Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

VELİNİN İLMİ – 7

Çok önemli bir konuyla devam ediyoruz: Aklın zekâtı nedir? Bu zekât nasıl verilir? Aklın zekâtı “hayr konuşmak veya susmak”tır. Daima “hayr konuşmak veya susmak” aklın zekâtıdır. Çok önemli bir yöntem paylaşıyoruz: Eğer aklın zekâtını vermek hayat tarzı olmazsa, aklın zekâtı daim verilmezse, günlük akıl Lüb Nuru ile beslenemediği için nurunu kaybeder ve zekâ seviyesinden fonksiyon göstermeye başlar ki zekâ seviyesi zanlarla uyumludur.
Nur yoğunluğu bakımından “akıl” sınıfına giren faaliyetleri en aşağıdan yukarıya doğru hiyerarşik olarak; İç Güdüler, Zekâ, Günlük Akıl ve Lüb Aklı diye sıralayabiliriz. Bu sıralama hiyerarşik olarak yatay bir sıralama olup nur derecesi bakımındandır, fonksiyon farklılıklarına göredir. Her bir yatay sıranın kendine has dikey pozisyon gösteren, insandan insana değişen şiddetleri de vardır ki insanlar birbirlerini genellikle bu dikey şiddetler açısından kıyaslarlar, “içgüdüleri kuvvetli, zekâsı çok, fazla akıllı” gibi yorumlarla onların kendilerine has dikey şiddetlerine göre kıyas yaparlar. Bunun ne kadar yanlış bir kıyas ve sürekli esfele safiliyn tuzağı olduğunu görün lütfen. Talip isek amacımız kesinlikle yatay çizgide ilerlemek olmalıdır. Akıl faaliyetlerinin bu hiyerarşik dizilişinde, günlük aklı zekâ seviyesinden tasdik yapıyor olmaktan kurtarıp, lüb nuru seviyesinden çalışmasını sağlamak için aklın zekâtının kesintisiz veriliyor olması şarttır, zekâtının kesintisiz verilmesini gerektirir. Bu yüzden “ya hayr konuş ya da sus” prensibi sürdürülebilir olarak yerine getirilmelidir. Zekâtta sürdürülebilirlik önemlidir. Arada bir uygulanan zekât verme, günlük aklın Lüb Nuru’na ulaşmasını sağlayamaz. Bu durumda ancak günlük akıl zorla kendi seviyesine gelebilir, burada bile kararlı duramaz. Bu durum ise kişiyi çok yoran bir psikolojiye sokar.
Bir akıl nuru ürünü olan zekânın faaliyeti, fark edebilme, ayırt edebilme ile sınırlı görevlerdir, Kayıtlı Kendisini Hissetme Duygusu’nun kendisini doğru sandığı alan içerisinde çalışır. Zekâ çalıştığı ortamı gerçek “Var” ve gerçek “Yok” konusunda incelemez. Bu konuda bir fark sunulursa farkı kavrar, ancak hangisi doğru olduğu hususunda hükmünü veremez. İşte nur gücünü kaybeden aklın zekâ seviyesinde çalışması böyledir; Akıldır ama zekâ yeteneğindedir, zekânın fonksiyonu seviyesindedir. Bu durumda eğer zekânın dikey şiddeti yüksekse ayrı bir tehlikedir, düşükse ayrı bir tehlike. Günlük aklın nur gücü kaybetmesinin ne olduğunu, neye yol açtığını hatırlayalım:
Lüb Nuru ile ilişkisi kesilir, yani Lüb bilgisi günlük akla kapanır. Lüb bilgisi Hakk manada güç ve tesir demektir. Dolayısıyla günlük akıl kendine has Hakk manadaki güç ve tesiri yitirir, böylece ihlâsını kaybeder, vehmin zulmeti tarlasında başıboş kalır, yetenekleri zekâ seviyesine düşer, dȗniHİ algı ve zanlarının “Müstakilen Var ve Muhtar” iddiasını gerçekmiş gibi algılar ve tasdikler. Hüküm verdiğini zanneder ama hükmü vehmin zulmeti oluşturur, o da tasdik eder. Yani Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu dȗniHİ algı ve zanlarının emrindedir ama dȗniHİ algı ve zanlarını kendisi sanar. Emir alandır ama emir verdiğini sanar ki işte size Nefs-i Emmare… Dolayısıyla, kişi ihlâsı bulursa Lüb Nuru vesilesiyledir; Nefs-i Emmare ile esfele safiliyn hayat tarzı ise kendi eliyledir. Burada şuna dikkat edelim: Bu tanım kesret cümleleriyle anlatımdır, kader değil kaza cümlesidir. Tevhid diliyle söylersek, hükmün aslı külliyen Allah indindendir, bu kader cümlesidir. Talib bu iki söylemi “tek söylem” haline getirip “kader ayrı, kaza ayrı” gibi olmadan onu tek mana yapmalıdır. Tevhid diliyle olanla iman etmeli, kesret diliyle olanla da amel etmelidir.
Günlük aklın “Ya hayr konuş, ya da sus” uygulamasıyla kesintisiz olarak zekâtı veriliyorsa, bu koşullarda lüb nuruna yolculuğun önü açılır. Lüb Nuru’na ulaşmak istasyonları bulunan bir yolculuğu gerektirir. Bu yolculuk “Lüb” manasının Kalb’te açılması ve beyinde alan açması hızıyla ilgili bir süre gösterir. Lüb Manası’nın üzerindeki tek engelleyici Sadır’daki dȗniHİ algı ve zanlarıyla ortaya çıkan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiası ve bu iddiayla oluşmuş zan havuzudur. “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddialı Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu bu zan havuzunu kendi kalbi zannettiği için Lüb Nuru’nun önü kesilir ve beyinde de bu zanların alanları açılır. Dolayısıyla fiiller de bu zan alanlara göre çıkar. Bu durumda “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının sadırdan temizlenmesi şarttır. Bu iş ya bu konunun bilinciyle yapılır ki bu durumda mücadele süresinin kısalması ve geri dönüş olmaması avantajları olur; ya da oluşan zanları günahlarla tanımlayan ilmihal üzerinden günahlarla mücadele yapılır ki bu mücadele bitmeden ömür bitebilir.
Sadrı talib hangi şekilde temizliyorsa temizlesin başlangıç mücadelesi İslam Nuru ile yapılır, zanlar İslam Nuru ile zaptı rapta alınmaya çalışılır. İslam Nuru bu zanları kökünden silmez, onların fiile dönüşmesini engellemeye çalışır. İslam Nuru, ilmihal (İslami davranış) bilgileri manasınadır. Zekâ seviyesine inmiş günlük akıl davranışları İslami bilgilerle zaptı rapta alınarak mümkün olduğunca “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddialı fiiller engellenmeye çalışılır. Fakat bu yolla kişi “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasını terk edemez. Ancak şu olur: Sadırdaki zanlar zaptı rapta alınınca kalbin önü açılır, kalp manalarını açığa çıkaracak pozisyon alır. Bu pozisyonun korunabilmesi ve bu durumun bir pozisyon olmaktan çıkıp da faaliyet haline geçmesi için İman Nuru desteği gerekir ki bu imanî bilgilerin devreye girmesi demektir. Talibe verilen imanî bilgiler “Muhammedî Sır”rı içermez de kuru tasdikleri kapsarsa gereken destek sağlanamaz, mesafe kat edilemez, talib bu noktada kalır. Ekseriyet işte bu noktada kalmıştır ve “ilerisi de yok” sanmaktadır.
İman Nuru çok somut olarak şudur: “Amentü Billâhi” gerçek manada nedir, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası nedir, dȗniHİ algı ve zanları nedir?” sorularının cevabı, tasdiki ve takibi İman Nuru’dur. İman nuru bunun tesiri ve gücüdür. İman Nuru böylece iman gücü kazanmış günlük aklı devreye sokar. Bu güçle birlikte, günlük akıl zekâ seviyesine düşüşünden kurtulur, gerçek seviye ve gerçek statüsüne kavuşur. Bu sadır, kalp, fuad ve lübten oluşan bir organizasyondur. Bu organizasyonunda Fuad hüküm oluşturacak olan günlük akla rapor sunar. Fuad bu görevini sahip olduğu bilgi havuzundan yararlanarak yapar. İçgüdüler, zekâ, günlük akıl, lüb ve organizasyonun raporcusu fuad aslında aynı akıldır. Farklı isimler olmalarına rağmen farklı akıllar değillerdir. Akıl tek bir manadır. Bir sürü akıl ismi saydık ama aslında tek bir akıl var. Biz fonksiyonlarına göre isimler söylüyoruz, o fonksiyonlara göre nurları var, bilgileri var. “Nurları var” demek o fonksiyon çerçevesinde bilgileri var demektir. Hepsi aynı bilgidir, kaynağı tek akıldır. Yani içgüdüler, zekâ, günlük akıl, lüb ve organizasyonun raporcusu fuad aslında hepsi aynı akıldır. Akıl tek bir manadır! Demek ki farklı isimler var, farklı akıllar değil. Bunların görev farklılıkları öyle kimlikler oluşturur ki “farklı yapılarmış” gibi izlenim bırakırlar.
Günlük aklın lüb nuruyla beslenmeye başladığı noktada artık fuad analiz ve sentez görevini İman Nuru ve İslam Nuru bilgi havuzu ışığında yapmaya başlar, dolayısıyla artık Hakk bilgileri rapor eder. Bir an Hakk bilgi, bir an batıl bilgi rapor eden ve sersemlemiş fuad oluşturan ve “aklı bir geliyor bir gidiyor” denilen insanları şimdilik ele almıyoruz, yürüyen normal prosedür üzerinden mekanizmayı görmeye çalışıyoruz. Fuad’ın İman Nuru ve İslam Nuru ile çalışması günlük aklın Hakk hükümler oluşturması ve Hakk ve Batıl’ı ayırt eden Furkan yeteneği kazanması günlük akıl için sistem içerisinde büyük bir marifettir. Bu önemli marifet kendi bilgi havuzunu oluşturur, yani kendi nurunu şekillendirir ki bu durum kalbin Marifet Nuru tesirine girmesi demektir. İşte bu marifet mana olarak beyinde alan açar ki kalble irtibat bu alan aracılığıyla olur, ayrıca fiiller de bu alan yönetiminden meydana gelir.
Günlük aklın “Ya Hakk Konuş, Ya da Sus” prensibini uygulayarak kesintisiz zekât vermesi ile kalb Marifet Nuru ile kaplanır, Lüb Nuru’nun önündeki engeller temizlenmiş olur. Böylece günlük akıl Lüb Nuru’na ulaşır. “Ya Hakk konuş veya sus” prensibini biraz detaylandıracağız, onu biraz daha somutlaştırmamız gerekiyor. Çünkü anlamaya çalıştığımız bu yöntemde, günlük akıl ancak zekâtı verilerek Lüb Nuru’na (Lüb Aklı’na) ulaşıyor. Onun zekâtı “Ya Hakk konuş, ya da sus” hali idi! Bu prensibi biraz detaylandıralım ki günlük yaşantımızda aklın zekâtını amele çevirebilelim.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER