Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MALAZGİRT SONRASI

Alparslan esir imparatora çok iyi davrandı. Romen Diyojen huzura getirildiği zaman Sultan onu kucaklamış ve “İmparator! İnsanların maceraları böyledir. Size esir değil büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım!” sözleri ile onu teselli etmiştir. “Alparslan Diogenes ile uzun uzun konuştu. Kaynaklarımızda belirtildiğine göre, sultan imparatorun barış müzakerelerini reddini tenkit etmiş,
Bizans ordusunun askeri hatalarını saymış ve nihayet ona, nasıl bir muamele beklediğini sormuştur: Diogenes’in, ya öldürüleceği yahut zincire vurularak İslâm ülkelerinde dolaştırılacağı veya pek zayıf ihtimalle, affedilip bir nâip sıfatı ile, memleketine göndereceği cevabı üzerine, sultan onunla dostluk kuracağını bildirmiş, onu teselli etmiş ve tahtta kendi yanına oturtmuştur. Böylece Türk sultanı merhamet, itidâl ve insanlık duygularının bir örneğini daha vermiş oluyordu. Alparslan, kendisi ile bir ittifak anlaşması yaptığı Diogenes’i bir hafta kadar hususi bir çadırda bir hükümdar gibi misafir ettikten sonra, maiyetindekiler ve diğer esir asilzadeler ile birlikte, bir Türk süvari kıt’a sının muhafazasında, memleketine iade etti.” (3 Eylül 1071) (Kafesoğlu, T.D.E.K.1992, s. 268)
Malazgirt zaferi, Türk ve İslâm dünyası için doğurduğu sonuçlar açısından çok önemlidir. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında Malazgirt zaferi dönüm noktası olmuştur. Artık Anadolu’nun kapıları tamamen Türklere açılmıştır. Nuh Tufanında Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağının eteklerinde karaya oturmasından sonra Hz. Nuh’un oğullarından Yafes aleyhisselamdan türeyen ve onun TÜRK adındaki oğlundan adını alan ve ilahi bir emirle Müslüman kimlikleri ile Anadolu’dan Orta Asya’ya göç eden Türkler tekrar Müslüman kimlikleri ile anayurtlarına, Anadolu’ya dönmüşlerdir.
“Sultanla yaptığı anlaşmadan sonra Bizans’a dönmek üzere yola çıkan Diogenes yolda iken tahttan indirilmiş ve yerine Mihael Dukas geçmiştir. Diogenes Mihael’in orduları tarafından Sivas ve Adana’da mağlup edildi. Yakalanıp gözleri oyuldu ve kapatıldığı manastırda ızdırap içinde öldü. Böylece anlaşmayı tatbik güçleşti ”(Kafesoğlu,1992, s.269). Durumu haber alan Alp Arslan hiddetlenmiş ve Rumlarla yapılan barışın sona erdiğini belirtip, “Bundan böyle Arslan yavruları olunuz, yeryüzünde gece-gündüz kartal gibi uçunuz ve Rumlara merhamet etmeyiniz” (Turan, S.T.ve T.İ.M. 1993, s. 189) deyip Anadolu’nun tamâmen fethini ilân ediyordu.
Alparslan’a verilen “Cihan Sultanı”, “Sultan’ül âdil”, “Ebu’l feth”(Fetihler babası) lakapları Hıristiyan kaynaklara kadar yayılmıştı. Tıpkı Gök Türk hakanları gibi O’da milletin babası (Velâyet-i Pederâne) sıfatı ile halka hizmet eder, açları doyurur, çıplakları giydirirdi. Alparslan çok merhametli ve şefkatli idi. Divanında fakirlerin adları ve maaşları yazılı idi. Her Ramazanda yoksullara 15.000 dinar dağıtırdı. Yoksulların ve misafirlerin yemesi için sarayında günde 50 koyun kesilirdi. Alparslan 1072 yılında Mâverâünnehir seferinde ele geçirilen bir kalenin Yusuf adlı komutanının suikastı sonucu yaralanmış ve dört gün sonra vefat etmiştir. “Kudreti, süratli fetihleri ve derin imanı dolayısıyla Alparslan ile Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim arasında çok benzerlikler bulunmakta ve İbn Kemal’in Yavuz hakkında söylediği “az zaman içre çok iş etmişti” mısraıyla başlayan kıtası Selçuk sultanını da çok güzel ifade etmektedir.”(Turan, 1993, s:169)
Dokuz yıllık saltanatı içerisinde çok büyük işler başarmış ve çok büyük zaferlere imza atmıştır. Amcası Tuğrul Bey’den devraldığı devletin sınırlarını genişletmiş ve bir imparatorluk haline sokmuştur. “Alparslan’ın büyük tarihi şahsiyeti, dindarlığı ve gazaları ona keramet ve kutsiyet atfeden bir takım rivayetlerin meydana çıkmasına sebep oldu. Bunlardan birine göre, Horasan çölünü geçerken askerlerin susuz kalması Sultanı muzdarip etmiş ve otağına çekilmiş; (eski Türk âdeti gereğince) “başını açıp” Allah’a sığınmış; az sonra yağan bol yağmur sâyesinde asker ve hayvanlar tehlikeden kurtulmuştur. Kafkas seferinde Melikşah’ın Meryem-nişin muhasarasında âciz kalması ve gece bir zelzele ile surların yıkılıp fethin mümkün olması da onun kerâmetine atfedilmiştir. Malazgirt muharebesinden önce çelimsiz Şâdi’nin ordudan çıkarılması üzerine Sultanın müdahalesiyle “Kayserin bu köle vasıtasıyla esir edilmesi mümkündür” sözüyle tekrar asker arasına alınması ve Roma İmparatoru’nun onun tarafından yakalanması da bir kaynak tarafından onun kerameti olarak gösterilmiştir.”(Turan, 1993, s:193)
Sultan Alparslan, babası Çağrı Bey’in askeri, amcası Tuğrul Bey’in siyasi dehasını üzerinde toplamış bir insan ve devlet adamı olarak tarihe mal olmuş bir büyük şahsiyettir. Cenâb-ı Hakk, iman edip salih amel işleyenlere, imanları ve salih amellerinin karşılığı olarak yeryüzüne mutlaka egemen kılacağını vaad etmekte ve Nur suresi 55. ayette şöyle buyurmaktadır:
“Allah, içinizden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi, onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaade bulunmuştur.” Allah va’dini yerine getirmiş ve Anadolu’yu ve arkasından da Cihan devleti Osmanlıyı Türklere ihsan etmiştir. Alparslan’ın aşağıdaki sözleri sanki bu ayetin bir tefsiri niteliğindedir. “Biz Türkler hâlis Müslümanlarız, bid’ad nedir bilmeyiz. Bu nedenle Allah hâlis Türkleri aziz kıldı.” Bu sözleri aynı zamanda O’nun temiz ve duru imanını gösterir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER