Tüm insanlığa yaşantısıyla örnek olan Peygamberimiz (s.), ömrü boyunca zâhidane bir hayat yaşamış, dünyaya değer vermemiş, elde ettiklerini infak etmiş, sıkıntılara sabretmiş, bulunduğu hiçbir durumdan şikâyet etmemiş, her durum karşısında şükrünü sürdürmüştür. Peygamberimizin dünyaya bakış açısını şu hadis-i şerif gayet güzel bir şekilde anlatmaktadır. Rasulullah (s.) şöyle buyurmuştur:
“Kimin himmet ve kaygısı dünya olursa Allah onun işini dağıtır, fakirliğini gözünün önüne koyar. O kimseye nasibinden fazla dünyalık verilmez. Niyet ve himmeti ahret olanın işini Allah toplar ve gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.” (İbn Mace, “Zühd”, 5.)
Hz. Ömer (r.), bir gün sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Rasûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (r.)’in hıçkırıkları O’nu uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (r.) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (s.) hayretle sorar:
“Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?”
“Ey Allah’ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin. İzin versen de biz de seni…”
Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi, gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 29/64) ayetini okuduktan sonra ekler:
“İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!” (M. Yusuf Kandahlevî, Hayatü’s Sahâbe, 11:412)