Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 112

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Ekim 2018 Salı 13:26:58
 

NASIL BİR HALİFEYİZ?
Yazılarımızda biz İslamiyet için Başlangıç Çizgisi’ni tarif ediyoruz. Allah insana Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi vermiştir. Yapacağımız şey o verdiği yetkiyi kullanarak Allah’a karşı savaş açmaktan vazgeçmektir, Allah’ın verdiği emanet olan o yetkiyi kullanmayı bırakmak değil, onu sonuna kadar kullanmalıyız. Ne kadar kuvvetli kullanırsak Allah adına o kadar makbul halife oluruz. Bir halife gönderdik ama hiçbir şey yapmıyor denilen mi olmak istersiniz, yoksa “bir halifemiz var, bizim adımıza ne işler yaptı” mı? Öyleyse: Bileceğiz ki bu emanet konusunda muhtar değiliz ama muhtarmış gibi davranacağız. Ancak muhtarmış gibi davranmak bizi muhtar hale düşürmeyecek, tuzağa düşmeyeceğiz. Çünkü ne muhtar olan, ne muhtar olmayan bir şey söz konusu değil. İlla Allah. Emanetin ne olduğu anlaşıldı mı? Tercih yetkisi ve bu tercih yetkisini kullanan “BEN” deyiş insan için emanettir.
EMANET, BÖBREK, CİĞER BEYİN DEĞİL,
 BİZDEKİ “TERCİH” YETKİSİDİR
Ahzâb 72, 73: “Muhakkak ki; Biz, o emaneti Semâvat ve Arz’a ve dağlara arz ettik de onu yüklenmekten imtina ettiler ve ondan korkup sakındılar. Onu insan yüklendi. Muhakkak ki; o çok zâlim, çok câhildir. Allah, münafık erkeklerle münafık kadınları, müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırsın ve Allah mü’min erkeklerle mü’min kadınların tövbelerini gerçekleştirsin diye (insan o emaneti yüklendi). Allah Gafur’dur, Rahıym’dir.”
Emaneti semâvata ve arza arz ettik, korktular. Bu ayete rağmen hâlâ karaciğeri, beyni, böbreği emanet sanmak olmaz. Semâvat ve arza bunlar mı teklif edilmiş de istememişler? Emaneti öyle tarif edemeyiz. Emanet bizdeki “Tercih” yetkisidir, Allah adına “BEN” deyiştir. Allah adına “BEN” demekten ve Hakk’la bâtıl arasında tercih yapmanın riskinden semâvat ve arz korkuyor. Bu kadar riskli bir iş yüklendiniz. Ama büyük başarıların riskleri de büyük olur. Rabbimiz demek istiyor ki: Risk büyük ama başarınız da çok büyük olacak. İnsan çok zâlim ve çok câhil ama böyle bir risk, böyle bir emanet yüklendi. Bu emanet ona neden verildi? 1) Münafık erkeklerle münafık kadınlar, müşrik erkeklerle müşrik kadınlar azaplandırılsınlar diye. 2) Mü’min erkeklerle mü’min kadınların tövbelerini Allah gerçekleştirsin diye. Tövbe dönüş yapmaktır. Demek ki emanet, dönüş yapmayanlar, emaneti yanlış kullananlar azaplandırsın, kendini içinde bulduğu esfele sâfiliyn yapıdan dönüş yapan da dönüşünü gerçekleştirsin diye var. Anlıyoruz ki bu emanet çok değerli, risk büyük. Ama karşılığında başarı ve ecri de büyük. Onu yüklenen insan ise Ahzab 72’de zâlim ve câhil olarak tanımlandı: Onu insan yüklendi, muhakkak ki o çok zâlim, çok câhildir.
ASIL ZALİMLİK NEDİR?
BİRİNCİL ZÂLİMLİK, ALLAH’A ZULMETMEKTİR,
HAKKINI VERMEMEKTİR
Kesret dili ile bakarsak: Fitne özellikli bu imtihanın gerçekleşebilmesi için, yani kişinin fitneye, ikileme maruz kalabilmesi için zâlimlik özelliği olmalıdır. Asıl zalimlik nedir? Birincil zâlimlik, yani Kur’ân’ın bahsettiği asıl zâlimlik Allah’a zulmetmektir, hakkını vermemektir. Zâlim Allah’a zulmedendir. Allah’ın hakkını vermeyerek bu zulmü yapar. Allah’ın hakkını vermemek nedir? Allah’ın “benim adıma BEN deyin” diyerek verdiği yetkiyi müstakil olarak kullanmaktır. İşte zâlim oldunuz, Allah’ın hakkını vermediniz. İnsanda zâlimlik vasfı olmazsa fitne özellikli bu imtihan işlemez. İnsan câhil olmasa Hakk’ı duyunca hemen kabul eder. İnsanda bu sınav için zâlimlik de câhillik de acelecilik de olmalı. Acelecilik niye? Dünyayı yani peşin olanı sevmesi için. Peşini sevmeli ki, “âhiret çok uzak, hatta var mı yok mu belli de değil, buradaki köşk dururken o köşkler mi?” deyip acele etmeli. İnsan bu özellikte olmalı ki imtihana tabi tutulsun. Bu emanetin sınavı için insanda bu vasıflar lazım. Bu imtihanın amacı ise kazanım, değişim ve sonuçtaki âhiret hayatıdır. Âyetler bizde bu değişim olsun diye bizi sâlih amele yönlendiriyor.
GÖREVİMİZ İSTEMEK VE ÇABALAMAK!
KURTARMAK ALLAH’INDIR
Bu imtihanın Nisâ-79’dan öğrendiğimiz bir özelliği var: Hasene yani hidâyet Allah’tandır. İmtihanda sizin tercih yapıp gayret göstermeniz gerekiyor. Kazanım ve değişim için insana istemek ve çaba göstermek seviyesinde bir görev düşüyor. Böyle yaptınız diye, istediniz ve gayret ettiniz diye mutlaka sonuca ulaşacak değilsiniz. Ama Ahzâb-73. âyet bizi müjdeliyor: Allah Gafûrun Rahiym’dir. Yani siz isteyip çabalayın, Gafûrun Rahiym olan Allah sizi kurtaracaktır. Görevimiz istemek ve çabalamak! Kurtarmak Allah’ındır, hidayet Allah’tandır. Anlıyoruz ki kesret âlemindeki dünya yaşantısında Allah kendisine de rol vermiştir: Kaderi yazarken “Allah da şunu yapacaktır” diyen bir rol. “Allah hidayet edecektir” denilenler, kader konusunda Allah’ın kendisine verdiği o görevler içerisindeki işlerdir. Allah kendine merhameti farz kılmıştır, kesret âleminde kendisini merhametli olarak görevlendirmiştir. Bu anlatımlar hep kesret diliyledir, bu anlatımlara bakıp kader hakkında yanlış mânâlar çıkarmayın. Siz istersiniz, Gafûrun Rahiym olan Allah verir. Ef’al âlemindeki bu yaşantıda Allah kendisine bu görevi vermiştir. Bu sistemde insan istemelidir, çabalamalıdır ama bunlarla elde edemez. O ister, çabalar, Allah verir. Bunu Bakara Sûresi 257. ayetten de öğreniyoruz:
“Allah îman edenlerin velisidir, onları zulmetten nûra çıkarır. Fiilen küfür halinde olanlara gelince, onların evliyası Tağut’tur (dûniHi algı sonucu var ve muhtar zannettikleri güçlerdir). Onları nurdan zulmete sokar. İşte onlar ashabun nârdır. Onlar onda ebedi kalıcılardır.”
İsteyenin, gayret edenin velisi, kurtarıcısı Allah’tır. Onu vehmin zulmetinden, esfele sâfiliyn karanlığından alır nuruna dâhil eder.
“EMANETİ OLMAYANIN ÎMANI,
AHDİ OLMAYANIN DİNİ YOKTUR.”
 Lütfen beni bağışlayın, bazen bir şeyi eleştiriyor pozisyonunda kalabiliyorum. Endişelendiğim için o telaşla, doğrunun fark edilmesi ve yerleşmesi telaşıyla onları söylüyorum. Onlara eleştiri değil de bir uyarı gibi bakın lütfen. Allah muhafaza, hele de müslümanları eleştirmekten çok korkarım.
Me’âric 32 ve Müminun 8:  “Onlar (mü’minler) ki, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.”
Bu âyetler birçok yerde açıklanırken normal hayattaki emanetler ve sözler gibi yorumlanır. Onu Muhammedî olmayan da yapar. Bir hıristiyana, bir ateiste bir şey emanet edersiniz, ona gözü gibi bakabilir, bir söz verir, yerine getirir. Âyetin onlarla ne ilişkisi var? Bunu yaptı diye o cennete mi gidecek? Âyetteki ahd ve emanet farklıdır. Emaneti yanlış tarif edersek, ahdi yanlış tarif edersek olmaz. Amacım eleştirmek değil, doğruyu sık ve kuvvetli vurgulamak. Anlayalım diye. Dikkat edecek olursak âyette iki şey birlikte geçiyor; emanet ve ahd (söz). Bu tesadüf müdür? Hayır! Demek ki emanet ve söz arasında çok önemli bir ilişki var ki Efendimiz (SAV) de şöyle buyuruyor; “Emaneti olmayanın îmanı, ahdi olmayanın dini yoktur.” Emanet ve ahd birlikte, beraberler. Emanetle îman, ahd ile din ilişkilendirilmiş. Bu hadis, bu ayetleri anlamayı da kolaylaştıracaktır. Emanet’i tarif etmiştik. Eğer kişi Âmentü Billâhi demişse, bu îmanda ise ona diyoruz ki, senin “BEN deyişin ve sendeki Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisi sana emanettir. Bu tanımı kim kabul eder, Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen kabul eder. Âmentü Billâhi ve Rasûlihi dememiş olanlar bu emanet tarifini kabul etmez, saçmalama deyip dünyalarına devam ederler. Âyet ve hadisleri anlayabilmenin ve onlara muhatap olmanın en önemli şartı Âmentü Billâhi ve Rasûlihi diyen sınıfında olmaktır. Âmentü Billâhi dediyseniz yani îman ettiyseniz MTG yetkisi ve “BEN” deyiş size emanettir. Nasıl mı? Âmentü Billâhi dememiş olanda îman yoktur. Îman olmayınca böyle bir emanet olur mu? Îmanı olmayanın böyle bir emanet tarifi yoktur. “Emaneti olmayanın îmanı yoktur”u fark ettik mi? Hadisi anlarsak âyeti anlamak da kolaylaşır. Kişinin Âmentü Billâhi demesi îmandır. Kur’ân’dan öğreniyoruz ki Âmentü Billâhi îmanında olan için MTG ve Allah adına “BEN” deyiş ona emanet edilmiştir. Âmentü Billâhi demeyenin îmanı olmadığı için kişi bu emanet tarifini kabul etmez, öyle olunca onun emaneti yoktur: Îmanı yoksa emaneti yok, emaneti yoksa îmanı yok. Anlaşıldı mı?
ASIL MÜNAFIKLIK KULUN ALLAH’A MÜNAFIKLIĞIDIR, İNSANLARA DEĞİL.
Hadisin devamında “ahdi olmayanın Dîn’i yoktur” buyruluyor. Eğer siz “Allah indinde din İslâm’dır, İslâm hanîf duruşla muhsin olarak vechini Allah’a teslim etmektir” demişseniz hemen akabinde “Allâhümme ente Rabbi: Allahım, sensin Rabbim” dersiniz, vermiş olduğumuz “Rabbimiz sensin” sözünü hatırlayıp, o söze sahip çıkıp, gereğini yapıyor olursunuz. İslâm’ı kabul etmek, Allah indindeki din İslâm’dır demektir, “ben Allah’a kulluk yapacağım” demektir. Bu durumda siz İslâm’ı, dini “hanîf duruşla muhsin olarak vechi Allah’a teslim etmek” olarak tanımlamış, böyle kabul etmiş oldunuz. Niye dini böyle tarif ettiniz? Çünkü hatırladınız. “Allahım ben ‘Allâhümme ente Rabbi’ diyerek, ‘Rabbim sensin’ diyerek sana söz vermiştim. İşte o ahdimi hatırladım ve gereğini yapıyorum” diyoruz. Sizde böyle bir teslimiyet yoksa, İslâm’ı böyle tarif etmiyorsanız, bu tarife göre iş yapmıyorsanız, hatırlayıp uyacağınız bir sözünüz yok demektir. O sözü niye hatırladık, o ahdimizi bize kim hatırlattı? Allah! “Senin sözün vardı” diye, hatırlatıcı bir öğütle onu hatırlattı. İslâmiyet ile! Eğer sizin İslâm’ınız yani dîniniz yoksa bu sözünüz de yoktur. “Emaneti olmayanın îmanı, ahdi olmayanın dîni yoktur” hadisi bize aynı zamanda Me’aric-32’de tarif edilen mü’minleri izah ediyor: O mü’minler ki emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir: Onlar, Allah’ın emanet ettiği MTG yetkisini O’nun dediği şekilde kullanırlar. O’nun verdiği “BEN” deme yetkisini kendileri adına değil Allah adına söylerler.
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünden cayar. Kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” Münafığı tarif ederken bunu dünya hayatındaki kendi oluşturduğumuz kurallarımızın içine monte edersek, bize birisi yalan söyler, ona münafık deriz, birisi verdiği sözden cayar münafık deriz, bir emanet veririz ona çok uymaz münafık deriz. Yanlış! Münafıklığın asıl bir şartı vardır, birincil şartı vardır, önce o önemlidir. Bizim kendi tarif ettiğimiz değil birincil manadaki münafıklık önemlidir. Hatta hadisin devamında bir ek vardır: “Münafıklığın alameti üçtür; konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder. Oruç tutsa, salât ikamet etse ve kendini mü’min zannetse bile” buyrulur. Bu durumda, birincil münafıklığı iyi tanımlamak lazım: Birincil yani asıl münafıklık kulun Allah’a münafıklığıdır, insanlara değil. Eğer kişi Allah’a münafıksa insanlara münafıklık zaten kendiliğinden gelir. İnsanlara münafıklığın kesilmesi için, işi kaynağından kurutmamız lazım. Onun için de önce kulun Allah’a karşı münafıklığını ortadan kaldırması lazım.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 112-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti