Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 83

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Eylül 2018 Perşembe 13:37:13
 

MUHSİN OLARAK VECHİ ALLAH’A TESLİM ETMEK İÇİN ÖNCE HANÎF DAVRANIŞTA BULUNMAK
“… Kim muhsin olarak vechini Allah’a teslim ederse, işte onun ecri Rabbi indindedir. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.” (Bakara-112)
Muhsin olarak vechi Allah’a teslim etmek bu kadar önemli. Ancak muhsin olarak vechi Allah’a teslim etmek için önce hanîf davranışta bulunmak şart. Şimdi bu üç kuralı amele yani yaşantıya dönüştürmeye çalışalım. Üç kuralda geçen kelimeler; Vech, Hanîf, İslâm, Muhsin. Lügâtlarda bu kelimeler için yapılan tanımların size İslâmî bir amel verip vermediğine bakın. Mesela hanîf tek tanrılı dîne inanmak şeklinde açıklanıyorsa, bu nasıl amale dönüşebilir? Hanif olmak tanrıyı bire indirmek midir, bu İslâmî mi? Onları İslâmî amele dönüşecek şekilde doğru tanımlamalıyız.
Hanîfi görmüştük, şimdi veche bakalım. Kur’ân-ı Kerim’de doğruyu gösteren anahtar kelimelerden birisi vechtir. “Kim muhsin olarak vechini Allah’a teslim ederse ona korku ve mahzunluk yoktur.” Bu müjdeyi görünce hemen telaşa gireriz, acaba ne yaparsam bu kapsamda olurum diye. Lügatte “vech” için mânâlar üç grup halinde. 1) Yüz, çehre, surat. 2) Tarz, üslûp. 3) Alın, ön, satıh, cephe. Lügatteki bu mânâlar birer sonuçtur, çünkü kesret yaşantısı bir sonuçtur. İşin aslı bilinmeyince sonuçlar mânâ olarak yazılıyor. Tanımlardaki sonuç cümleleri dokunabileceğimiz şeyleri tarif eder.
AYETLERDE “VECH” GEÇTİĞİNDE AKLIMIZA
GELMESİ GEREKEN ŞEY “BEN”DİR
Veche “yüz” dersek, yüzümüzü Allah’a çevirebilmek için onun şu mânâsını fark etmeliyiz, o zaman iş çok kolaylaşacaktır: Vech doğrudan Muhtariyeti Tercih Gücü’dür. Kur’ân’da geçen vech Muhtariyeti Tercih Gücü’dür ama tek başına değil, bir blok olarak. Şöyle: Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’na “Kendini bil” emri geldiğinde o kendine “BEN” dedi. Bu “BEN” deyiş, henüz dûniHİ algı oluşmadığı için Ahseni Takviym çerçevede. Kendini bildi ve “BEN” dedi. Sonra bir şey fark etti: Kendindeki Hüküm Gücü’nü, Tercih Gücü’nü. Halifetullah olarak “BEN” dediği için ona verilmiş Muhtariyet Gücü’nü fark etti ki o dünyada Muhtariyeti Tercih Gücü’dür. Bu fark edişle, bir hüküm verip kendine “BEN” dedi. Nefs “kendini bil” emriyle birlikte “BEN” dedikten sonra baktı ki kendisine verilmiş güçler var, bunlardan birisi Hüküm Gücü, Muhtariyet Gücü, bu sefer bununla “BEN” dedi, kendini takdim etti, Muhtariyeti Tercih Gücü’yle “BEN” dedi. Kişinin Muhtariyeti Tercih Gücü’yle, yani kendisinde fark ettiklerinden oluşan zanla kendini takdim edip “BEN” demesi, işte o kişinin yüzüdür, vechidir. Bildiğiniz maddi yüz değil. Bazen birisiyle uzun süre arkadaşlık yaparız, sonra öyle bir şey yapar ki “gerçek yüzünü gösterdi” deriz. Gerçek yüzünü gösterdi derken “gerçek BEN’ini gösterdi” demek isteriz. Onun kendisinde neye “BEN” dediğini görmüş olduk, onu gösterdi. Çalışanlardan biri kendisini çok dürüst olarak tanıttı, işveren de çok dürüst görüp onu muhasebeci yaptı. Ama kişi o kadar dürüst değil, çalan birisi. Bu kişi kendinde hangi kişiliğe “BEN” diyor? Çalan kişiliğine “BEN” diyor. Ama işverene gösterdiği yüzü o değil. Muhasebeci olup kâğıt, kalem, para elinde olunca yanıltan bir hesapla zimmetine para geçiriyor. İşveren bunu fark ettiğinde “gerçek yüzünü gösterdi” der. Kişi neye “BEN” dediğini gösterdi. Çünkü o içinden hep “çalacağım” haline “BEN” diyordu Vechin “BEN” demek olduğunu, bu takdimini Muhtariyeti Tercih Gücü’yle yapıldığını izah edebildim mi? Muhtariyeti Tercih Gücü’yle neye “BEN” diyorsanız o sizin vechinizdir. Ama biz Muhtariyeti Tercih Gücü’nü anlayıncaya kadar bir süreç yaşarız. “Kendini bil” mânâsındaki “Kün” emriyle kendimizi bilip “BEN” dedik, ama bize neler verilmiş henüz bilmiyoruz. O hâlimize emir üzere “BEN” dedik. “BEN” dediğiniz o halle yaşarken kendimizi tanımaya başladık; “benim hüküm gücüm yani Muhtariyeti Tercih Gücüm var, böyle bir yetkim var” dedik, onunla çeşitli zannlar üreterek kendimizi tanımladık, bu sefer ona “BEN” dedik. Şimdiki veçhiniz bu “BEN”dir. Daha iyi anlaşabilmesi için vechi tarz, üslup olarak da ele alalım. Birinin bir tarzı varsa, tarzını size nasıl söyler? Bu benim tarzım der. Demek ki tarz bir sonuç, “benim tarzım” dediği şey bir sonuç. Eğer vechin bir manası tarzsa ve kişi o tarzı sunuyorsa o diyor ki; “benim tarzım, benim üslûbum, benim çehrem, benim suratım, benim alnım, benim cephem” Dikkat ediniz, “BEN” demeden hiçbir tarif yapılamaz. “BEN” demeyince bu tarifler neye yarar? “BEN” demeyen birisi için tarzın, üslûbun ne mânâsı var. O kelimeler “BEN” diyen için geçerlidir, yani onlar birer sonuçtur, “BEN” dedikten sonraki sonuçlardır. Ama Kur’ân’da bize söylenen vech bir sonuç değildir. Çünkü sonuçlar kesret âlemine ait zanlardır. Âyetteki vech, o zanlara sebep olan “BEN” dediğinizdir, doğrudan. Kişi o “BEN” dediğine nasıl ulaşır? Muhtariyeti Tercih Gücü ile. O güçle oluşturduğu zanlar sonucu onu söyledi. Bunu şu örnekte de görebiliriz. Anesteziden çıkmış, yanında da çok sevdiği bir dostu olan bir hasta düşünün. Uyandı, yaşadığını anladı ve “BEN” dedi. Sevdiği kişiyi görüp gülümseyerek “BEN” dedi. Bu iki “BEN” farklıdır. İkincisi zanlarıyla söylediğidir, gülümseyen yüzlü “BEN” odur. Veya yanında hiç sevmediği birini gördü, birden yüzü değişti, şimdi de kavgacı “BEN” oldu. Bu vech zanlarla oluşan “BEN”dir, Muhtariyeti Tercih Gücü kullanıldıktan sonra oluşur. Unutmayın, ilk “BEN” saf ve temizdir. Mesele, bizim onu dûniHİ algıya buladıktan sonra “BEN” dememizdir! Vechi izah edebildim mi? Ayetlerde “vech” geçtiğinde aklımıza gelmesi gereken şey “BEN”dir, “BEN” derken kastettiğimizdir; “BEN” derken oluşturduğumuz tanım, kompozisyon neyse hepsi.
İSLAM’DA TESLİM OLMAK, TESLİM ETMEKTİR
Hanîf “müstakilen VAR ve muhtar” iddialarına ve bu iddiaların hayat tarzlarına sırtını dönen, dûniHİ idrak ve zannlarını reddedendir. İslam Allahu Rabbül Âlemiyn’e teslim olmaktır. “Teslim olacağım” dediğinizde teslim olmak dünya hayatında şöyledir. Kişi ellerini kaldırır, teslim olur. Sonra kendini o tarafa verir. Demek ki teslim olmak teslim etmekmiş, teslim edince teslim oluruz. Teslim olan asker silahını, canını, davranışını, her şeyini karşıya teslim ederek “teslim oldum” diyor. Siz de öyle, Allah’a teslim ederseniz teslim olmuş olursunuz. Teslim edeceğiz! Teslim edeceğiz ki teslim olalım. İslam’da teslim olmak, teslim etmektir. Müslüman aslında teslim edendir. “İslam” ve “vechini hanîf olarak Allah’a teslim eden” manaları biraz anlaşılıyor mu?
“MÜSTAKİLEN VAR VE MUHTAR”
İDRAKLA “BEN” DEMEYECEĞİZ
Hanîf olup sonra da muhsin olarak vechini Allah’a teslim eden kula, dünyada ahirette ne korku, ne de mahzunluk vardır. Kişi hanîf olarak dûniHİ algı ve zanlarına sırtını döndü ve “kesinlikle şehâdet ederim ki müstakilen VAR ve muhtar Allah’tır, başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur” dedi, yani “Allah’ın dışı” kavramını reddetti, “söz konusu değildir” dedi. Dışı kavramını reddedince zaten hiç müstakil bir şey kalmaz, müstakil sanılanlar “dışı” kavramı olunca olur. “Dışı” kavramı olmayınca bütün müstakillikler düşer. Bu yüzden “dışı” kavramını reddedip, hanîf ve muhsin olarak vechi Allah’a teslim edeceğiz, İslâm’a Rûm-30 ayetine göre döneceğiz, bu hanîf halimizle bakacağız. Ayet bize; İslâm’a böyle yaklaşın, böyle teslim olabilirsiniz dedi: Rûm 30, “İslâm’a yüzünüzü hanîf olarak doğrultun, sisteme hanîf olarak bakın” derken bir şey öğretiyor: İslâm’a, teslimiyete, teslim olmaya/etmeye, ancak “dışı” kavramına sırtınızı dönerseniz ulaşabilirsiniz, ancak o zaman. Birinci basamak bu sûreti oluşturmaktır. Hanîf kişi oluşturdu. Şimdi vechini (Muhtariyeti Tercih Gücü’yle söylediği “BEN”i) teslim edecek. Bu “BEN”i dûniHİ algıyla söylersek, kendi adımıza “BEN” demiş oluruz. “Müstakilen VAR ve muhtar” idrakla “BEN” demeyeceğiz. İlk teslim edilecek vech budur. Eğer hanîf kişi; “şehâdet ederim ki müstakilen VAR ve muhtar ancak Allah’tır. Müstakilen VAR ve muhtar iddiasıyla kendi adlarına BEN diyenler Allah’a iftira etmektedir. O iddia boştur, bâtıldır” dediğinde, bu hanîf olarak Allah adına söylenen “BEN” birinci teslimiyettir. Çünkü müstakilliği ve iddiayı attı, Allah’ın hakkını teslim etti. “Müstakilen VAR ve Muhtar BEN” O’nun hakkı olduğu için Allah’ın hakkını teslim olmuş oldu. “Müstakilen VAR ve Muhtar” olmak yalnızca Allah’ın hakkıdır, müstakilen VAR ve Muhtar bir güç olarak ancak Allah “BEN” der. Bunu fark eden talip “duniHİ BEN demeyi terk ettim, Allah’ın hakkını teslim ettim” der ve birinci teslimiyeti yapmış olur. Vechini, yani Muhtariyeti Tercih Gücü’yle oluşturduğu “BEN” deyişini Allah’a çevirmiş, yerine bağlamış olur. Bir de “muhsin” ifadesi var, “kim muhsin olarak vechini Allah’a teslim ederse” buyruluyor. Birinci basamakta muhsin özelliği yoktu. Elbette ilk basamak da çok önemli bir haldir. Hatta bu teslimliği bilerek, inanarak, hissederek, görerek yapan için o bir keşfidir, bir keşiftir. Bu teslimiyeti yapmakla, keşif ehli olmak için geçilecek kapıdan girmiştir, keşif için ilk adımı atmıştır.
DEYİN Kİ, BEN BİR SAAT BOYUNCA NEREYE
BAKARSAM ALLAH’IN EMRİNİ GÖREYİM
Bu söylediklerimiz nefsin seyr-i sülûğunun tanımları. Birinci basamak, “BEN” deyişe “müstakilen VAR ve muhtar” etiketi yapıştırmamaktır. O etiketi söküp sahibine teslim edip, Allah’ın hakkını verip “bu etiket benim değil” demek ilk adımdır. Bize bu Halifetullah yetkisi veren adına “BEN” demekse ikinci basamaktır. Kişi Allah adına “BEN” deyince, dûniHİ algıyı ve zanlarını da reddettiği için yani “Allah’ın dışı” kavramını sildiği için, o artık Billâhi anlamdadır. Ne oluyorsa, ne görüyorsa artık onun için illa Billâh’tır. Gördüğünü, duyduğunu, düşündüğünü Billâhi anlam dışına çıkaran dûniHİ olur, idrakı hemen Allah’ın dışına düşer. DûniHİ idraktan sıyrılmak için en azından deyin ki, ben bir saat boyunca nereye bakarsam Allah’ın emrini göreyim. Görürsünüz. Önce Allah’ın emri görülür, ilk görülecek budur: Kim ne yapıyorsa Allah’ın emri! Güneş ne yapıyorsa Allah’ın emri, dünya öyle, kar öyle, yağmur öyle. Babam Allah’ın emri, annem Allah’ın emri, çocuk Allah’ın emri… Düştü Allah’ın emri, kalktı Allah’ın emri, doğdu Allah’ın emri, öldü Allah’ın emri. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” diyoruz ya! Bu noktada ilk göreceğimiz daima Allah’ın emri. Allah’ın emrini göremedik mi duniHİ oluruz, dışarı çıkarız. Allah’ın emrini görme hali sizde yerleşirse, emirler şekle dönüşür, emirlerin şekillerini görürsünüz, işte ona Fiillerin Tecellisi demişler.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER