Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 89

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 3 Ekim 2018 Çarşamba 13:30:32
 

KADER HÜKÜM DEMEKTİR, KADER
SAHİBİ HÜKÜM SAHİBİ DEMEKTİR
Allah kader sahibidir ve kader sahibi olmak meseleyi “bilmek”le sınırlı değildir. Allah’ın önceden bildiği doğrudur ama Allah’ın kaderin sahibi olması yalnızca bilmesi demek değildir. Bir konuda birisine “kaderim senin ellerinde” dediğinizde “halimi biliyorsun” mu demek istiyorsunuz, yoksa sizin için bir hüküm vereceğini mi söylüyorsunuz? “Kaderim iki dudağının arasında” demek de öyledir; o bir hüküm verecek ve siz o hükme bağlısınız demektir. Dünya hayatında kullandığımız kader bile bir işi bilmekle ilgili değil. Kader hüküm demektir, kader sahibi hüküm sahibi demektir. Dünya hayatında bile bu mânâda kullanırken Allah’a gelince hükmü ona neden veremiyoruz? Çünkü insan cimri! Kur’ân’ın söylediği cimri budur işte, “benim” diyor. “Allah bilir ama kararı ben veririm” diyor. Muhsin’in tanımı neydi? Bol ihsan eden! Bu ise cimri olduğu için veremiyor. Şu örnek günümüzde çok iyi anlaşılır. Bir meteoroloji uzmanı üç günlük hava tahmin raporunu verdi, bildi. O hava raporunun kaderinin sahibi meteoroloji uzmanı mı? Yağacak dedi yağdı. Şimdi o kader sahibi mi? Demek ki “kader” bilmek değil! Ama Allah’a öyle yapıyor, “Allah bildi” diyoruz. O uzman da bildi, kader sahibi o mu? O iklimin hükmünü meteoroloji uzmanı mı veriyor? Kader sahibi hüküm sahibidir. Kaderi tarif edeceksek “hüküm”le tarif edeceğiz, “bilmek”le değil! “Hüküm Allah’ındır” ne demek şimdi anlaşıldı mı? Hüküm Allah’ındır demek, kader Allah’ındır demektir. “Halley yıldızının nasıl kaç yıl sonra geçeceği biliniyorsa, Allah da bizim ne yapacağımızı böyle biliyor” diyorlar, kaderi anlatan önemli kitaplarda bunu maalesef görebilirisiniz. Halley yıldızının bir de hükmü var, o ne olacak? Onun o periyotta geçmesinin hükmünü kim veriyor? Bilmek ayrı iştir, hüküm ayrı iş. Hüküm veren ne hüküm vereceğini de bilir elbette… Öğrendik ki kader bilmek değil hüküm vermektir. Ve yine öğrendik ki hüküm sahibi ne hükmedeceğini elbette bilir. Şu an için cümle kurarsak, Allah bizim için ne hüküm vereceğini önceden biliyor. Doğrudur. Yanlış olan, bu cümleden sonra “bana göre” diye devam etmektir. İslâm’da “bana göre” yoktur. Kulun yapacağıyla ilgili ne hüküm vereceğini Allah biliyor. Hem “her şey Allah’ın hükmüdür, izni olmadan yaprak düşmez” deyip hem de “ben o hükme tâbi değilim” diyorsak olmaz. Kendinizi kandırırsınız.
KAZA VE KADER BUDUR
Kaderin yaşanması insan için bir süreçtir, bu sürece şimdi tersten bakalım. Sürecin iki basamağı var, ikinci basamak kulun davrandığı andır, yani o davranışla ilgili Allah hükmünün açığa çıktığı andır. Eğer kesret diliyle söylersek kaza anıdır. Emrin açığa çıkışı kazadır. Sürecin ilk basamağı ise, o kul için ne hüküm vereceğini Allah’ın bildiği andır ki o kaderin belirlendiği noktadır ve bütün belirlenmelerden sonra kalemin kuruduğu, kırıldığı yerdir. Kul için ne hüküm vereceğini Allah’ın bildiği nokta, kulun “müstakilen VAR ve muhtar” iradesiyle ne yapacağını bilmesi değildir. O bakış dûniHidir. Sürecin ilk basamağı ne hüküm olacağının bilindiği, bunun tanımlandığı, yazıldığı an: KADER. Fiilin oluştuğu o an ise KAZA. Kaza ve kader budur. “Kaza ve Kaderin Allah’tan olduğuna iman ettim” dedikten sonra “onu ben yaptım” ancak şöyle mümkündür. Sen yaptın ama müstakilen VAR ve muhtar bir iradeyle değil. İnsan “müstakilen var ve muhtar bir iradeyle yaptım” diyor ki tehlike budur! Hüküm Allah’ındır deyince de bu sefer “kulun ne dahli var?” diyor. Böyle var!
KUL, İLİŞKİLER ÇERÇEVESİNDE MUHTAR, YÖNELİŞ YANİ İMAN ÇERÇEVESİNDE MECBURDUR
Kaza ve Kader insanın yaşadığı bir süreçtir, Allah’ın yaşadığı değil. Süreçteki iki nokta kul gözüyle baktığınızda var: 1) Kulun yaptığı an hükmünün verilmesi. 2) O hükmün ne olduğunun ezelden, önceden bilinmesi. Bu iki nokta kula göredir. Allah için öyle iki nokta olamaz. Allah’ın bildiği an, hükmünü verdiği andır. Mânâ çakıştıracaksınız, yani bu iki noktayı çakıştıracaksınız. Kişi mânâ çakıştıramazsa perdelenir. Çakıştırdığı zaman “kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna iman ettim” der. Bu söylediğimizdeki birinci mânâ da ikinci mânâ da aslında Allah için yani tevhidde tek manadır. Biz “kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna îman ettim” demekle bu iki mânâyı birleştirdik. Bu noktada çok önemli bir şeyi de inşâAllah paylaşalım. Kula ait bu süreçte Allah da kendisine rol vermiştir. İnsanın bir rolü var, ama Allah kendine de rol vermiştir. O rollerle ilgili âyetler farklıdır. Onlar hüküm anı ile ilgili, kaderin belirlenmesi ile ilgili âyetler değildir. Allah’ın kendisine verdiği o roller kader içerisindedir ama kader (hüküm) ânından sonraki rollerdir. Hidayet onlardan biridir. Mesela, hüküm anıyla ilgili olan kader dediğimiz kısım Nisâ-78. âyettir, rollerin dağılımı ise Nisâ-79’dur. İnsan ve Allah için rolleri anlatan Nisa-79’dur. O rollere bakarak işi karıştırmayın. Kaderin hüküm verilen kaza anına ikinci basamak, onun ne hüküm olacağını Allah’ın bildiği noktaya birinci basamak demiştik. Anlayabilmek için böyle ayırdık. Sonra kaza ve kader diye etiketlediğiniz bu iki ayrı mânâyı tevhid için birleştirip kader diye tek mânâ yaptık. O kaza süreci yaşanırken Allah kullarına verdiği gibi kendisine de rol vermiştir. Şimdi bu rolü de kaderle çakıştıralım. Çünkü o da ayrı birşey değildir. Tevhide doğru hep mânâ çakıştırmak gerekiyor. Bu mânâ çakıştırmalar en kolay şöyle yapılır: “Rabbim öyle diyorsa öyledir” dediğinizde mânâ çakışır; “Rabbimin her dediğini yaparım” dediğinizde mânâlar çakışır. Mânâları çakıştırmaz da çarpıştırırsanız konu anlaşılmaz. Mânâları çakıştırarak ulaştığımız yeni mânâ dünya diliyle tek bir cümle haline getirilemediği için de konu anlaşılamıyor. Bu durumda kul ne yapacak? Ona bir görev düşüyor: Muhtar olmadığını bilip ama muhtarmış gibi davranmak. Kul Allah’a karşı “müstakilen VAR ve muhtar” değildir ama diğer kula göre muhtardır; yaratılmışlar arası ilişkilerinde tercih yetkisi almıştır, kul kula göre muhtardır. İşe hem Yöneliş hem de İlişkiler açısından bakarsak, kul zâhiren muhtar, bâtınen mecburdur. İlişkiler çerçevesinde muhtar, yöneliş yani iman çerçevesinde mecburdur. Web sayfamızdan 15. tefekkür şemamıza bakmanızı öneririm. Orada kulun nasıl davranacağı böyle tarif edilmişti.
MUHTAR DEĞİLSİN AMA
MUHTARMIŞSIN GİBİ DAVRAN
“Onu çakıştır, bunu çakıştır dediniz, ya bu söylenenleri hemen yapamazsam, yapamadan ölürsem, ya da yanlış yaparsam ne olacak? Bana hemen ne yapabilirim, onu söyleyin” diyen için önerimiz: Muhtar değilsin ama muhtarmışsın gibi davran. Ancak, muhtarmış gibi davranmak seni muhtar duruma düşürmesin, kendini müstakilen VAR ve muhtar zannetme. Çünkü ayrıca, muhtar olan ve muhtar olmayan YOK, İLLA BİLLAH. Yapacağımız davranışı tarif ettik.
KULLARIN YAŞADIKLARI O’NUN
DIŞINDA DEĞİL, “DIŞI” KAVRAMI YOKTUR
“Ayrıca, muhtar olan ve muhtar olmayan YOK, İLLA BİLLAH” ifadesini biraz açalım: Bilmelisiniz ki ayrıca yani Allah’tan başka müstakilen VAR ve muhtar YOK. “YOK” ne demektir? Gerek bu iddiada bulunanın zannı, gerekse muhtarmış gibi davrananın zannî gayreti YOK demektir. Yani işi fark ettiğiniz zaman göreceksiniz ki “müstakilen VARım ve muhtarım” diyenin iddiası da YOK, muhtarmış gibi davrananın zannı da YOK. Onlar, siz davranasınız diye verilmiş zannî rollerdir. Rolünü oyna ama aslında o da YOK, yani muhtar olmayan da YOK. Yani Allah’a yöneldiniz ve “Allahım muhtar değilim” diyorsunuz, işte o muhtar değilim demeye çalışan da YOK. İLLA BİLLÂH. Fark ettiniz mi? Bu hâli yaşayabilmenin başlangıç çizgisi bu anlattıklarımdır. İLLA BİLLAH: müstakilen VAR ve muhtar olan ancak Allah. Kulların yaşadıkları O’nun dışında değil, “dışı” kavramı yoktur. Yapılacak şey bu tanımı tereddüt olmadan benimseyip davranmaktır. Kaderle ilgili başlayacağınız nokta budur. Bu başlangıcı tereddütsüz yaşayana kader konusu anlatılabilir.
AYETLER NE DİYOR?
Bu konuda uyarıcı ve öğretici bazı âyetlerle devam edelim. Zuhrûf 20: “Dediler ki; eğer Rahmân dileseydi onlara kulluk yapmazdık. Bununla ilgili onların bir ilmi yoktur, onlar ancak saçmalıyorlar.” Çok önemli bir uyarı! Şirk ehli üzerinden uyarılıyoruz, onlar üzerinden öğretiliyoruz. İnanmayanlar da gelip Efendimiz (SAV)’i dinliyorlar, bir şeyler duyup sonra da “madem öyle, dileseydi biz bunları yapmazdık. Dilemediğine göre söylediklerin boş” diyorlar. Âyet onlara cevap veriyor: Bununla ilgili onların bir ilmi yoktur, ancak saçmalıyorlar.
“Şirk koşanlar dediler ki; ‘Eğer Allah dileseydi, biz de babalarımız da O’ndan başka bir şeye kulluk etmezdik. O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’ Kendilerinden öncekiler de işte böyle yapmıştı. Rasûller üzerine apaçık tebliğden başka ne düşer.” (Nahl-35)
En’âm 148-149: “Şirk koşanlar; ‘Eğer Allah dileseydi biz de babalarımız da şirk koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık’ diyecekler. Onlardan öncekiler de azâbımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: İndinizde bize çıkaracağınız bir ilim var mı? Siz ancak zanna tabi oluyorsunuz ve ancak saçmalıyorsunuz. De ki: Huccetül Bâliğa (zıddı olmayan delil) Allah’ındır. Eğer dileseydi elbette hepinizi hidâyete erdirirdi.”
İLİŞKİLERDE MUHTARİYETİ TERCİH
GÜCÜ, YÖNELİŞTE İSE TEVHİD
PRENSİPLERİ SÖZ KONUSUDUR
Bu soruları sorarak hücum eden şirk ehlinin anlama gayretleri yok. Tebliği zayıflatmak ve çürütmek amacıyla söylüyorlar, “öyleyse sizin söyledikleriniz geçersiz” mânâsına gelen cümleler kuruyorlar. Tebliğdeki cümleleri alıp hücuma çeviriyorlar. Günümüzde de var. “Allah, bütün kullar hidayet ehli olsun emri verseydi herkes hidayet üzere olurdu” gibi yöneliş cümlelerini alıp o cümlelerle İlişkiler konusunda tartışma yapıyorlar. Öğrendikleri îman cümleleriyle amel konusunda tartışıyorlar. İkisi farklı, iman cümleleriyle amel olmaz. Siz ilişkiler cümlesi ile bir konuda “bir daha yapmayacağım” diyebilirsiniz ama Allah’a yönelişte “bir daha yapmayacağım” diyemezsiniz. “Allahım bana böyle yaptırmayıver” diye cümlenizi duâya çevirirsiniz. İkisi ayrı cümledir. Allah’a yöneldiğinizde “Allahım, bir daha yapmayacağım” derseniz, müstakil bir iradeniz var demektir. Hüküm O’nundur. “Allahım, hüküm senin, bunu bana yaptırmayıver” deriz. Birine veya kendinize “bir daha yapmayacağım” diyebilirsiniz. İlişkilerde Muhtariyeti Tercih Gücü, yönelişte ise tevhid prensipleri söz konusudur. Bu yüzden, ilişkiler konusunda muhtarmış gibi davranın, Muhtariyeti Tercih Gücünüz var, böyle bir yetkiniz var. Tefekkür edeceğiniz, yaşayacağınız birşey vardır; bu ilah özellikli halifeler arasında geçmektedir. Bunu ilahlığını yani tanrılığını ilan edenler için demiyorum, onlar ayrı. “Muhtarmış gibi davranmak” ilah özellikli kılınan halifeler arasında geçerlidir, onlar ilah özelliklilerdir. Bu o kullarda Muhtariyet Gücünün sırrıdır: İlah özelliklidirler. İlah özellikli olmak Halifetullah’taki manalardan birsidir, onun bir mânâsıdır. Rabbi onlara ilah özelliklisiniz, ama kendinizi ilah sanmayın demiştir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER