Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

IRAK, BİZE IRAK DEĞİL -8- BABİL FESTİVALİ DÖNÜŞÜ YAYLIM ATEŞİNE TUTULMUŞTUK!…

Halk huzursuz ve geçim sıkıntısı çekerken, Babil festivaline 1500-2000 kişi davet ederek, onların tüm giderlerini karşılamak akıl işi miydi? Üstelik bundan sonra bir de Mirbed şiir festivali yapılacaktı.
24 Eylül sabahı Nurettin isimli bir genç telefonla emrimizde olduğunu söylemişti!… Kimdi bu şahıs?…Dışişleri Bakanlığından arayan kişi ise, bizi Meridyen oteline alacaklarını söylemiş, daha sonra gelen görevliler süit bir odaya naklimizi yapmışlardı. Burası Sheraton’dan daha temiz, daha düzenliydi.
Ankara Üniversitesi DTCF Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olan Mahmut Yasin isimli bir kişinin arabasıyla bir saat kadar Bağdat turu yapmış; daha sonra ilgili bakanlığın tahsis ettiği chevrolet araba ile Abdülkadir Geylani ve İmam Azam cami-türbelerini ziyaret etmiştik. Geylani külliyesindeki 30 bin kitap bulunan kütüphane gerçekten muhteşemdi. Buradaki yazma Kur’an’ı Kerimleri incelerken, hat sanatının en güzel örneklerini görmüştük.
Daha önce de kaydettiğim gibi, son yıllarda Irak’a davet edilecek kişileri ve grupları ben öneriyordum. O yıl da Gaziantep Halk Eğitimi Merkezi halk oyunları topluluğunun festivale katılmasını sağlamıştım. İyi bir gruptu ve festival programı bünyesinde seyrettiğim gösterisi de başarılı olmuştu. Girit grubu ile önce birbirimize kuşku ile bakmış, sonra dost olmuştuk. Grubun içerisinde Türkçe bilenler de vardı. Çeşitli ülkelerden gelen gruplar, çeşitli mekânlarda gösteri yapıyorlar, biz de bunlardan bazılarını seyretme imkânını buluyorduk.
AHMET NEİMİ
Bağdat’taki Irak-Türkiye Dostluk Derneği’nin başkanı Prof..Dr.Ahmet Neimi hemen her gün telefonla arıyor, arasıra da otele ziyarete geliyordu. Bir akşam da bizi evine davet etmişti. Kerkük ağzıyla biraz konuşuyordu ama, araya Arapça kelimeler de katmaktaydı. Muhterem eşi mütevazi bir sofra hazırlamış ve bizi güleryüzle karşılamıştı. Muaza, Masab, Mikdat ve Musenne isimli dört oğulları vardı. Ahmet bey, Seyid sülalesinden geldiklerini söylemişti. Ahmet Beyle zaman zaman Türkiye’de ve bir kez de Libya’da karşılaşmıştık. Ama her Irak seyahatimde mutlaka görüşmüştük.
1948 yılında Kerkük’te doğmuş olan Ahmet Neimi Bağdad, Londra ve Kahire üniversitelerinde eğitim almış, iki doktora yapmıştı. Siyasal Bilgiler ve hukuk tahsili yapmıştı ve halen dış politika ve diplomasi hocalığı yapıyordu. 1993’de profesör olmuştu. 1989’dan beri milletvekili idi ve mecliste dış ilişkiler komisyonunun başkanlığını yapmıştı.
SAMARA
Ertesi gün, bize tahsis edilen otomobil ile tercüman-rehber Mahmut Yasin, eşi Mine hanım ve oğlu Sinan’la birlikte, Samara’ya müteveccihen yola çıkmıştık. Samara’ya 5 km.kala Mahmut’un amcasının evinin bahçesinde bir süre soluklanmıştık. Samara’ya varınca da ilk işimiz, tarihi ve de ünlü minareye çıkmış ve muhteşem camiyi ziyaret etmiştik. Sonra Kadim Samara’ya gidip, Abbasi halifelerinin malikanelerini görmüştük. Çok geniş bir alanda, kazılmayı ve restore edilmeyi bekleyen nice eserler bulunuyordu.
BİR KEZ DAHA KERBELA
Bir Kerbelayi olarak, bir kez daha Kerbela’ya giderek kutsal mekânları ziyaret etmek istemiştim. Önce Hz.Hüseyin’in, sonra da Hz.Abbas’ın muhteşem türbelerini ziyaret etmiştik. Orada üzüntüyle öğrenmiştik ki, Irak-İran savaşı sırasında, türbenin som altın ve kristal eserleri, bizzat Kerbela’daki bazı insanlar tarafından yağmalanmış; ama savaştan sonra bu insanlar yakalanarak, Hz.Hüseyin Camiinde kurşuna dizilmişlerdi!…
Hz.Abbas türbesini ziyaret eden kadınlı erkekli grupların hüngür hüngür ağladıklarını görmüş ve bizim de gözlerimiz yaşarmıştı.
Belediye, Kerbela’nın çehresini değiştirmişti. Artık temizdi ve bakımlıydı. İki cami arasında park, bahçe, havuz inşaatları yapılarak, gerçekten güzel bir çevre düzenlemesi yapmışlardı.
Ve Fırat…Suriye’yi doyuran Fırat Nehrimiz, Irak’ta öylesine coşkulu akıyordu ki…Basra körfezine dökülen Fırat ve Dicle nehirlerimiz, İran’a da hayat veriyordu…
Bağdad’a döndükten sonra , bir süre Sadun caddesinde dolaştıktan sonra Dicle kıyısına giderek kendimize balık ziyafeti çekmiştik…
SELİM KARAOSMANOĞLU
Ertesi sabah Bağdad Büyükelçiliğimize giderek, Maslahatgüzar Selim Karaosmanoğlu ile uzun bir görüşme yapmıştım. Sayın Karaosmanoğlu demişti ki;
Şu aşamada ne yapılırsa kâr sağlar. Önce jest, sonra talep. Şimdi maalesef ihaleleri, başka ülkeler alıyorlar. Halbuki Irak halkı Türkiye’yi çok seviyor…”
Karaosmanoğlu ile samimi bir havada yaptığımız görüşmede benim için çok yararlı olmuştu. Sorusu üzerine o gece Bağdad’dan ayrılarak, Amman’a gideceğimizi söylediğimde Maslahatgüzarımız beni uyarmıştı: “Gündüz gitseydiniz, daha iyi olurdu…”
BAĞDAD’DA SON GÜN
O akşam otelin lobisi çok kalabalıktı. Kimdi bu adamlar? Bağdad’ın lüks otelinde ne işleri vardı? Gerçi, her zaman istihbaratçılar cirit atıyorlardı ama, o akşam sanki olağanüstü bir durum vardı!…Bizimle vedalaşmaya gelenler, üst düzey ziyaretler; bizim üst düzeyde ağırlanmamız, İstihbarat teşkilatı başkanının evine davet edilmemiz vb. muhakkak dikkati çekmişti ve ben, bazı kişilerin bizi gözleriyle izlemekte olduklarını görüyor, hissediyordum. Bir ara eşim, “odaya iki kez telefon ettiler, ama ses vermediler” demişti.
Bana lüks bir otomobil ile ve güvenlik içerisinde Amman’a göndereceklerini söylemelerine rağmen, eski bir chevrolet gelince canım sıkılmıştı, ama o aşamada yapacak tek şey vardı; geriye dönüp, odamıza dönmekti. Ama bunu yapmayıp, 30 Eylül 1997 akşamı saat tam 20.00’de otelden ayrılıp yola çıkmıştık. Şoför Ammanlı Amir, araba ise taksi plakalı idi.
Otelden ayrılıp, Bağdad’dan otobana çıkmadan önceki benzin istasyonunda durup, benzin alırken, içerisinde dört kişinin bulunduğu bir arabanın bizi takip ettiğini görmüş ve kuşkulanmıştım. Hemen geriye dönmek gerekirken bunu yapmamıştım. İzlenmekte olduğumuzu eşim de farketmiş ve beni uyarmıştı. İnsanın böyle durumlarda kimi zaman adeta nutku tutuluyor; yapmak istediğini yapamıyordu.
Ve yola çıkmıştık. Gecenin karanlığında, çöl otobanında tam gazla yol alıyorduk. Arkama dönüp baktığımda iki farı yanmakta olan arabayı görüyordum. Yaklaşık 100 km. kadar gittikten sonra, arkamızdaki arabadan ateş açılmıştı. Şoföre “sakın durma, gaza bas ve son hızla gidelim” demiştim. Gecenin karanlığında ne karşıdan gelen bir araç vardı ve ne de bizden ve bizi izleyen araçtan başka, araç!…Tek tek yapılan atış, bir anda yaylım ateşine dönmüştü ve eşimle birlikte arka koltukta eğilerek birbirimize sarılmıştık. Elbette korkmuştuk. Bu adamlar bizden ne istiyorlardı? Bunlar soyguncu mu idiler? Saddam aleyhtarları mı?…
Maslahatgüzarımız Karaosmanoğlu’nun uyarısını anımsamıştım. Gece yolculuğu tehlikeli idi… Uzunca bir süre bizi izleyen araç, bizim hızımıza yetişememiş, muhtemelen silahlarındaki mermileri de tükettikten sonra, peşimizi bırakmışlardı. Biraz daha yol aldıktan sonra, ışıklar, bir yapı ve önünde park etmiş arabalar görmüş, biz de durmuştuk. Şoförle birlikte inip, aracın sağına soluna bakmıştık. Gördüğümüz manzara feciydi. Arabanın çeşitli yerlerindeki mermi delikleri bir yana, benzin deposunun, üst kısmında da birkaç mermi deliği vardı. Ya maazallah, bu delikler deponun alt kısmında açılsaydı, ne olurdu? Ya arabamız havaya uçar, biz de parçalanırdık; ya da depodaki benzin akar gider ve araba olduğu yerde kalır, bizi takip eden, şakilerin eline geçmiş olurduk!… Bizi, verdiğimiz sadakalar ve yaptığımız hayırlar nedeniyle Allah korumuştu…
Durduğumuz yer salaş bir çay ocağıydı. Birer çay da biz içmiş ve hareket eden birkaç arabanın peşine takılarak biz de Yaradana şükürler ederek, yolumuza devam etmiştik. Nihayet 1000 km.lik Bağdad Amman çöl yolculuğumuz tamamlanmıştı ama, gerçekten hayati bir tehlike atlatmıştık.
BİTTİ

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti