Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

ALLAH’TAN İSTEMEK VE İNFAK ÜZERE YAŞAMAK

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Nisan 2017 Cumartesi 11:43:26
 

– 63-
Bugün kurtuluşa dair bir bilgi ile başlayalım. Kurtuluş dediğimiz zaman biliyoruz ki kastımız Allah’ın râzı olduğu bir kul olarak, O’nun lütfûyla, ikrâmıyla cennetine dâhil olabilmek. İşte bunun kısa yollarından birisi, kulun ihtiyâcı olan ve isteyen özelliğiyle ilgilidir; “İyyaKE nesta’iyn” ile ilgili bir haldir. Şöyle ki: İhtiyâcı olan ve isteyen olması insan için bir sonuçtur. Bunun için çok kısa bir idrak seyahati yapacağız, lütfen birlikte basamak basamak gidelim.
Halifetullah olmak
İnsanın ihtiyacı olan ve isteyen vasfı bir sonuçtur; insan yani kul “BEN” dedikten sonra isteyen olur. Önce, Allah’ın “Kendini bil” manasında “KÜN” emriyle fe yekûn/kendini bilir ve Allah’ın “BEN” demesinden verdiği yetkiyle “BEN” der. Allah bu emriyle ona “Sen de adıma BEN de” diyerek yetki vermiştir. Halifetullah’ın en önemli özelliği budur. Halifetullah tanımı için birçok şey sıralanır, onların hepsi tamam ama insanı Halifetullah yapan esas özellik “Adıma BEN de” yetkisidir. Halifetullah olmak, Allah adına BEN kelimesini kullanma yetkisi demektir. İnkârcılar o yetkiyi kendi adlarına, kendi zatları namına “BEN” diyerek kullanıyorlar. İnanan kul Allah adına “BEN” der. “BEN” Allah’ın vasfıdır ama kul için verilmiş çok şerefli bir hediyedir. Biz Allah adına “BEN” deriz. İnsan “BEN” dedikten sonra kendini bilir, dışını fark eder ve isteyen olur; dışı olduğunu anlayınca isteyen olur. İsteyince de ihtiyaç sahibi olduğunu anlar. Dolayısıyla, kulun ihtiyaç sahibi ve isteyen olması onun sonuç olarak yaşadığı bir vasfıdır. Önce Allah adına “BEN” der, sonra dışı kavramının olduğunu yaşar, bu hali yaşayınca ihtiyaçlarını anlar, o zaman da isteyen olur.
Kişi Esfele Sâfiliyn idrakta olduğu için ihtiyaçları için ne gerekiyorsa yapar, hatta o işin yarışına girer. Baktı ki; “BEN” dedikten sonra ihtiyaçları var ve onları istiyor, hayatını onlarla sürdürebilecek, onlarla itibar kazanacak, o yüzden, dûniHİ algı ve zann’larının hâkimiyeti altında bu ihtiyaçlarını tedarik edebilmek için ne mümkünse yapar, hatta o işlerin yarışına girer, bu yöntemlerde başkalarıyla yarışır. Bu hal, dünya yaşantısının normal halidir. Kur’ân’dan öyle öğreniyoruz. Bu yaşantıyı Kur’ân bir uyarıyla kesiyor, diyor ki: Ancak size hüda’m gelince! Dolayısıyla, eğer kul bu durumda yaşarken kendisine Rabbinden ulaşan hüda’ya uyarsa öğrenir ki Rabbi kendisinden farklı; O isteyen değil veren. Bu iyi sindirmemiz gereken çok önemli bir bilgidir; Allah isteyen değil verendir.
Biz bazen kelimeleri emir olarak kullanırız. O zaman idrakımız bizi yanıltıyor. Bunu niye yapıyorsun diye sorulduğunda “Allah istedi diye” deriz. Oradan idrakımız hemen Allah’ı isteyen yapar. Bu yüzden, salât ikame ederken, namaz kılarken Allah istedi de yapıyoruz sanar. Buradaki istek emirdir, öneridir, “Bana bunu yapın” ricası değil. Bunu ileride salâtla ilgili daha geniş göreceğiz, şimdi konumuz “isteyen” olduğu için, işi süzüp getirdiğimiz bu nokta için bu kadarla kalalım: Allah’ın isteyen değil veren olduğunu, daima, her fiilimizde kaçırmadan uygulamalıyız.
“Sen istemekten bıkmazsan
 Allah vermekten bıkmaz.”
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” kula aittir, Allah’a ait gibi kullanırsak olmaz. Allah verendir. Efendimiz (SAV)’e “Ya Rasûlallah, ne kadar dua edeyim?” diye sorulduğunda Efendimiz (SAV) buyuruyor ki; “Sen istemekten bıkmazsan Allah vermekten bıkmaz.” Dikkat edin, biz isterken sıkılıyoruz. Efendimiz (SAV) “Sen bıkmazsan” diyor, “Allah da vermekten bıkmaz.” Bunu lütfen değerlendirelim, fırsatımız olduğu zaman salâtta Tahıyyat’tan sonraki dua hâlini değerlendirmeye özen gösterelim. Arada bir de olsa kısa dua yaptığımızda sakın “Bu kadar yeter” duygusuna girmeyelim. “Bu kadarını kabul etsin” demek, bu kadarla yetinsin demektir. “Bu kadar yaptım, Allah bu kadarını kabul etsin” demek, “Bu kadar verdim, bu kadarla yetinsin” demektir. Allah ihtiyâcı olan ve isteyen değildir, verendir. Sen salâtta kendi küpünü dolduruyorsun. Eğer “Bu kadarla yetineyim” dersen, olur. Kendin bu kadarla yetineyim diyorsun. Bu iş, bu ilişki bu kadar hassastır. Allah’a “Bu kadar yetsin” diyemezsin. Bütün yaptıkların senin küpüne, “Bu kadar yeter” diyorsan sen bilirsin.
Kendisine hüdâ/doğru bilgi geldiğinde, hidâyet ulaştığında öğrendi ki Rabbi verendir, kendisi isteyendir. Öyleyse şimdilik şöyle düşünmeliyiz: Benim mutlaka bir isteğim olacak, ne isteyeyim? Dolayısıyla, kul Allah’tan isteme listesini şu noktaya getirirse kendisi için kurtuluş kısa yollarından birisini Fâtiha Sûresi içerisinde yakalamış olur. Kul öncelikle Esfele Sâfiliyn’den kurtulabilmek için, sonra da Ahsene Takviym hâlinde ilerleyebilmek ve Rabbinin ahlâkıyla ahlaklanmayı öğrenmek için talepte bulunmalıdır. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” ancak bunun için söyleniyor olmalıdır. Siz bu manada böyle isterseniz, yaşantınızda bunların olması için neler gerekliyse, Allah melekten bir servis yapıyor, onlar onu yazıyor, çiziyor, Rablerine sunuyor, sana onları çıkarıyor. Bu bir ayet, onu daha önce paylaştık: Ey îman edenler, ey sâlih amel işleyenler, Allah’ın size vâd ettiği cennetle sevinin. Biz dünyada ve âhirette sizin dostunuz ve yardımcınızız, işinize biz bakacağız. Yeter ki sen bunu iste. Sen bunu istersen biz sana görevleneceğiz diyorlar.
“Veren” olabilmek
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” şansını kullanabileceğimiz bir önemli nokta da şudur: Kul “BEN” dedikten sonra isteyen değil veren olmalıyım der. Bakın, idrakımız ilerliyor, onu yeni bir yere getiriyoruz. Kul ihtiyacı olan ve isteyendir ve bu “BEN” dedikten sonraki sonuçtur. Sonra Esfele Sâfiliyn hayatta bu özelliğini fark edince ihtiyacını karşılayabilmek için gerekenleri dünya kuralları ile yapıyor. Ama hüda ile tanışmışsa, Allah’ın merhameti onu sarmışsa, indinden bir nur ona ulaşmış da onun sadrı İslâm’a şerh olmuşsa, işte o zaman Rabbinin veren, kendisinin isteyen olduğunu öğrenir, bu idrakla istemeye başlar ve biraz önce söylediğim talepte bulunur. O talepte bulununca onda bir duygu oluşur ve Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak ister. Biraz önce “Allah veren ben isteyenim” demişti. Baktı ki ayrı oldu, şimdi şöyle demeye başlar: Eğer Allah ahlakıyla ahlaklanacaksam isteyen değil veren olmalıyım. O artık veren olması gerektiğini öğrendi. “Benim vasfım isteyen ama ben veren olmalıyım. Ben Allah ahlakıyla ahlaklanmayı talep ettim, onu istedim, öyleyse veren olmam lazım” dedi. Ancak şimdi de ne vereceğini, nasıl vereceğini, kime vereceğini bilmediğini görür. “Veren olayım ama bu mal mülk dağıtmak mı? Değil. Rastgele dağıtmak hiç değil” diye düşünür. Rastgele dağıtmak zaten Kur’ân’da yasaklanmıştır. Aslında “rastgele” herşey yasaktır da…
Kulun veren olmayı istemesi, onu isteyen vasfından çıkarmaz. Çünkü o kuldur, Allah ahlakıyla ahlaklanmak Allah olmak değildir. Allah Allah’tır, kul kuldur. Kul Rabbinden Allah ahlakıyla ahlaklanmayı dilediğinde Rabbi ona veren olmasını ilham eder. Ancak, veren olması onun isteyen olmasını kaldırmaz, bu çok önemlidir. Kişide bir gizli mütekebbir duygu vardır ki çok tehlikelidir, bunu müslümanın çok önemsemesi lazım. Bu duygu mütekebbir yaşayan için hiç önemli değildir, çünkü gizli açık öyle yaşıyor zaten. Ama mütekebbirliği reddetmiş kişi için gizli mütekebbirlik önemlidir. O duygu “Ben kimseden istemem” duygusudur ve bu gizli mütekebbirliktir. Onu çok iyi fark etmiş öyle evliyaullah vardır ki sırf o duyguyu kırmak için istemeye çıkar, birilerinden bir şeyler ister. Çünkü kulun veren olması onun isteyen vasfını kaldırmaz. Sen tutar onu kaldırırsan mütekebbir olursun. İstemek de vermek içindir. Siz “Veren olayım Allahım” derken bile istiyorsunuz. Bu vasfı kaldırırsanız olmaz. DûniHi algıyla kişi “Ben veren olacağım” diyor, yani kendi tespitini yapıyor ve “Ben istemem” diyor. Bu onun kendi tespiti. Allah’tan isteyip de elde ettiği bir hal değil. Oysa sen, Allah’ın indinden gelen bir nurla “veren” olmayı istiyorsun. O zaman “isteme” vasfı senden kalkmaz. İsteme vasfı kalkarsa nasıl “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyeceksin? Olmaz. İdrak seyahatimize devam edelim: Sen kendini veren olma noktasına getirdiğinde, yani isteğini “Allahım veren olayım” noktasına getirdiğinde neyi, nereye, nasıl vereceğin hususunda bir tereddüt yaşamaya başlarsın. O zaman Rabbin sana der ki; “Neyi vereceğim” diye merak eden kulum, Allah’ın verdiğini Allah’a götüren yolda infak et. “Allah’ın verdiği” ifadesi daha insanca söylenirse “Allah’ın verdikleri” denir. “Verdiği” de çoğul mânâsındadır. Allah’ın verdiğini Allah’a götüren yolda infak et.
Allah’ım! İhtiyacım sensin
Kul “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” ayetiyle yaşarken infak etmeyi öğrendi ve “İnfak etmeliyim” dedi. Bir ihtiyaç belirleyecek ki o konuda önce istesin sonra da infak yapsın. Peki, ihtiyâcım ne? İstediği için isteyen olduğunu öğrendi, şimdi bir ihtiyaç belirleyecek. İhtiyâcını da ona Rabbi öğretir: Allahım ihtiyâcım sensin. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” diyerek çıktığımız yolda geldiğimiz noktayı fark ettiniz mi? Bu yüzden, tarikat ehlinin zikrullahın arasına sıkıştırdıkları bir cümle vardır. Genellikle takliden yapılsa da aslında “Böyle söyleyin, böyle yapın” diyenler onu bilerek söylemiş ve önermişlerdir: Allâhümme ENTE maksudiy ve RIZAKE matlubiy. Allahım, amacım SENSİN ve RIZANA kavuşmak. İhtiyacını böylece tespit ettin; Allahım ihtiyacım sensin.
Bu kul şimdi infak etmek istiyor. O zaman, “İyyaKE nesta’iyn” özetle şu hale gelir: Allahım, infak etmek istiyorum, bu konuda yardım ve destek istiyorum. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” halinin bir manasına daha geldik. İleride bu manaları birleştirip hepsini içeren bir anahtar kelimeye ulaşacağız. Bir kelime ki o anlattıklarımızın hepsini içerecek. Evet, kul şimdi “Yalnızca senden yardım isteriz” derken şu düşünceyle söylüyor: Allahım infak etmek istiyorum, bunun için de senden yardım ve destek istiyorum. Bunu söylemekle aslında onun idrakı “DûniHi algı ve zannlarını reddediyorum” demektedir. Bu haliyle bu istek şudur; “Ve la havle ve la kuvvete İlla Billah” seslenişidir, o istek bu yakarışı da içermektedir.
Son olarak, “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” için geldiğimiz bir sesleniş biçimi de şöyledir: Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır ki bizler O’nun kullarıyız. Ve hayat tarzımız tümüyle infak üzere olup bu konuda O’ndan rızasını ve yardımını isteriz. (AMİN)
İnfak üzere bir hayat tarzı müthiş bir şeydir.
İnfak üzere bir hayat tarzı müthiş bir şeydir. Hayat tarzımızın infak üzere olması ne demektir, hayat tarzı nasıl infak üzere olur, ne infak edilir, göreceğiz inşâAllah. “İyyâKE na’budü ve İyyâKE nestaiyn”i hakkıyla söylemek ve onu hayat tarzı haline getirmek için anlamaya, bilgi ve idrakımızı yükseltmeye gayret ediyoruz. İsteme konusunda uyarıcı âyetler ve bir hadisle devam edelim.
“Allah’ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanları) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’tan lütfunu isteyin. Muhakkak ki; Allah, Bi külli şey’in aliym’dir.” (Nisâ-32)
“Yardım ancak ve yalnız Aziyzil Hakiym olan Allah indindedir.” (Âl-u İmran-126)
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Dünya ile ilgili bir kıyas yaparsanız durumu sizden iyi olmayanı ölçü alın. Âhiretle ilgili kıyas yapacaksanız sizden yukarıda olduğunu sandıklarınızı ölçü alın. Böyle yapmanız, ibret almanız, şükretmeniz, sabretmeniz ve kendinize çekidüzen vermeniz için daha hayrlıdır.” (Hadis)
“Dünya malı ile ilgili bir kıyas yapacaksanız” derken bir kesin ifade kullandık; durumu sizden iyi olmayan. Çünkü dünya malını görüp, tespit edip karar veriyorsunuz. Ama âhiret ile ilgili kıyas yapacaksanız “Durumu sizden yukarı olanı” demiyoruz. “Durumunun sizden yukarıda olduğunu sandığınız kişileri ölçü alın” diye yazdık. Bir hüküm cümlesi kurarsak yanlış olur diye korkuyoruz, âhiretle ilgili kimin bizden iyi olduğunu bilemeyiz ki! Bu yüzden, kendinizi “Şunun durumu âhiret açısından benden iyi” diye hüsnü zanda bulunduğunuz birisiyle kıyaslayın. Niye? Ona yetişmek için. Dünya malıyla ilgili bir kıyas yapacaksanız durumu sizden geride olanı ölçü alın ki zahiren ne kadar avantajlı olduğunuzu görün. Bu öneriler müslüman için dünya hayatının en alt sınırlarıdır. Aslında dünya için öyle bir kıyası bile yapmamak gerekir. Yapacağımız kıyas, hedefimiz olan ahiret için olmalı…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER