Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

KAPI KOMŞUMUZ İRAN (1) İLK İRAN SEFERİMDEN NOTLAR

 

Irak-İran savaşı, kıran kırana devam ediyordu. Türkiye’den bir grup gazeteci, savaşla ilgili bilgiler ve görüntüler almak, ayrıca cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in yapacağı basın toplantısını izlemek üzere, Irak’a gideceklerdi. 06 Kasım 1980 günü Irak Kültür Merkezine gittiğimde Müsteşar Muhammed Mevlüd El-Halidi, “sen de gazetecisin, gitmek istersen, heyete seni de dahil edebiliriz” demiş; olumlu yanıtım üzerine “pasaportunu ver” demişti. Hemen eve koşarak pasaportumu alıp gelmiştim. O gün vize işlemleri tamamlanmıştı ve bana, “yarın sabah saat 06.00’da kültür merkezinde bulun” demişlerdi.

07 Kasım 1980 sabahı kültür merkezine gittiğimde, kapıda bir otobüs, içerisinde de bir grup gazetecinin bulunduğu görmüştüm. Anlaşılan, Irak’a otobüsle gidecektik. Gruba, kültür merkezinde görevli olan Abbas eşlik edecek; o sırada Ankara’da olan Irak Türkmen Kültür Müdürü Abdüllatif Benderoğlu da bizimle birlikte gelecekti. Mardin plakalı, Uğur firmasına ait otobüste bulunan gazeteciler şunlardı: Rafet Hüner (Tercüman), Abdülkadir Özkan (Milli Gazete), Ergin Konuksever (Günaydın), Savaş Ay (Milliyet), Faruk Karar (GHA), İsmail Bezgin (AA), Mehmet Çitay (Son Havadis), Erbil Tuşalp (Cumhuriyet), Mehmet Sağnak Hacışabanoğlu (THA), Erhan Akyıldız (Milliyet), Bekir Aydın (Tercüman) ve ben, İrfan Ünver Nasrattınoğlu (Devrim). Sadettin Peksoy (Hürriyet) da, gruba Bağdat’da katılacaktı.

IRAK’A GİRİŞ

Irak’a giriş yaptığımızda saat 09.00 olmuştu. Ne yazık ki burada bizi beklemesi gereken, Irak Tanıtma ve Kültür Bakanlığı mensupları henüz gelmemişlerdi ve birbuçuk saat daha beklemiştik. Sonra Faysal adlı birisi gelmiş, yola çıkmıştık. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Iraklı görevlilerin lâkayt ve küstah tavırları da asap bozucuydu. Gerçi bizimkiler de bunlardan farksızdı ya!…

Saat 12.00 sularında Musul’a varmıştık. Burada yemek yiyip, çay içtikten sonra tekrar yola revan olmuştuk. Irak’ta savaş havası yoktu. İnsanlar normal yaşamlarını sürdürüyor, çiftçi toprağını sürüyordu. Gençler de aylak aylak dolaşıyorlardı. Peki, savaşan kimdi?…

36,5 saat süren yolculuğumuz tamamlanmış ve nihayet saat 19.00’da Bağdat’a girmiştik. Uğur Turizm firmasının yolcuları bekliyorlardı. Nitekim biz iner inmez, yolcular yerlerini almışlar ve otobüs Türkiye’ye müteveccihen yola çıkmıştı… Evet, ne otobüsün bakımı yapılmış ve ne de şoför uyuyup dinlenebilme olanağı bulmuştu!…

Musul gibi Bağdat’da da savaş havası yoktu. Önceleri Bağdat, her gün birkaç kez bombalanıyormuş. Bombardımandan önce, sinyallerle halkı uyarmışlardı. Esasen savaş İran topraklarında devam ediyordu. Radyo cepheden, askerlerin ailelerine gönderdikleri mesajları okuyor, ardından marşlar çalıyordu. Marşların hemen hepsinde Saddam’a methiyeler düzülüyordu. Saat 19.00’dan itibaren başkentte karartma uygulanıyordu. Motorlu araçların farları koyu renklerle boyanmıştı. Binaların pencereleri kalın, koyu renkli perdelerle kapalıydı.

Anlaşılan, gazeteciler otellerde mahsur kalacaklar ve Saddam’ın basın toplantısını bekleyip duracaklardı. Peki basın toplantısından sonra ne olacaktı? Belli değildi, ama görülen o idi ki, “işiniz bitti, hadi güle güle”  diyebilirlerdi!…

Yaklaşık iki aydır bütün dünya Irak-İran savaşı ile ilgileniyordu. Özellikle Irak’tan kaynaklanan haberler dünyaya yayılmakta, dünya kamuoyu da savaşın sonucunu merakla bekliyordu. Humeyni darbesiyle, İran İslâm Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte, İran’da meydana gelen gelişmeler, Ortadoğu’da yeni bir İran yaratmış, o arada İran devrim muhafızlarının Tahran’daki ABD Büyükelçiliğini basarak, orada bulunan Amerikalıları rehin almalarından bu yana,  İran, uluslararası alanda gündemin birinci maddesine oturmuştu.

Savaşın başlamasıyla birlikte Irak ordusu, İran topraklarına girmiş; önce Kasr-ı Şirin, sonra da Muhammara (Hürremşehr ya da Huninşehir)’yı ele geçirmiş; Abadan’ı abluka altına almış; Dezful ve Ahfaz kentlerine kadar ilerlemişti. İran hükümetinden çelişkili haberler gelse de, Irak’ın duruma hakim olduğu anlaşılıyordu.

O gecenin geç saatlerinde rehberimiz Abbas gelmiş; “sizler için çalışıyorum” dedikten sonra, bir bildiri verip gitmişti. Bildiride aynen şunlar yazılıydı:

“131 no.lu bildiri : 09.11.1980

Cephede çarpışmalar bugün de devam etmiştir.

Çarpışmalar esnasında 74 İran askeri öldürülmüştür. Ayrıca bir taşıt dolusu İran askeri de öldürülmüştür. 2 tank, 10 taşıt ve 1 roket üssü tahrip edilmiştir. 1 gaz deposu ve boru hattı Abadan’da havaya uçurulmuştur. 11 Irak askeri şehit olmuş; 4 Irak aracı tahrip edilmiş ve 1 de Irak uçağı İranlılar tarafından düşürülmüştür.”

SADDAM’INBASIN TOPLANTISI

Saat tam 15.30’da otobüslere bindirilip, El-Mansur oteline getirilmiştik. Tüm gazeteciler burada toplanmışlardı. Uzun bir bekleyişten sonra saat 19.00’da tekrar otobüslere doldurulup, Azemiye semtindeki Rabat Tiyatro salonunda indirilmiş, teker teker üzerleri, çantaları aranarak kontrolden geçirilmiştik. Bu da yetmemiş, birde X-Rey geçişiyle kontrol tamamlanmış, fakat kimin elinde ne varsa alınıp, içeriye sokulmuştu. Salonun içinde ve dışında çok geniş güvenlik önlemleri alınmıştı.

Salonda dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yaklaşık 300 gazeteci vardı. Çok sayıda foto muhabir, 10 TV kamerası yerlerini almış; 8 kanaldan  yapılacak simultane tercüme için kulaklık dağıtılmıştı. Dünya baradaki gazetecilerin ülkelerindeki medyaya gönderecekleri haberleri sabırsızlakla bekliyordu. Enformasyon ve Kültür Bakanı Casim gelip, hazırlıkları gözden geçirdikten sonra, saat tam 19.40’da alkışlar arasında Saddam Hüseyin salona girmişti. Yanında özel muhafızları vardı. Tüm görevliler asker kıyafetleri giyiyorlardı. Tabii Saddam, en yüksek rütbe olan mareşal üniforması ile gelmişti. Casim’i sol yanına alarak oturmuş, önce Casim bir sunuş konuşması yapmıştı. O sırada kürsünün önündeki yazı gözüme ilişmişti. Orada şu yazıyordu: “Arab ulusu birdir; ezeli bir mesaj sahibidirler…”

Saddam, salondaki kalabalığa kısık gözlerle bakıyordu. Henüz 43 yaşında olmasına rağmen, daha yaşlı görünüyordu. Resimlerinde ve TV ekranındaki sert görünümüne rağmen, yavaş ve kısık bir sesle konuşuyordu.  Her cümlesinin sonunda birkaç saniye suskun durarak, sözlerinin etkisini ölçmek ister gibi bir hali vardı. Kimi sözlerinin, salondaki Iraklılar tarafından alkışlanması onu mutlu ediyor olmalıydı?

Bir ara kulaklıktan dinlediğimiz İngilizce yayında aksama olunca, Saddam’ın özel tercümanı çağırılmış, o esnada Saddam şu espriyi yapmıştı: “Kanalları neden çalıştırmıyorsunuz? Sonra batılılar, bizi geri kalmış ülke diye eleştirirler!”

Arıza giderildikten sonra sözlerine devam eden Saddam Yugoslavya, Bulgaristan ve Japonya’ya teşekkür etmiş, bilahare şöyle demişti: “Şattül Arap, Araplarındır. Buradaki haklarımız tanınmadıkça savaş devam eder!…”

Aslında yakındığı konuda Irak haklıydı. Çünki, Irak’ta yönetimin zayıf olduğu bir dönemde İran’ın düşük şahı Rıza Pehlevi,  Cezayir’deki toplantıda, türlü baskılarla, haksız bir anlaşmanın imzalanmasını sağlamıştı. Şimdi Irak güçlüydü ve elinden baskılarla alınan haklarını geri istiyordu. O sırada İran’da seferberlik vardı ama, Irak’ta hayat normal seyrinde devam ediyordu. Esasen savaş, İran topraklarında sürüyordu.

Sık sık, “şeytan Tahran’dadır!…” diyen Saddam “Libya ve Suriye’nin, İran’ı desteklemeleri hususunda ne düşünüyorsunuz?” biçimindeki bir soruya kısaca  cevap verirken, Araplığı çeşitli sınıflara bölmüş ve “utanıyorum…” demişti… Saat 21.45’de Bağdat’da sirenler çalmaya başlamıştı. Kahkahayla gülen Saddam, salondakilere dönerek; “siz de mi, korkuyorsunuz?…” demişti. Siren sesleri susunca, bu kez elektrikler kesilmiş, Saddam bir espri daha patlatmıştı: “elektrik idaresinin basın toplantısından haberi yok! Verilen emre göre, düşman uçakları gelirse, elektrik kesilecektir…” Saat 22.00’de bir kez daha ve daha uzun süre sirenler çaldığında, bunun tehlikenin geçmiş olduğu haberi olduğu söylenmişti.

Saddam, bizim grubun sadece bir sorusunu yanıtlamıştı. Bu Türkiye-Irak ilişkilerini konu alan bir soruydu. Buna şu cevabı vermişti: “Türkiye-Irak ilişkileri eskiden olduğu gibi, şimdi de iyidir. İki ülke arasında ciddi çıkarlar ve ortak anlayış var. Biz bu ortak çıkarlara saygı duyuyoruz. Türkiye de kendi açısından saygı gösteriyor. Türkiye ile ilişkilerimiz sayın Orgeneral Kenan Evren yönetiminde de iyidir. Her zaman daha da iyi olmasını isteriz. Bunun için çaba harcarız. Türkiye’ye gönderdiğimiz özel temsilciler konusuna gelince, onları göndermemizin amacı, mevcut ilişkilerimizin daha üst seviyeye çıkarılmasını temin etmektir. Bu konuda Türkiye’nin tutumu olumludur. Türkiye güçlüdür. Türkiye’nin mutlulukla kalkınmasını ve refah içinde olmasını her zaman isteriz. Çünkü Türkiye’nin dış ilişkilerimizde ayrı bir yeri vardır.”

İran-Irak savaşında Iraklı askerlerle

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti