Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 27 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 26 Şubat 2019 Salı 13:17:35
 

Huşu halinin Allah’a kalbini teslim etmiş muhbitlerin işi olduğunu, onların bu hali önce salâtta yaşadıklarını, uyguladıklarını görmüştük. Bu kapsamda, salâttaki bir uygulamayla ilgili şimdi paylaşacaklarıma takliden bile olsa başlamak lazım, özellikle de havf ve reca olarak uygulayabileceğimiz haliyle bir başlamak lazım. Zor değil. Kesinlikle yapabileceğimiz şeyler. Kişi eğer vecel halini gerçekleştirebilirse o saygı ve o saygının getirdiği titreme tüm ayetler için geçerlidir, yani tüm ayetlerle ilgili olarak görülür. “O titreme nedir?” onu da söyleyeceğim. Salâta durdunuz, salâttasınız, salâtta bu kalbi ihbat ettirmelisiniz, muhbit olmalısınız. Salâtta kalbi ihbat ettirmek için ilk yapacağınız şey Fatiha Sûresi 6. ve 7. ayetlere dikkat etmek, orada takliden de olsa kalbi ihbat ettirip titretmektir: “İhdinas sıratal müstakıym, sırat elleziyne en’amte aleyhim, ğayril mağdubi aleyhim ve laddaalliyn.” Bu ayetlerde siz bir duadasınız, duanın ne istediğinizi söylediğiniz önemli bir yerindesiniz.
Fatiha ile ilgili hadislerde Allah buyurur: “Ben Fatiha’yı kulumla paylaştım.” Fatiha’da “iyyake na’budu” dediğiniz yere kadarki kısım Allah’a, devamı ise kuluna, Kul Formu’na aittir. Ancak şöyle bir hata yapmayın, Fatiha’dan perdelenirsiniz. Önce “iyyaKE na’budu”ye kadar olan kısmın ne olduğunu derinlemesine anlamaya, öğrenmeye ve onu yaşamaya çalışırsanız yapamazsınız. Kişi onu hemen yapamaz, çünkü onun işi değil. Bu hadisten bunu da anlarız: senin ilk yapacağın iş sana ait yerin hakkını vermektir. “Kulumla paylaştım” dediği yeri halletmeden üst kısmı yapamazsın. “Kulumla paylaştım” dediği yeri halledersen, idrakın oranın pozisyonuna geleceği için anlarsın. İdrakın oranın pozisyonuna gelmeden orayı anlamaya çalışır, oranın tefekkürüne çok yoğunlaşırsan başaramazsın, yanlış olur. “Güzel bir iş”le meşgul olursun ama ücret alamazsın, yani idrakın ilerlemez. Ama sen, sana ait olan yerde idrakını muhbit idrak yani kalbini Allah’a ihbat eden idrak haline getirdiğin zaman senin idrak pozisyonun üst kısma uygun olur, kendiliğinden orayı anlamaya, yaşamaya başlarsın. Bu yüzden salâtta Fatiha okurken çok özen göstermek lazım. Fatiha’nın bittiğini “âmin” dediğinde fark eden kaybeder. Fatiha’nın çok önemli bir dua olduğunu bilmek ve şimdi söyleyeceğimiz şeylere de öncelikle dikkat etmek lazım, ilk onlara dikkat etmek lazım.
“İhdinas sıratal müstakıym, sırat elleziyne en’amte aleyhim” diyoruz ya, burada bir istek var. Allah’tan, indinde doğru olan yolu istiyorsunuz. Allahım, senin indinde doğru, sabit yol neyse, senin söylediğin yol neyse onu isterim ki sen onu birilerine verdin. En’amda bulundukların (verdiklerin) var, ben de onlara verdiğin gibi isterim. İşte bu kısım umut içermeli. Burası salâtta umudun antrenmanını yapacağınız en önemli yerdir. Burayı mutlaka umutlanarak okumalısınız, onu size mutlaka verecek umuduyla. Bu umudu ne kadar yüksek tutarsanız o kadar kazanırsınız. Ama “ğayril mağdubi aleyhim ve leddaallîn”e gelince, onu derken de bu umudun yüksekliği gibi bir korku yaşamalısınız: “Aman Allahım, doğruyu öğrendim sanıp sapanlardan ve sana nankör olanlardan yapma beni, bana öyle bir rol verme” derken o korkuyu yaşamalısınız. O korkunun peşine de sığınışla, Allah’a yaslanarak “âmîn” demelisiniz. Bunu FATİHA yazılarımızda detaylı paylaşmıştık.
Hac Sûresi 54. ayet: “Ve bir de kendilerine ilim verilenler, onun (ayetlerin) Rabbinden Hakk olduğunu bilsinler de O’na iman etsinler ve O’na kalbleri ihbat etsin. Muhakkak ki Allah iman etmiş kimseleri sıratı müstakıyme hidayet eder.”
Ayette “ilim verilenler” geçiyor. “Kendilerine ilim verilenler” diye kime deniyor acaba? İlim verilmesi nedir, nereden başlar? Bunu bilmezsek, örneğin siz, “benim öyle bir ilmim yok ki” der bırakırsınız, bu ayeti ötelersiniz. Lütfen dikkat edin, eğer bir kişi “mütekebbir”in tanımını öğrendi ve “ben mütekebbir olmak istemiyorum” dediyse o an o kişi ilim verilenler sınıfına girmiş demektir. Çünkü açıkladığımız manada “ben mütekebbir olmak istemiyorum” cümlesini ancak kendisine ilim verilenler söyler, o halden kurtulma mücadelesine ancak onlar girer. Demek ki bu ayet onları kapsıyor. Ayete böye bakalım: Allaha karşı mütekebbir olmak istemeyenler, yani Enbiya Sûresi 29’daki gibi “Allah’ın dûnunda ben de varım ve muhtarım” demeyenler, ayetlerin Rabbinden gelen Hakk olduğunu bilsinler de ona iman etsinler ve ona kalbleri ihbat etsin. Muhakkak ki, Allah iman etmiş kişileri sıratı müstakime hidayet eder.
İhbatı, ihbatın kalble ilişkisini ve kalbin ihbat etmesini biraz daha inceleyelim. İhbatın normal hayattaki manası boşa gitmek, değerini kaybetmek, boşa çıkarmak, silip yok etmek demektir; bu anlamlara gelen “habt” kökünden türemiştir. Kur’an meallerinde ihbatın bu manaya yönelik anlamına tam rastlayamazsınız maalesef. İhbat çok iyi anlaşılmış kelimelerden olmadığı için “huşu edenler” gibi kelimelerle meallendirilmiştir. Ama ihbat bir makamdır, az önce anlattığımız halin adıdır. O makamdakilerin, yani kalbleri ihbat eden muhbitlerin özellikleri vardır. Onları harmanladığınızda sizde ihbat edenin hali gözükür. Bir insanı tarif ederken onun özelliklerini söylersiniz ve kişi onun tüm özelliklerini dinler sonra o özellikleri harman eder, sonra da o kişi hakkında bir önermede bulunur. Şimdi söyleyeceklerimden çıkacak önerme size ihbatı, muhbiti anlatacak.
Muhbit’in özellikleri nelerdir? “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiası söz konusu bile olmayan bir imanı vardır, imanında “ben de varım, muhtarım” iddiası söz konusu değildir ve bu imana uygun amellerle meşguldür. Demek ki muhbit olan bu imanın dışında önemli bir şey daha başarmış. Bir düşman ilan edilmiş ve savaş halindeyiz diyelim. Birisi çıkıyor, “ben onları düşman kabul ettim” diyor. Onun bu ilanı önemli. Ama birisi var ki hem “onları düşman kabul ettim” diyor, hem de gidip düşmanla savaşıyor, düşmanı yok ediyor. Düşman ilan etmenin ötesine geçip onu boşa düşürüyor. İşte muhbit “ben varım ve muhtarım” iddiası ile savaşan, onu boşa çıkaran, silip yok eden, o iddiayı boşa düşüren kişidir.
Muhbit olanların “haşyet”te, “havf ve reca”da, “vecel”deki hali nasıldır? Onlar Havf ve Reca’da korku ve umudu yükseltmiş ve dengelemiş; Vecel’de korku ve saygıyı yükseltmiş ve dengelemiş; Haşyet’te Allah ilmini ve huşuyu yükseltip dengelemişlerdir, başarabildiklerince. Yükseltmiş ifadesi “işi bitirmiş” manasında değildir. Hep yükseltmeye çalıştığı, sürekli yükselttiği ve yükseltirken dengelediği anlamındadır. Bir hal ki bu özelliklerin tümüyle yoğrulmuş. Bu hal ile Rabbine yönelmişse, Rabbine yönelirken ihbat edene ait bu saydıklarımızla yoğrularak yönelmiş de boyun bükmüşse bu müthiş bir şeydir. Bu kul bir iddiayı yok etmiş, Allah’a boyun eğmiş. O iddiaya dönmüş onu yok etmiş, Rabbine dönüp O’na boyun eğmiş. İhbat sahibi demek kalbi ihbat etmiş (Rabbini ihbat eden) demektir ki bu kişi tanrıyı boşa düşürmüştür. O tanrılar âlemine göre bir cengâverdir ama Rabbine boyun eğmiştir. Bu boyun eğiş Mütekebbir’in boyun eğmesi olan bir mütevazilik değildir. Yukarıda saydığımız şartlarla boyun eğmiş, teslim olmuş “eslemtü li rabbil alemiyn; âlemlerin Rabbi Allah’a teslimim” demiştir. İşte bu kul bütün bunları Fatiha’yı okurken “iyyake na’budu ve iyyake nestaıyn”de somutlaştırmıştır. Bu yüzden, kulun önceliği, Fatiha’daki kulla ilgili kısımları halletmesidir. Önce orasıdır. Elbette üst kısmı okurken “Rabbim böyledir” diye oku. Ama “o hal nasılmış” diye şimdi merak eder ve orada beklersen yanlış yaparsın. “Şöyle mi, böyle mi” hayali ile kurguladığın klip yanlış olur, yanlış klip oynatırsın. Senin idrakın o pozisyona gelince doğru klip beyninde kendiliğinden açılır. Şu an yapabileceğin şey, “iyyake na’budu ve iyyake nestaıyn”de boyun büküştür. Orası sana ait, Fatiha’yı okurken orayı boyun bükmeden geçme. Boynunu bük ve sonra büyük bir umutla; “ihdinas sıratal müstakiym, sırat elleziyne en’amte aleyhim” de. Bunu derken gözlerinin içi gülsün. Ama sonra bir anda yüzün düşsün ve korkarak “gayril mağdubi aleyhim ve leddaalliyn” de. Bunlar Fatiha’nın yaşanacak idraklarıdır.
“Derin düşünen, derin bakışlı” gibi tabirleri hep duyarsınız. Derin bakışlı, derin düşünen insan nasıldır, derin bakmak nedir? Hayatta derin manalı düşünmek nasıl olur, bunu nasıl başarırız?
Herhangi bir “esma”yı düşünelim. Neden esma düşünüyoruz? Çünkü bir esma zikriyle meşgul olanın derin manalı düşünen olması önemli. Bir esmanın tefekkür edilecek sayfalarca manası vardır ve siz tüm o manaları bir saniyede düşünmeniz gerekir. Eğer derin manalı düşünen bir beyin açamamışsanız bu olmaz. Bu nedenle, tefekkür edilen, zikri yapılan konuyla ilgili doğru bilgileri genişletmek lazım. Örneğin Ehad veya Samed kelimesiyle ilgili doğru bilgileri bulur, okur, tefekkür eder, zihninizde genişletirseniz, sonra da o bilgilerin tümünü o kelimenin söyleniş süresine sıkıştırır ziplerseniz, siz kendiliğinden derin düşünürsünüz. Bunu normal hayatta yapıyoruz. Bir çocuk annesine seslenirken “anne” derken bu sesleniş o kadar çok mana içerir ki. Demek ki bu özellik insanda var.  Yapmamız gereken tek şey bu özellikleri Allah’a göç ettirmek. Çünkü bu özellikler bizde zaten var. Bunları taşımak, göç ettirmek gerekiyor. O zaman başarırısınız.
Derin bakan, derin düşünen olursanız bakışınız kendiliğinden değişir; o bakışta sayfalarca mana vardır, artık siz boş bakmazsınız. Bu derin bakışı kazanmada Kur’an kelimeleri önemlidir. Onları derinleştirdiğinizde ayetler sizde derinlik açar. Örneğin “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” derkenki kısa süreye, bu ve diğer öğrendiğiniz bilgileri sığdırıp ihbat edebilmeniz için sizin derin manalı düşünmeyi yakalamanız gerekir. Bu nasıl olur? Siz ayetlerdeki kelimelerin manalarını doğru öğrenip tefekkür etmeye başladığınızda, bu işle meşgul olduğunuzda bu kendiliğinden olur; “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” sığınışı böyle bir özelliği gerektirir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER