Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ALLAH’IN MERHAMETİNDEN BAŞKA YOLUMUZ YOK

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 14 Kasım 2017 Salı 13:34:36
 

– 26 –
Kişiyi tanrılıkta sabit tutan en önemli şey olan öfkeden kurtulmak için öfkelenmemeyi öğrenmek gerekiyor, onun için o hücreleri dağlayıp inaktif hale getirmek lazım. O hücreleri dağladığınızda o hali o kadar net yaşıyorsunuz ki. Hatta ilk yaşadığınızda şaşırıyorsunuz; “daha önce böyle bir şey olduğunda hemen kızardım, ne oldu bana? Ellerim, vücudum gevşek, kızgınlık hormonları niye salgılanmıyor?” dersiniz. Çünkü onlar dağlandı. O hormonları salgılatan sendeki aktif hücrelerdi, o hücreler aktifken emir verip ilgili hormonları salgılatıyor, vücut da onun kimyasına giriyordu. Artık o hücreler çalışmayınca hormonları da salgılanmaz. Demek ki, tanrılıktan (ben de müstakilen varım iddiasından) kurtulmak için, öfkelenen ve itiraz eden o hücrelerin dağlanması gerekiyor…
FİİLİ ZİKİR NEDİR?
İtiraz önemli, onu çok kısa geçtik, fark edilmemiş olabilir, yeri geldi biraz konuşalım. Tabi, itiraz etmemenin ne olduğu iyi anlaşılmalıdır. İTİRAZ o kadar hayatın içine girmiş ki normal hayatta itirazdan uzak ve ayrı yaşamanız mümkün değil. O kadar o laboratuarın içerisindesiniz ki… Yirmi dört saat boyunca o kadar karşınızda olan bir şey ki… Ama başarılması halinde bir anda o örtülü halden kurtulursunuz, bir anda. Çünkü bu bir fiili zikirdir.
Fiilî zikir nedir, ona neden fiilî zikir diyoruz? Onu bir örnekle tarif edelim: Kişi bazen beyninde yeni bazı kapasitelerin açıldığını görür ve ben o konuda zikrullah yapmadığım halde bu nasıl oldu diye düşünür. “Zikrullah yapmadığım halde” diye düşünüyor ama o zikrullah yapmıştır, fiille esas zikrullahı yapmıştır. Bir fiiliyle, bir davranışıyla zikrullah yaptığı için o kapasite açılmıştır. Zikrullah denilince hemen aklımıza dille yapılan zikir geliyor ama aslında dille yapılan zikirler fiili zikre giden bir yoldur, ona ulaşmak içindir.  Dille, halle ve nihayet fiille zikir yapılır. HALLE ZİKİR vücudunuza o zikrin kimyasının gelmesidir. Ama esas önemli olan fiilde zikirdir. Örneğin siz Alîm ismi zikrini yapmışsınız ilim frekanslarınız açılmış, nihayet onunla ilgili kimyanız da tamamlanmış, haliniz öyle. Ama siz bu hale geldim deyip işi gücü bırakıp bir odada oturuyorsanız olmaz, bu hiç makbul bir hal değil, Allah’ın böyle bir hale ihtiyacı yoktur. Sizin o ilmi dağıtmanız, yani o ilme göre davranmanız yaşamanız gerekiyor. Dikkat edin, anlatmanız gerekmiyor! En önemli ilim, ağzınız hiç çalışmasa da o ilme göre yaşamaktır, fiiller koymaktır; mesela, bir şeye bakınca önce Allah’ı sonra baktığı şeyi görüyor olmaktır. Bu bir FİİLİ ZİKİR’dir, önemli ve esas zikrullah budur, bu duruma ulaşmak lâzım. Mesela Halîm ismini zikretmiş bir kişi düşünelim. Halîm ile ilgili kapasiteniz açılmış ve siz Halim bir hale ulaşmışsınız; sinir ve öfkeyle ilgili hormonlarınız salgılanmıyor, ama kendinizi odaya kilitlemişsiniz. Hayata karışıp da Allah’ın yarattıklarına halîm olmadıkça o haliniz neye yarar? Esas olan onunla yaşamaktır, fiili zikir odur. Efendimiz (SAV)’in tüm yaşantısının tamamen fiili zikir olduğunu, böyle bakınca anlarsınız, onun yirmi dört saati zikrullahtır. Bu yüzden, insan eğer “ben idraken Allah’a daha yakın olacağım, ben Allah’la dost olacağım” diye kenara çekilirse, kendini bir yere kapatırsa Allah’tan kaçmış olur. Çünkü Allah insanlarla olduğun yerde! Ama sen onların fiillerinden yani Allah’ın fiillerinden kaçıp saklanıyorsun, Allah’ın fiillerini görmek istemiyorsun. Hani Allah’la olacaktın? Allah’la olmak istiyorsan fiilleri var. Çocuklarıyla beraber olmak isteyen bir baba çocuklarına “gidin, bana gözükmeyin, ben sizi düşünerek sizinle beraber oluyorum” dese ne düşünürsünüz? O ancak çocukları varken onların yanındayken onlarladır. Çünkü ona çocukların kendisiyle olduğunu onların fiilleri, hareketleri hissettiriyor. Dolayısıyla, birisine halîm davranmak, birisine alîm davranmak, birisine kâdir davranmak veya onların o davranışlarını görmek ALLAH’IN O FİİLLE TECELLİSİ’ni fark etmektir. Aksi halde bir yerde kapanıp durarak sizde fiil tecellisi de esma tecellisi de olamaz. Dergâh bunun içindir, insan bunu dergâhta öğrenir. Zamanımızda dergâh neresidir? Günümüzün dergâhı neresi biliyor musunuz? Evler, evlerimiz! İnsanın evi onun dergâhıdır. Diğer dergâhlara gidenler? Onlar kolayına kaçmak için gidiyor. Evde zor; çocukla olmuyor, hanımla olmuyor, evde iş zor. Öyle olunca kolay yere, şeyhinin dizinin dibine oturuyor, iş güç yok, otur dur. Esas pişeceğin yer bizzat evin. Mesela, itiraz etmemek önemli demiştik, itiraz etmeyeceksin. İnsan itiraz etmemeyi GÜNÜMÜZÜN DERGÂHI olan evinde öğrenir. Sen de evde öğreneceksin. İtiraz etmeden yaşamanın en zor yeri evdir, eşler ve çocuklarla olan yaşantıdır. Çocuğunun bir hareketi karşısında, haydi [Allah’a] itiraz etme göreyim seni, eşinle ilgili haydi başar. Eşine “haksızsın, ben haklıyım” demeden haydi yaşa. Çünkü onu dediğin zaman, tanrıların savaşı için ortamı hazırladın demektir. Eğer güçlü tanrı olmaya talipsen tanrıların mahkemesinde haklılığını anlat dur. Ama haklılığını Allah’a anlatmaya kalkma! Talibin mahkemesine gidersen, sana “itiraz mı ediyorsun?” derler. Aynen böyle diyorlar: İtiraz mı ediyorsun? Hayır, ben itiraz edenlerden değilim diyorsan o başka.
DOĞRULARIN HEPSİNİ
İÇİNDE GİZLEYEN CÜMLE

Ben itiraz etmiyorum diyenin bir duası vardır, o şudur: Allahım merhamet… Allahım merhamet… Allahım bağışlayıver, merhamet ediver… Bu kadar! İtiraz etmeyenin yani talibin duası tek şeydir. Peki, onun “merhamet ediver, bağışlayıver” demesi ne demek? Allah hakikatini örten bir zann olan “A” yapısını ve Billahi idrak ve yaşantıdaki “B” yapısının farkını kavramış olanın “merhamet et, bağışla” demesi şudur: “Allahım, bana senin yolunda bir rol ver, beni orada sabit kılacak bir rol ver. Allah’ım beni razı olmadığın arzu ve isteklerden, heva ve heveslerden, fikir ve inanışlardan, hal hareket ve davranışlardan alıp kurtarıver. Senin razı olmadığın hal ve hareketleri yapacak rolü verme bana Allahım. Bana rızanı, razı olduğun rolü lütfediver” demektir. Bu rolün tarifi sayfalarca yazılabilir. Ama Allah diyor ki: O kadar uğraşma, “İhdinas sıratal müstakiym” de. Bize tek cümleyle sembolik olarak o rolü ifade imkânı lütfediyor: İhdinas sıratal müstakiym. Talep ettiğin rolü bu cümleyle ifade ettiğinde,  senin bilmediklerin, unuttukların, yıllar sonra fark edilecek bilimsel doğruların hepsi bunun içindedir: İhdinas sıratal müstakiym. Ama onu söylerken İnsan-30. ayet idrakını (ayrıca dileyen yok, illa Allah’ı) unutmadan, bu idrak ve pozisyonla “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” ve devamını talep et. Hakk yolda olan “B” yapı, “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” sığınışını İnsan-30 idrakıyla söyler, bu aslında onun duruş biçimidir. Salât ve salâtta “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” bu yüzden çok önemlidir. Salâtta “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” duruşu aslında öyle bir duruştur ki… Bakın:
“BİR DAHA YAPMAYACAĞIM”
DİYEN BİR VARLIK YOK

Hz. Âdem cennette, yani yaratılan yapı olan “B” yapısı cennette. Ama dünyaya gitmesi lâzım, ona dünya yaşantısı lâzım. Dünya yaşantısında da “A” yapı lâzım. Hz. Âdem’e (insana) lazım olan “A” hali ona nasıl gelecek? “A” halinin gelebilmesi için Hz. Âdem’e “şu meyveye yaklaşma” diye bir yasak konuldu ki, Hz. Âdem’in yapısındaki Rab rablığını ispat etsin ve o yasağı yapsın. Yapmak zorunda! Yaparak “ben Rabbım” diyecek! Her yapıda bir Rab var değil mi? Her yapıda o yapıyla sınırlı bir Rab (Nefs) var. Allah Rabbül Âlemiyn’dir. Her yapıda var olan o rabba, o rabbın rablık gücüne yasak olmaz. Kendinize bir yasak koyun, bozarsınız. Eğer talib o tuzağa düşerse tövbe eder, tekrar yapar, tövbe eder… Çünkü Rab’ba tövbe sökmez, Rab öyle tövbeyi çok sever. Neden sever? Bozmak için. “Önüme fırsat çıktı, gösteririm” der, gider o yasağı bozar, “ben rabbım” der. Hani bir çizgi film vardı; “He-Man; güç bende.” diye, rab işte o “Güç bende” diyendir. Ne gücü? Rabbın gücü! O yasak konulunca Hz. Âdem’deki rab rablığını kanıtladı ve sanal bir yapı olan “A” oluştu. Bu sanal yapının oluşmasıyla DÜNYA HALİ başladı. Daha önce pozisyonu cennet iken bu sanal yapıyla birlikte pozisyon değişti. Sanal yapının oluşma nedeni, Rabba verilen müstakillikten yararlanılarak muhtariyet ilân edilmesidir. Bu yüzden kişi “ben de müstakilen varım” diyor, Rabba sahip çıkıp ilahlığını ilân ediyor. Birimde bulunan müstakil rab yapısını müstakil, muhtar, tek varlık gibi görmek işine geliyor. Müstakil kabul edip ona sanal bir kimlik giydiriyor. Onun Ehadiyet’ini bilmiyor, görmüyor, müstakil olduğunu sanıyor. Peki, bu sanış yalnızca Rab için mi? Hayır. Ha rab müstakil olmuş, ha irade, ha diğerleri, ne fark eder. İradenin, aklın müstakil kabul edilmesiyle Rabbın müstakil sanılmasının bir farkı yok. Onların hepsi Rab şemsiyesi altında zaten! O yüzden oradaki müstakilliğe “BEN” iddiasında bulunuyorsun, o yüzden bu yapıyı fark ettiğinde Rabbını bilmiş oluyorsun. O yapıyı tanımakla esas hakikati tanımış bilmiş oluyorsun. İşte Hz. Âdem “A” haline düşünce şaştı da kaldı. Ayet öyle diyor; “Âdem şaştı da kaldı, ne yaptığına”. Düşünüyor: Bu iş nasıl oldu? Bu kadar hakikati biliyorsun, nasıl oldu? Şu oldu: Rab kendini kanıtladı. İnsani gözle baktığınızda bunu anlayınca onun ne demesi gerekir? “Allahım bir daha yapmayacağım” demesi gerekir değil mi? Ama Hz. Âdem (AS) “bir daha yapmayacağım” demiyor. Buraya çok dikkat edin.
Efendimiz (SAV)’in öğrettiği tövbelere, dualara bu gözle bakın, Kur’an ayetlerinde bize yapılan önerilere bakın, hiç öyle bir öneri yok. Niye? “Bir daha yapmayacağım” diyecek olan bir varlık yok da ondan. Ancak tanrılığını ilân eden birisi beşerî bir korkuyla “bir daha yapmayacağım” diyebilir. Hz. Âdem “bir daha yapmayacağım” demedi. “Rabbena zâlemna enfusena ve inlem tağfirlena ve terhamna, lenekünenne minel hasiriyn: Rabbimiz nefsimize zulmettik, bizi bağışlamazsan, bize merhamet etmezsen biz hüsrana uğrarız” dedi. “Bir daha yapmayacağım” demiyor. Çünkü onu diyecek bir varlık yok. Tövbe ederken “Allahım yanlış yaptım, bir daha yapmayacağım” diyorsanız, sizdeki Rabba yapacağı bir hedef gösterip, “bunu boz” diyorsunuz. Peki, ne diyeceksiniz? “Merhamet ediver, bağışlayıver ya Rabbi; merhametinden başka bir şey yok.” Dikkat edin “çare yok, çaresizim” değil, “merhametinden başka yol yok, merhamet etmezsen hüsrana uğrarız” diyoruz.

 

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -26-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER