Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“BEN” DEMEKTEN, ENGELLENEMEYEN NEFRETE – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 31 Aralık 2016 Cumartesi 10:54:52
 

– 15-
“Allah’a Mütekebbir Bakış” önemli bir konu olup bu başlık altındaki konuyu Fâtiha kitapçığında âyetleriyle geniş ele aldık. Merak edenler için Fâtiha kitapçığında neden çok geniş işlediğimizi açıklayayım.
Fâtiha’yı okurken “iyyâKE na’budu VE iyyâKE nestain” derken mütekebbir olmamak lazım. Bu âyeti okurken; “Allahım yalnız sana kulluk ederiz yalnız senden yardım dileriz” diyoruz.
“Kulluk ederim” demek öyle bir mânâdır ki eğer kişi onu o mânâ ile söylemezse “kulluk ederim” demesi boşadır. “Allahım yalnız sana kulluk ederiz” derken “Allahım, sana karşı mütekebbir değilim” idrakıyla söylenmelidir. Çünkü “kulluk ederim” ifadesinde önce bu mânâ vardır: Allahım sana karşı mütekebbir değilim ve yolun için de yalnız senden yardım isterim.
Açıklamalarımız alt sınırdan. Bu yüzden meâli böyle verdik. Değilse “yalnız senden isteriz”in ileri mânâları var: “DûniHİ algıyla güçlerim yok. Billâhi çerçevesinde yönelirim.” Mânânın birisi budur. İdrak daha da onarılınca “yalnız senden isterim” meâli “senden isterim” olur. O algı idraktan silinince “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nestaiyn” meâlen “Sana kulluk ederiz, senden isteriz” olur. Kişi o zaman, “sanki başkası da var” gibi bir mânâ algılanmasından utanır.
“İyyâKE na’budu” âyetinde biz bir nevi “Lâ ilâhe illallah” diyoruz: “Allahım, dûniHİ algı ile olan güçler nelerse öyle bir güç tanımım yok, onlar Lâ ilâhe! Senden isterim” diyoruz. Bu mânâda bakıldığında “iyyâKE na’budu VE iyyâKE nestaiyn” “Lâ ilâhe illallah” demek gibidir. Bu yüzden “İyyaKE na’budu” derken; “Allahım, nasıl tarif etmişsen sana öyle yöneldim, mütekebbir değilim ya rabbi” idrakıyla söylemek gerekiyor. “Mütekebbir değilim” derken kastedileni tek ve küçük bir düşünce mânâsı haline getirip “İyyâKE na’budu” âyetine taşımak istediğimizde şöyle düşünebiliriz: Allahım, ben mütekebbir değilim.
İlah gibi değil, Kul gibi “ben” demek gerekir
Mütekebbir’i şimdi de konumuz olan “dûniHİ” algı ile ilişkilendirelim. Mütekebbir kelimesinin üzerinde neden bu kadar çok duruyoruz? Kurtulmak için! Mütekebbir’i çok iyi tanımak lazım ki ondan kurtulabilelim. Tanımalıyız ki “ben öyle değilim” diyebilelim.
DûniHİ algı sonucu insanın kendisini “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diye tanımlaması ve bu durumu takdim için “BEN” demesi Kur’an’da MÜTEKEBBİR davranış olarak nitelendirilmiştir. Yani bu takdimin bir tarifi de Mütekebbir’dir. Aslında Mütekebbir “BEN” diyendir.
“BEN” demek suç değildir, çünkü Allah “BEN” diyor. Suç olan, Allah’ın yerine “BEN” demektir. Bu mânâsı ile “BEN” demenin suç olmadığı yeterince izah edilemediği için, insanlar “BEN” demeyerek kurtulacaklarını zannediyorlar. En üst nefs mertebesinde bile kendisini “BEN” diye takdim eder. Yanlış olan “BEN” kelimesi değildir, Allah’ın yerine “BEN” demektir. Önce budur, alt sınır budur.
“A” Takdim Formu “BEN” Vehmin Zulmeti ve Nefsin Şerri’yle dûniHİ algı sonucu “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” dediği haline “BEN” etiketi yapıştırıp; “Ben de ilâhım” mânâsında “BEN” diyor, Allah yerine “BEN” demek işte budur, daha doğrusu “Allah gibi BEN” demek budur.
Kul gibi “BEN” demek sakıncalı değildir. Bize kul gibi “BEN” deme izni verilmiştir. Kur’an’ın yasakladığı, Allah gibi, Allah’ın demesi gibi “BEN” demektir. Öyle “BEN” diyene Kur’ân Mütekebbir demiştir.
Mütekebbir kelimesi “kibirli insan” şeklinde anlaşıldığı ve öyle meâllendirildiği için insanlar ondan gerekli ameli çıkaramıyor. Soruyorum; kim “ben kibirliyim” der ki? Kimse “ayranım ekşi” demiyor, hiç kibirli insan bulamıyorsun, ama âyet de gündemden düşüyor. Fark eden için o âyetler diyor ki; Allah gibi “BEN” diyen mütekebbirdir. Çünkü Mütekebbir Allah’tır. “El Mütekebbir” bir esmâ’ül hüsnadır. Bu yüzden Kur’ân, Allah gibi “BEN” diyene Mütekebbir der.
Mütekebbir insan nasıldır?
Bir insan Allah’ı hiç tanımasa da, Allah’ın varlığını, Onun Ehad ve Samed olduğunu duysa ve inkâr eden olsa da, Allah’a inandığını söylese de, mümkün olduğunca kurallara uyduğunu belirtse de, “Ben Allah’ın dışında müstakilen varım ve muhtarım” diyorsa Kur’an’ın tanımlamasıyla o insan Mütekebbir’dir. Mütekebbirliği yalnızca insanın “kendisini üstün görme” gayreti olarak ele alırsanız, Kur’an’ın “mütekebbir” dediği insanı hayattaki insani vasıflandırmalarla sınırlamış ve konuyu esas mânâdan uzaklaştırmış olursunuz.
Kur’an’ın mütekebbir dediği insan, öncelikle Allah’a karşı “Ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyendir. Bu iddiadaki kişi Allah’ın emirlerine ve yarattıklarına edepsiz bir kıyas ile yaklaşır. Bu tuzağa da özellikle müslümanlar düşer. Onu biraz sonra “Ğıll” başlığı altında genişçe görmeye başlayacağız.
Yaratılanlara kıyasla bakması kişinin kendisini kandırmasıdır. “Ben iyiyim, ben güzel salât ikame ediyorum, ben konuyu daha iyi biliyorum” gibi düşünce ve yaklaşımların hepsi insanın kendisini Allah ile kandırmasıdır. Hele de bir müslümana karşı “müstakilen varım ve muhtarım” duygusuyla böyle bir kıyasla bakmak Allah’a karşı “varım ve muhtarım” demekle aynıdır. Kur’ân açısından böyledir.
DûniHİ değil de Billâhi kapsamda olmak kaydıyla dûniHİ olanlara “Kibriya” göstermek ise çok ayrıdır. O özel bir konudur ve sadaka hükmündedir. O başka bir görevdir, “mütekebbir” ile anlatılandan ayrıdır. Biz konumuz ve hedefimiz gereği birisine nasıl davranacağımızdan çok kendimizi düzeltmeye çalıştığımız için oraya girmiyoruz. Dûnillah’a karşı Billâhi’yi temsil ederken Billâhi anlamın kula tanıdığı Kibriya’yı göstermemek İslâm’a haksızlıktır, İslâm’a haksızlık yapmış olursunuz. O bir duruştur ama bu konunun dışındadır. O duruşa sadaka sevabı verildiğini bildiren hadis vardır.
Demek ki mütekebbir olmak Allah gibi “BEN” demektir, “Ben de müstakilen varım ve muhtarım” demektir, “Ben de ilahım” deyip Allah’ın “BEN” demesinden bize öğrettiği “BEN”i alıp oraya yapıştırmaktır. Esas mütekebbir Allah’a bu etiketle bakandır. Düşünün ki kişi bu etiketiyle İslam anlatıyor. “Allah’ın dışında ben de varım ve müstakilim” etiketiyle Allah anlatılırsa olmaz, Kur’ân okunuyorsa da olmaz! Allah’a böyle inanış ve bakış mütekebbirliktir.  
“işittik ve itaat ettik” bir hayat tarzıdır
Bu noktayı biraz halledecek gibi olursa müslümanın düşeceği bir tuzak başlar. Bu tuzak, Allah’ın yarattıklarına kıyaslar tarzda yaklaşmaktır, onlara bir mevki oluşturur tarzda bakmaktır. Bu durumda o kişi müslüman da olsa onda mütekebbirlik kırıntıları var demektir. Ayetler bu yüzden bize hep bu mütekebbiri anlatır. Kur’an’ın mütekebbiri anlatışını Saffat Sûresi ile tamamlayalım:
 “Onlara “Lâ ilâhe illallah” denildiğinde müstekbir davrandılar.” (Saffat-35)
Bu âyeti bir amel oluşturmak, bir ders çıkarmak için okuyan talib, kibirli insan bakışıyla yapılan bir meâlden okuyorsa âyeti anlayamaz.
Anlamak üzere âyete şöyle bakalım: Mevzuyu anlayamayanlara, kâfirlere “İlâh dışında müstakilen var ve muhtar bir varlık yoktur. İddia ettiğiniz var’a ilâh deseniz bile. Ancak Allah!” denildiğinde, onlar dûniHİ algı ile “hayır, biz müstakilen varız ve muhtarız” idrakıyla karşılık verdiler. Böyle cevap veren mütekebbirin ilk örneği şeytandır:
“İblis müstesna; o müstekbir davrandı ve kâfirlerden oldu.” (Sâd-74)
“Âdem’e secde edin” denildiğinde meleklerin hepsi secde etti, ancak İblis, “Ben müstakilen varım ve muhtarım, ne yapacağıma kendim karar veririm” mânâsında davrandı. Allah ona “Âdem’e secde et” dediğinde “semi’nâ ve eta’nâ” demedi. Şeytan Vasfı’nı tanıyın! O cin taifesinden, vasfı ise şeytanlık! İşte onun görevi için gerekli olan vasfı tanıyalım ki biz o duruma düşmeyelim!
Anlıyoruz ki şeytanlık aslında Allah’a karşı “işittik ve itaat ettik” dememektir. Rabbimiz imanlılara öğüt veriyor: Siz “işittik ve itaat ettik” deyin. Öyle demişseniz noksan yapmış olsanız da affedeceğim. Yeter ki “semi’nâ ve eta’nâ” de! Elinde fırsat varken “işittik ve itaat ettik” de inşaAllah.
Bu önerilen bir hayat tarzıdır, “semi’nâ ve eta’nâ deyin” cümlesi bir hayat tarzı öneriyor. Bu öneri karşısında şeytan; “Ben müstakilen varım ve muhtarım, ne yapacağıma ben karar veririm” diyor, bu mânâda davranıyor. Böyle davrandı ve Allah’a ait vasıfları inkâr etti. Böylece ilk “mütekebbir” örneği o oldu.
Engellenemeyen nefret: Ğıll
DûniHİ algı ile ürettiği zann’larla “müstakilen varım ve muhtarım” diyen mütekebbir insanın temel özelliklerindendir ki onda “Ğıll” hakimdir; Efendimiz (SAV)’in insanlığa duyurduğu Allah’tan, “Lâ ilâhe illallah” hakikatine uygun olarak Allah’a inananlardan, İndillah’taki din olan İslâm’dan ve ona bunları hatırlatan her şeyden nefret eder.
Dûnillah algıyı benimsemiş ve hayat tarzı yapmış insan, hayatında bir başka şeye belki o düniHi algısı ile ürettiği zannlar kadar kuvvetli inanmaz. DûniHİ algı sonucu ürettiği zann’lara kuvvetle inanarak ve onları kuvvetle savunarak da Allah’tan nefret eder; özellikle İhlâs Sûresi’nde anlatılan Allah vasıflarından nefret eder, “Lâ ilâhe illallah” deyip İslam’a yaklaşanlardan nefret eder, İslam Dini’nin anlattıklarından nefret eder. Öyle bir nefrettir ki bunları hatırlatacak şeylerden de nefret eder. Bir insanın hâli, bir özelliği ona Allah’ı hatırlatıyorsa, tanısın tanımasın ondan nefret eder. Kişi kendisindeki dûniHİ algının ve o hayat tarzının getirdiği bu nefreti engelleyemez, ondan kurtulamaz. Bu nefrete Kur’ân geniş mânâda “Ğıll” demiştir.
Hayır! Onlar azgınlık (haddi aşmışlık ve) nefrette direnip durmaktadırlar.” (Mülk-21)
 “Kendilerine âyetlerimizi okuyanlara neredeyse saldırıp çullanacaklar…” (Hac-72)
DûniHİ algıdakiler ellerinde olmadan böyledir ve onların bu halden kurtuluşları yoktur. İkna edilerek bu halden kurtulamazlar.
Eğer bulundukları ortamda İslâm değil de başka şeyler anlatılıyorsa dûniHİ algıdaki topluluklar, toplumlar birbiri ile hemen anlaşır. İslâm anlatılıyorsa “Ğıll” kökenli bu nefret hemen ortaya çıkar, İslam’ın anlatılmasından kurtulamazlar. Onlara anlatmaya çalışmakla, ikna etmekle bu huyları değişmez; dûnillah algıdan kurtulmadıkça, “Âmentü Billâhi” demedikçe bu özellikten kurtulamazlar. Dûnillah algının yapışık vasfı, mütemmim cüzü nefrettir. O mutlaka Allah’tan nefret edecek! Ayetler böyle söylüyor.
Oysa Kur’ân bize buyurmaktadır ki: “Kim Allah’ın şeâir’ine (Allah’ın alametlerine, tevhide) ta’zim ederse (hürmet ederse) muhakkak ki o kalblerin takvasındandır.” (Hac-32)
Esfele Sâfiliyn özellikli insanın, Ahseni Takviym özellikli kalbinin etrafını bir kılıf olarak kaplayan ğıll Ahseni Takviym hâlin insanla ilişkisini keser, kalb tamamen “ğıll”miş gibi çalışır. Beyin kalbteki fuaddan ğıll emirleri alır, sadrdan da ğıll yayılır. Böylece insan, Allah’a şükredebilme lütfundan mahrum bir zavallı olur. Muhafaza buyuruver Allahım…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER