Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MİLLİ MAÇIN HATIRLATTIĞI GEZİ İSKOÇYA -3-

İSKOÇLAR İNGİLİZ DEĞİL
İskoçyalı’lar, kendilerini İngiliz saymıyorlar. Ama İngilizce, ana dillerinin yerini almış ve İskoç dilini bilenler, Batı İskoçya’da yaşayan 40-50 bin kişiydi. Kelt dili de denilen İskoç dili İngilizce’ye hiç benzemiyordu. İskoçlar’a yapılan en büyük hakaret, “sen İngiliz misin?” diye sormaktı. İskoçlar, tarih içerisinde ne İngiltere’nin ve ne de başka bir ülkenin hakimiyeti altına girmemişlerdi ve bu nedenle, Bursa ilimizde “kenger” adı verilen bitki, sembol olarak alınmıştı. Zira bu bitkinin dikenleri vardı ve elinize alamazdınız!
İskoçlar’ın, ulusal giysilerinin simgesi olan kısa eteğin altına, erkeklerin külot falan da giymediklerini öğrenmiştim. Bu kısa eteklerin renk ve desenleri ise gelişi güzel seçilmiyordu. Her aile, hangi kökten geliyor ise, o soyun geleneksel renk ve desenlerini bulup eteğini ona göre diktiriyordu. Bu âdeta bir aşiret geleneğiydi!…
İskoç halk müziğinin ana çalgısı “Gayda” idi. Bu birçok ülkede değişik biçimleri olan bir çalgıydı.
Ağustos ayının ortasında İskoçya’da adeta kış havası hüküm sürüyordu. Pardösülü, paltolu, kazaklı giysilerle dışarıya çıkılabiliyordu. Hem yağış vardı, hem de soğuk. Buna rağmen İskoçlar, açık saçık giyiniyorlar; hatta sahil kesimlerinde denize giriyorlardı. Güneşi gören ise hemen soyunup, güneşin karşısına oturuyordu…
Nasreddin Hoca
Kongre çalışmaları sırasında, Nasreddin Hoca ile ilgili bir tartışma başlamıştı!
“Hoca bir gün eşeğinin yanında yürürken, neden binmiyorsun diyenler olunca, eşeğe bindiği; yahu hoca eşeğin belini kıracaksın, seni çekmiyor diyenler olunca da inip, yürüdüğü…” fıkrasını Nijerya’dan gelen halk edebiyatı uzmanı Oludare Olajubu, Nijerya fıkrası olarak anlatınca; Alman delegelerden birisi, bu fıkranın, Almanya’da da anlatıldığını söylemişti. Bunun üzerine söz alan İtalyan delege, eşeğin sırta alınmasıyla ilgili bir motifin ünlü Dekameron’da da bulunduğunu söylemişti. Bir başka yabancı delege ise, aynı fıkranın Nasreddin Hoca fıkraları arasında da bulunduğunu belirtirken, bu tartışma beni memnun etmişti. Zira, Hoca’mızın, böyle bir kongrede uzun uzadıya söz konusu edilmesi, halk edebiyatımız ile ilgilenilmekte olduğunun somut göstergesiydi.
Geziler
İskoçyalı dostlarımız, 15 Ağustosta, üç ayrı istikamete gezi düzenlemişlerdi. Buna göre kim nereye isterse, oraya gidebilecekti. Gezilerden birisi “Göller Bölgesi” ne; diğeri “İskoçya’nın bazı kentleri”ne; üçüncüsü ise “Anstruther ve Glamis” e olacaktı. Biz üçüncü geziyi tercih etmiştik. Otobüsler saat tam 09.00’da Pollock Halls’den hareket etmişti. Edinburgh’dan çıktıktan kısa bir süre sonra denize ulaşmış ve görkemli bir asma köprü üzerinden, boğazın öte yakasına geçmiştik. “Firt of Forth” adlı boğaz, İskoçya içerilerine kadar uzanıyordu. Asma köprü, ulaşımı kolaylaştırıyordu ve böylesi köprülerden birkaç tane daha vardı. Bizim geçtiğimiz köprünün dünyanın en güçlü köprülerinden birisi olduğunu söylemişlerdi. Karayolu için kullanılan köprüye paralel olarak bir de demiryolu köprüsü vardı. Yolculuğumuz sahili takiben Anstruther’de noktalanmıştı.
Anstruther
Bu kentte ilk olarak “Akvaryum Müzesi”ni gezmiştik. Şimdilerde hemen her ülkede bulunan böylesi bir müzeyi ilk olarak Anstruther’de görmüştüm. Müzede, yöre denizinde yaşayan balıkların yanı sıra, balıkçılıkla ilgili tüm araç ve gereçler de sergileniyordu. Ayrıca bir balıkçının yaşamında yer alan her şey ve balıkçılığı sembolize eden, tablolar vardı. Bunlardan başka 600-700 yıl önce buralarda yaşayan insanların folklorik ve etnografik yaşantılarını gösteren bir bölüm vardı, ki yöre insanını daha iyi tanıma olanağı veriyordu.
O yıllarda, Türk Kooperatifçilik Kurumu’nun yönetim kurulu üyesi idim ve gittiğim her yerde biraz da kooperatifçi olarak gözlemlerde bulunuyordum. Gördüğüm kadarı ile, İngiltere’de olduğu gibi, İskoçya’da da kooperatifçilik yaygındı… Nitekim, bir balıkçı kasabası olan Anstruther’de iyi çalışan bir Tüketim Kooperatifi vardı. Keza Edinburgh’da da Prof.Uysal, tüketici sorunlarıyla ilgilenen bir kuruluşu göstermişti.
Anstruther kasabası, balıkçılıktan başka, turizmden de gelir sağlıyordu. Zira kasabanın her yanı turistlerle doluydu. Deniz kıyısındaki küçük dükkanlar arı kovanı gibi dolup boşalıyordu. Gıda maddesi satılan yerler ve lokantalar da turizm hareketinden nasiplerini alıyorlardı. Küçük, ama şirin bir kasabaydı Anstruther…
St.Andrews
Öğle yemeğini, kumanyalarla geçiştirdikten sonra, Anstruther’den ayrılmış ve 15-20 dakikalık yolculuktan sonra, yine bir sahil kenti olan St.Andrews’e ulaşmıştık. Prof.Dr.Ahmet Edip Uysal Hoca’nın, buradaki üniversitede bir yıl öğrenim görmüş olduğunu öğrenmiştik. Hoca bu kente girince, nostaljik bir havaya bürünmüştü!…
St.Andrews’te muhteşem bir plaj vardı. Havanın da iyi olması nedeniyle plaj tıklım tıklımdı ve İskoçlar, sere serpe kumların üzerine uzanmışlardı.
St.Andrews’te, aynı adı taşıyan bir katedral vardı. Ama bu katedral doğa olayları nedeniyle büyük hasar görmüş, ama restore edilmemişti. Bu katedralin önünde Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ölenler için bir anıt dikilmişti. Katedralin içerisi ise mezarlık haline gelmişti.
Kentin önemli bir özelliği ise, yine St.Andrews adı ile anılan bir kalesinin oluşu idi. Kalenin surları yıkılmıştı ama, büyük bir kısmı hâlâ sağlamdı. Bu kentte de kalabalık turist grupları görmüştük. Yine kentin en büyük mağazasının üzerinde “kooperatif” yazılıydı!…
St.Andrews’ten ayrıldıktan bir süre sonra Firth Of Tay Boğazı üzerindeki görkemli asma köprüye ulaşmıştık. Bu da, daha önce geçtiğimiz köprü gibi görkemli ve sağlamdı. Burada da, karayolu köprüsüne paralel bir demiryolu köprüsü bulunuyordu.
Dundee
Köprünün öte yakasına geçince, İskoçya’nın önemli kentlerinden olan Dundee (Dandi)’ye girmiştik. Dundee, İskoçya’nın dördüncü büyük kenti idi. Bir sanayi kenti olarak tanınıyordu. Ayrıca basın-yayın alanlarında, İskoçya’da bir numaraydı. Ülkenin her yanında çok sayıda okuru bulunan birçok süreli yayın burada basılıyordu. Çocuk yayınları da çok ünlüydü ve bu yayınlarda adı geçen kahramanlar için bronz heykeller dikilmişti. “Desparate Dan” bunlardan biriydi. O tarihte şehrin nüfusu 120 bin dolayında idi.
Glamis
Dundee’de çok kalmadan yola devam ederek, Glamis köyüne ulaşmıştık. Bu köyün iki önemli özelliği vardı. Birisi daha çok bir şatoyu andıran kalesi, ki biz bu kaleyi ancak karşıdan seyredebilmiştik. İkinci özellik ise, burada bir “Halk Müzesi”nin oluşuydu. Buna “Köy Etnografya Müzesi” de denilebilirdi. Burada köyde yaşayan bir insanın, yaşamında gerek duyduğu tüm araç ve gereçler yer alıyordu. İki bölümden oluşan müzenin bir bölümünde, tarımsal çalışmalarda kullanılan araç ve gereçler yer almaktaydı.
Şölen
Galamis’ten ayrıldıktan sonra, hiçbir yerde durmadan Edinburgh’a dönmüş ve Pollock Halls’deki yemekhaneye girip karnımızı doyurmuş; çayımızı da içtikten sonra, George Square Tiyatrosu’nda düzenlenen “Halk Müziği ve Halk Hikayeleri Şöleni”ne gitmiştik. Saat 20.00’de başlayan şölen, 22.30’da sona ermişti.
Gözlemler
Edinburgh’un ana caddelerini birbirine bağlayan dört yol kavşaklarında mutlaka bir heykel vardı. Keza ana caddelerin sonunda ve caddenin tam karşısına gelen yerlerde, görkemli tarihi yapılar veya kiliseler bulunuyordu.
Edinburgh eskiden kömürle ısıtılıyordu ve bu yakıtın isleri, şehrin her yanını karartmıştı. Ama artık kömürün yerini elektrik ve petrol almıştı. Edinburgh’lu önceleri ahşap binalarda oturuyordu ve betonlaşmaya karşı çıkıyordu. Özellikle inşa edilen modern binalar eleştiriliyordu.
Bir ara, Uysal ve Kazmaz hocalarla şehirde dolaşırken, Bank Street’te büyük bir kalabalık görmüştük. Yolları tutan polisler, insanların geçişlerine izin vermiyorlardı. Sonradan öğrendiğimize göre, bir bomba ihbarı yapılmıştı ve gerçek ortaya çıkıncaya kadar, polisiye önlem alınmıştı. Oradan geçip kentin en hareketli yeri olan Princes Street’e inmiştik. Bu cadde ile kalenin etekleri arasındaki park içinden geçerken, oradaki büyük saatin çiçeklerle donatılarak çok güzel bir hale getirildiğini görmüştük.
St.James Centre, içinde çok sayıda dükkanı barındıran bir alışveriş merkeziydi. Bu büyük çarşının bulunduğu Leith Walk adlı caddeden sağa sola sapmadan gidildiğinde, denize, Edinburgh Limanına çıkılıyordu.
Bir ara Clerk Street ve Nicolson Street’teki mağazalara girip çıkmış; o arada “Dividend” Kooperatifinin tüketim mağazasını görmüş ve hemen içeriye dalmıştım. Burada temel tüketim maddeleri satılıyordu ve yoğun bir alışveriş vardı. Üyelere risturn kuponları veriliyordu ki, gerçek tüketim kooperatifçiliği bu idi. Yani, üyeleri, kâra ortak etmek…
Tüm Britanya adalarında trafik soldan işliyordu…Elektrik duy-prizleri başkaydı…Ayakkabı, gömlek ve elbise numaraları, değişikti… Kısacası adalılar değişik insanlardı!…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER