19 Aralık 2011 Pazartesi 02:00:00
B– KUR’AN’I ANLAMANIN İKİNCİ YOLU SÜNNETTİR. KUR’-AN’IN İKİNCİ DERECEDEKİ MÜFESSİRİ RESÛLULLAH EFENDİMİZİN BEYANLARIDIR. (25)
“Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne). (Nahl–44)
(O peygamberleri) apaçık deliller ve kitaplarla (göndermiştik). Sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki kendileri için insanlara indirilen şeyi bildirip açıklayasın. Olur ki iyice düşünürler (Nahl 44)
Âyet-i Kerimeden çok açık anlaşılıyor ki Rabbimiz tarafından Resûlullah efendimize kitabını beyân görev ve yetkisi veriliyor. Beyân; açmak, açıklamak, bir şeyin üzerindeki kapalılığı ortadan kaldırmak demektir. Demek ki Rabbimizin bu ifadesinden anlıyoruz ki bu kitapta insanların anlayamayacağı, açıklanmaya, şerhe muhtaç şeyler vardır. Ve bunların açıklayıcısı, beyân edicisi de peygamberimizdir. Rabbimiz ona böyle bir görev ve yetki vermiştir.
Aynı sûrenin bir başka âyeti de bu konuyu şöyle anlatır:
(Bu) Kitab’ı sana ancak, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi kendilerine açıklaman için, bir de inanan bir kavme doğru yol rehberi ve rahmet olsun diye gönderdik.(Nahl-64)
(Peygamberimiz, “Bu Allah’ın Kitabı olan Kur’an… iyi ile kötüyü, hak ile batılı ayırt eden bir yol göstericidir. Büyüklük taslayarak onu terk edenin Allah belini kırar. Doğru yolu onun dışında arayan sapıklığa düşer… Bilginler ona doymaz, takvâ sahipleri ondan usanmaz, onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adaletli davranır, ona sımsıkı sarılan doğru yolu/hidayeti bulur.” buyurmuştur.) [Tirmîzî, “Fedâilu’l-Kur’ân” 14] (h.t.Feyizli meali)
YAŞAYAN KURAN
Öyleyse bilelim ki, sünnet ve onun bir parçası olan hadisler, Kur’an’ın anlaşılmasında temel ölçüdür, bilirkişidir. Onsuz Kur’an’ı anlamamız mümkün değildir. Mesela namaz sünnetsiz bilinemez. Sünnetsiz bir namaz sadece mücerret duadan ibarettir. Rasulullah efendimizin sünnetine müracaat edince tekbirle başlayan, rükûsu, secdesi olan, kıyamı kıraati olan ve sonunda selamla biten bir namaz karşımıza çıkar.. Demek ki sünnetsiz, Rasulullahın anlayışına başvurmadan anlaşılan Kur’an bizim kendi keyfimize göre bir Kur’an anlayışıdır ki Rasulullah Efendimizin bir hadislerinin beyanıyla: “Kur’an kişinin lehinde ve aleyhinde hüccettir” ifadesiyle o zaman bu anlayış bizim aleyhimizde bir delildir. Eğer öyle salt aklımızla, kendi hevâ ve heveslerimizle değil de Kur’an’ı sünnetle beraber anlarsak, sünnet önderliğinde anlamaya çalışırsak o zaman da Kur’an bizim lehimize bir delil olacaktır. Sünnetli Kur’an lehimize delilken, sünnetsiz Kur’an da aleyhimize delildir.
Büyük Müfessir İbni Kesir şöyle buyuruyor:
“Rasûlullah, Allah’ın kitabından Cibril’in kendisine öğrettiği miktarda tefsir ederdi.” (Tefsir-i İbni Kesir)
Bunun mânâsı, gerekli olanların bizzat Allah’ın dilemesi ve öğretmesi ile peygamber (as) tarafından açıklanmasıdır. Zaten bunun için Rasûlullah’ın açıklamalarına müracaat etmek zorundayız. Aksini iddia Allah’ın muradının aksidir. Mütearrif bin Şihhir şöyle der:
“Vallahi biz Kur’an-ı Kerîm’in bir mukabili olduğunu söylemiyoruz ama Kur’an’ı her bakımdan bizden daha iyi bilen Peygamberin olduğun söylüyoruz.”
İmam Kurtubi ise El camiu li Ahkamil Kur’an adlı tefsirinin mukaddemesinde:
“Diğer taraftan yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’in mücmel bölümlerini beyan etmeyi, müşkil olanlarını açmayı, ihtimalli olanın asıl anlamını açıklamayı yüce Rasûlu Muhammed (s.a)’e bırakmıştır. Böylelikle Peygamber (s.a), risâle-ti tebliğ etmek göreviyle birlikte Kur’ân’ı anlama ve Kur’ân’ın anlaşılması konusunda da başvurulacak makamda olmak üstünlüğünü haiz olmuştur. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Biz, sana bu zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın”. (en-Nahl, 16/44).
Diğer taraftan Rasûlullah (s.a)’dan sonra Kur’ân’ın dikkat çektiği anlamları çıkartmak, işaret ettiği esasları tesbit etmek yetkisi mütehassıs ilim idamlarına verilmiştir. Onlar, Kur’ân üzerinde ictihad ederek neyin anlatılmak istendiği ilmine ulaşırlar. Bununla da başkalarından ayrı ve farklı bir konuma yükselirler ve ictihad etmeleri sebebiyle özel bir ecir alırlar. Bu konuda da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizden iman edenleri ve (özellikle de) kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltsin”. (el-Mücadele, 58 11).
Buna göre Kitap, asıldır. Sünnet-i seniyye onun bir açıklaması (beyanı)dır. İlim adamlarının Kur’ân’dan çıkardıkları hükümler (istinbatlar) Kur’ân için bir açıklama, bir beyandır.” Demektedir. (İmam Kurubi, El Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Daha geniş bilgi için, Bakara: 127,129,151, Âl-i İmrân: 31,32,-164, Cum’a: 2, Ahzâb: 21,36 A’râf: 157 Haşr: 7 Nisâ: 59, 61,64,65,-80,105 Şûrâ: 15 Nûr: 51 Fetih: 10 Muhammed: 33 âyetlerine bakabilirsiniz.
B– KUR’AN’I ANLAMANIN İKİNCİ YOLU SÜNNETTİR. KUR’-AN’IN İKİNCİ DERECEDEKİ MÜFESSİRİ RESÛLULLAH EFENDİMİZİN BEYANLARIDIR. (25)
“Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne). (Nahl–44)
(O peygamberleri) apaçık deliller ve kitaplarla (göndermiştik). Sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik ki kendileri için insanlara indirilen şeyi bildirip açıklayasın. Olur ki iyice düşünürler (Nahl 44)
Âyet-i Kerimeden çok açık anlaşılıyor ki Rabbimiz tarafından Resûlullah efendimize kitabını beyân görev ve yetkisi veriliyor. Beyân; açmak, açıklamak, bir şeyin üzerindeki kapalılığı ortadan kaldırmak demektir. Demek ki Rabbimizin bu ifadesinden anlıyoruz ki bu kitapta insanların anlayamayacağı, açıklanmaya, şerhe muhtaç şeyler vardır. Ve bunların açıklayıcısı, beyân edicisi de peygamberimizdir. Rabbimiz ona böyle bir görev ve yetki vermiştir.
Aynı sûrenin bir başka âyeti de bu konuyu şöyle anlatır:
(Bu) Kitab’ı sana ancak, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi kendilerine açıklaman için, bir de inanan bir kavme doğru yol rehberi ve rahmet olsun diye gönderdik.(Nahl-64)
(Peygamberimiz, “Bu Allah’ın Kitabı olan Kur’an… iyi ile kötüyü, hak ile batılı ayırt eden bir yol göstericidir. Büyüklük taslayarak onu terk edenin Allah belini kırar. Doğru yolu onun dışında arayan sapıklığa düşer… Bilginler ona doymaz, takvâ sahipleri ondan usanmaz, onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adaletli davranır, ona sımsıkı sarılan doğru yolu/hidayeti bulur.” buyurmuştur.) [Tirmîzî, “Fedâilu’l-Kur’ân” 14] (h.t.Feyizli meali)
YAŞAYAN KURAN
Öyleyse bilelim ki, sünnet ve onun bir parçası olan hadisler, Kur’an’ın anlaşılmasında temel ölçüdür, bilirkişidir. Onsuz Kur’an’ı anlamamız mümkün değildir. Mesela namaz sünnetsiz bilinemez. Sünnetsiz bir namaz sadece mücerret duadan ibarettir. Rasulullah efendimizin sünnetine müracaat edince tekbirle başlayan, rükûsu, secdesi olan, kıyamı kıraati olan ve sonunda selamla biten bir namaz karşımıza çıkar.. Demek ki sünnetsiz, Rasulullahın anlayışına başvurmadan anlaşılan Kur’an bizim kendi keyfimize göre bir Kur’an anlayışıdır ki Rasulullah Efendimizin bir hadislerinin beyanıyla: “Kur’an kişinin lehinde ve aleyhinde hüccettir” ifadesiyle o zaman bu anlayış bizim aleyhimizde bir delildir. Eğer öyle salt aklımızla, kendi hevâ ve heveslerimizle değil de Kur’an’ı sünnetle beraber anlarsak, sünnet önderliğinde anlamaya çalışırsak o zaman da Kur’an bizim lehimize bir delil olacaktır. Sünnetli Kur’an lehimize delilken, sünnetsiz Kur’an da aleyhimize delildir.
Büyük Müfessir İbni Kesir şöyle buyuruyor:
“Rasûlullah, Allah’ın kitabından Cibril’in kendisine öğrettiği miktarda tefsir ederdi.” (Tefsir-i İbni Kesir)
Bunun mânâsı, gerekli olanların bizzat Allah’ın dilemesi ve öğretmesi ile peygamber (as) tarafından açıklanmasıdır. Zaten bunun için Rasûlullah’ın açıklamalarına müracaat etmek zorundayız. Aksini iddia Allah’ın muradının aksidir. Mütearrif bin Şihhir şöyle der:
“Vallahi biz Kur’an-ı Kerîm’in bir mukabili olduğunu söylemiyoruz ama Kur’an’ı her bakımdan bizden daha iyi bilen Peygamberin olduğun söylüyoruz.”
İmam Kurtubi ise El camiu li Ahkamil Kur’an adlı tefsirinin mukaddemesinde:
“Diğer taraftan yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’in mücmel bölümlerini beyan etmeyi, müşkil olanlarını açmayı, ihtimalli olanın asıl anlamını açıklamayı yüce Rasûlu Muhammed (s.a)’e bırakmıştır. Böylelikle Peygamber (s.a), risâle-ti tebliğ etmek göreviyle birlikte Kur’ân’ı anlama ve Kur’ân’ın anlaşılması konusunda da başvurulacak makamda olmak üstünlüğünü haiz olmuştur. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Biz, sana bu zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın”. (en-Nahl, 16/44).
Diğer taraftan Rasûlullah (s.a)’dan sonra Kur’ân’ın dikkat çektiği anlamları çıkartmak, işaret ettiği esasları tesbit etmek yetkisi mütehassıs ilim idamlarına verilmiştir. Onlar, Kur’ân üzerinde ictihad ederek neyin anlatılmak istendiği ilmine ulaşırlar. Bununla da başkalarından ayrı ve farklı bir konuma yükselirler ve ictihad etmeleri sebebiyle özel bir ecir alırlar. Bu konuda da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizden iman edenleri ve (özellikle de) kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltsin”. (el-Mücadele, 58 11).
Buna göre Kitap, asıldır. Sünnet-i seniyye onun bir açıklaması (beyanı)dır. İlim adamlarının Kur’ân’dan çıkardıkları hükümler (istinbatlar) Kur’ân için bir açıklama, bir beyandır.” Demektedir. (İmam Kurubi, El Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Daha geniş bilgi için, Bakara: 127,129,151, Âl-i İmrân: 31,32,-164, Cum’a: 2, Ahzâb: 21,36 A’râf: 157 Haşr: 7 Nisâ: 59, 61,64,65,-80,105 Şûrâ: 15 Nûr: 51 Fetih: 10 Muhammed: 33 âyetlerine bakabilirsiniz.