu mânâda inanırlar, hiç şüpheleri de yoktur, bu konudaki ikilemlerini yok etmişlerdir. Buldukça yok ettikleri için ikilemleri kalmamıştır…
“ÂMENTÜ BİLLÂHİ” DEMEKLE
NE DEMİŞ OLACAĞINI BİLMELİSİN
Ayetle bize fark ettirilen bir önemli şey de şudur: “Âmentü Billâhi” demekle ne demiş olacağını araştırmalı ve seni tatmin edecek net tanıma ulaşmalısın; sana bunu tanımlayacak şeyi, kişiyi bulmalısın; eğer ahireti önemsemekte sâdık isen, Sırât-ı Müstakıym’e talib isen!
“Kim izzet irade ediyorsa, izzet bütünüyle Allah’ındır. Tayyib kelimeler O’na suûd eder, urûc eder, sâlih amel onu ref’ eder. Seyyiat’ı mekr yapanlara gelince, onlar için şiddetli bir azab vardır, bunların mekri boşa çıkar.” (Fatır-10)
Çok Türkçeleştirilerek verilmiş mânâların yanlış anlaşılmasından korktuğumuz için biz o kadar Türkçeleştirmedik, sebeplerini söyleyeceğim. Mesela “seyyiatı mekr yapanlara gelince” ayetindeki “seyyiat” kötülük şeklinde meallendiriliyor. Orijinali “seyyiat” olan o ifadenin yerine “kötülük” yazılırsa kast edilen asıl mânâ anlaşılamaz. Günlük dilde de seyyiat denince kötülük anlaşıldığı için, kişi meali okuduğunda onu hayatında bildiği kötülük ile ilişkilendirerek mânâlandırır, ayetteki “seyyiat” kelimesiyle kastedilen mânâdan perdelenir, yeterince anlayamaz, kavrayamaz, ayeti öteler; “Ben kötülük yapmıyorum, kötülükle meşgul değilim” diye ayeti öteler. Konu ilerleyince ne demek istediğimiz daha anlaşılır hale gelecektir inşaAllah.
“Seyyie” kelimesinden öncelikle şu anlamı çıkarmalıyız: SEYYİE batıl davranışlardır. Seyyie yalnızca budur! Ona “kötülük” dediğinizde, kişi onu beşeri kavram ve münasebetlerle ilişkilendiriyor ve “ben kimseye kötülük yapmıyorum” diyor. “Seyyie”nin esas mânâsı bâtıl davranışlardır; Allah’a karşı Allah Yokmuş Gibi yaptıklarındır, öyle yaşadıklarındır… Bir de “Kim izzet irade ediyorsa, izzet bütünüyle Allah’ındır” buyruluyor. Bu beyanı da önce şöyle anlamalıyız: Esfele Safiliyn şartlarında izzet, kudret peşinde koşmak seni ancak feth-i zulmani’ye ulaştırır. Eğer izzet/kudret peşinde esfele safiliyn şartlarınla koşuyorsan elde edeceğin şey feth-i zulmani’dir. Bu durumda yakalayacağın kudreti sen ancak bâtıl’ı hâkim kılmak için kullanırsın ki bu davranışın karşılığı da şiddetli azab olur: “Onlar için şiddetli azab vardır ve bir de mekrin boşa çıkar, yani Hakk için kurduğun tuzakların boş olduğunu anlarsın, Hakk Yol’undaki saptırma gayretlerin boşa çıkar. Bu gerçek tüm çıplaklığıyla Vel Asr Sûresi’nde vardır: Onlar zamanlarını boşa harcamış olurlar! Bu yüzden Fatır-10 uyarıyor: İzzet/kudret tamamen Allah’ın elindedir, Allah’ındır. Birimsellikle (kendini müstakil ve muhtar kabul eden bir idrakla) buna ulaşamazsınız, bunu fark edin. İşte bu gerçeği fark eden “La havle ve La kuvvete illa Billâh” der. Eğer “İlla Billâh” derseniz ve gereğini yaşama gayretine girerseniz sizin Allah indindeki tanımınız farklı olur: “La havle ve La kuvvete illa Billâh” diyen bu idrak bir durum tespitidir ve bu idrakta bulunan nefs bir Tayyib Kelime’dir. Fatır Suresi 10. ayet sizi o zaman Tayyib Kelime olarak tanımlar; o zaman sen bir Tayyip Kelime’sin.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 2-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER