Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

DÜNYA HAYATI BEŞERİ KRİTERLER ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞ. PEKİ YA HAKİKÂT?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Aralık 2017 Salı 13:53:29
 

– 44 –
“La Havle Ve La Kuvvete İlla Billâh” idrakı ile yaşayabilmek için en önemli kurtuluş antrenmanı salât-ı tesbihtir, tesbih salâtıdır. Salât-ı tesbih tanrıyı bırakma salâtıdır, tanrıdan kurtulma salâtıdır, tanrılık iddiasından sıyrılma salâtıdır. Efendimiz (SAV)’e amcası; “Ya Rasul, ya Nebi, vaktim yok, bana öyle bir şey öğret ki çabuk yol alayım” dediğinde, Efendimiz ona; “Ey amcacığım, sana öyle bir şey öğreteyim ki çabuk yol al” buyuruyor ve salât-ı tesbihi öğretiyor. Onun bu özelliğini tanrıyla, tanrılık iddiasıyla ilişkilendirin, müthiş olur. O salâtın çok önemli bir tanrıdan kurtulma çalışması olduğunu bilirseniz, salât-ı tesbihteki zikirler ve tefekkür müthiştir:
Sübhanallahi: Allahım, nasıl biliyorsam sen öyle değilsin, sen bilinemezsin, sen her şeyden münezzehsin.
Vel hamdülillahi: Hamd sana aittir, yani güç senindir! Güç senindir, takdir senindir, karar senindir, kaderin sahibi sensin.
Ve la ilahe illallahu: Varlık, güç, tanrılık iddiaları, tanrılık iddiam yok, illa SEN.
Vallahuekber: Allahım senden öyle korkuyorum ki… Merhamet etmezsen mahvolurum, bunu biliyorum. Bu yüzden, o kadar korkuyorum ki tir tir titriyorum.
Ve la havle ve la kuvvete illa Billahil aliyyil azim: Bir güç yok! Dikkat edin, “benim gücüm yok” demiyoruz; başka güç yok, ancak Sen!
İDDİA ETTİĞİNİZ O TANRILIKTAN
 KURTULMAK NASIL KOLAYLAŞIR?

Salât sırasındaki tesbihat ve zikirleri okurken bunları düşünüyorsunuz. Tesbih salâtı boyunca, her bir pozisyonda bu zikirleri, bu idrakı 300 defa tekrarlıyorsunuz. Lütfen, bir memurun evrak sayması gibi olmasın. “Onbeş “sübhanAllahi vel hamdülillahi…” bitti, şimdi sıra Fatiha’da. On okudum, şimdi eğil” gibi değil. Elbette bunun da sevabı var, olmaz olur mu? Ama senin bir hedefin var; ben tanrılıktan kurtulacağım, tanrı ilanından kurtulacağım diyorsun. Bu salâtta yaptıklarını o bilinçle, o şuurla yaparsan sevap dışında kazanacağın şeyler, çok farklı şeyler vardır. O zaman göreceksiniz ki çok farklı bir ruh açılımıyla, tanrıyı ve kendinizdeki tanrılık iddiasını tanımak ve iddia ettiğiniz o tanrılıktan kurtulmak kolaylaşmaya başlamış. Çünkü ondan kurtulmanın tek yolu; tanrıya ait veri tabanını yok etmektir, tanrının sizin hayat ekranınızdaki görüntüsüne sebep olan yazılımın veri tabanını yok etmektir. İşte salât-ı Tesbih, o veri tabanını yok eden ve yerine İlla Allah veri tabanını yerleştiren çok önemli bir Zikrullah’tır.
ALLAH NE DİLEMİŞSE ONU GÖREBİLMEK İÇİN…
Öncelikli hedeflerimizden birisi neydi? Bizim için bir önemli hedef, önce hakikati görmek, sonra hakikatin düşündüğü sureti, yani hakikatin rolünü görmektir. Bu hali Hz. Ebubekir radıyallahu anh’ın cümlesiyle idrakımıza yerleştirebilmek için onun ne dediğini hatırlayalım. Buyuruyor ki; ben neye baksam önce Allah’ı sonra baktığım şeyi görürüm. İnsanın çok hoşuna giden bir cümle! Ama bu cümle uygulamak istediğimiz zaman bize zor gelmemelidir. Onu zaten birçok yerde uyguluyoruz. Eğer günlük yaşantımızdaki uygulamaları tanrıyla/tanrılıkla ilişkilendirirsek onları nerede nasıl kullandığımızı fark etmek, sonra da doğru yerde kullanmak çok kolaylaşacaktır inşaAllah. Aslında onu o kadar kendiliğinden ve o kadar doğal uyguluyoruz ki. Hatırlarsanız, onu ne kadar doğal uyguladığımıza dair bir misal vermiştim. Sizinle arkadaşız ve siz benim aynı zamanda bir tiyatro sanatçısı olduğumu biliyorsunuz. Birkaç gün sonra sahne alacağım oyuna sizi de davet ettim. Sahnede bir garibanı, bir fakiri oynayacağım, o rolde çıkacağım. Geldiniz oturdunuz, salon dolu, salonun büyük çoğunluğu beni tanımıyor. Sahneye çıkma sıram geldi, çıktım. Beni tanımayanlar, çok doğal olarak “fakir çıktı” der değil mi? Peki siz? Beni görür görmez arkadaşımız çıktı “fakir” rolünde demez misiniz? Yoksa “fakir” çıktı mı dersiniz? Hiç özel bir gayret sarf etmeden kendiliğinden beni bilir, sonra hangi role girmişsem onu görürsünüz, “fakir rolünde” dersiniz. Demek ki yapabiliyoruz, zaten kendiliğinden yaptığımız bir şey. Demek ki Hazreti Ebubekir radıyallahu anh’ın söylediğini yaşamak aslında hiç zor değil! Ama tanımak lazım, tanımak gerekiyor. Değil mi? Tanımak için de önemsemek gerekiyor, kesinlikle. Sizde bu yetenek kendiliğinden var. Sizde hazır olan bu yeteneğin, yani uygulanması zor olmayan bu mekanizmanın kullanılabilmesi için tek gereken şey, o işi önemsemek. Biriniz beni hiç önemsemiyor olsa, burada oturduğu halde bana hiç bakmasa beni tanımaz ki. Sahneye çıktığım zaman da kim çıkmış fark etmez, rolden başkasını görmez. Eğer kişi tüm işlerini Allah’la ilişkilendirirse ve tanrılık kriterini hayatına sokarsa, o zaman Hz. Ebubekirin bu açıkladığını yaşarken uygulamaya başlar. Çünkü o mekanizma bizde var ve onu kullanıyoruz. Ama yanlış yerde! O kullanımı yerine çekersek, hayat oyununa bakınca onu ilminde dileyeni görüp “ya Allah!” deriz, sonra Allah ne dilemişse onu görürüz. Hüseyin dilemiş, Zehra dilemiş demek zor olmaz ve o zaman iş çok değişir; EDEB başlar.
“EDEB YA HU” DENİLEN NEDİR?
Sizinle molada karşılaşsak bana sahnedeki rolüme göre mi bakar ve davranırsınız, yoksa arkadaşlığımıza göre mi? Rolüme göre değil, tanıdığınız “BEN”e göre davranırsınız değil mi? Bu örnekte hakikat ne? Ben sizin arkadaşınızım, hakikat bu. Bana bu hakikate göre bakar, hitap eder, davranırsınız. “Sahnedeki fakir geldi, boş verin, onunla ilgilenmeyelim” demezsiniz, rolüme göre davranmazsınız. Bunu hayat sahnesine getirdiğinizde, insanlara rollerine göre değil de onlardaki hakikate göre davranırsanız çok önemli bir şeyi yaşamaya başlamış olursunuz: İşte İslamiyet’teki EDEB odur! “Edeb Ya HU” denilen odur. Tiyatroda bana arkadaşınız olarak, tanıdığınız hakikate, tanıdığınız “BEN”e göre davrandınız, rolümdeki “BEN”e göre değil. Bunu tiyatroda yaptığınız gibi, hayat sahnesine dönünce de insanın hakikatine göre davranarak yapacaksınız. Önce onu sonra rolü görüyorsun zaten! Bu edebi Allah yolunda kullanacağız. Edeb, rolüne göre değil hakikatine göre davranmaktır. Ve buna önce kendinde başlamalısın! Hakikatine göre davranman gereken önce kendinsin! Çünkü sen kendi hakikatine zulmediyorsun! Önce, nefse zulmetmekten kurtulmak lazım. Kendindeki hakikate göre davranırsan nefsine zulmetmemiş olursun!
KUR’AN’DA VE HADİSLERDE
BAHSİ GEÇEN ESAS CİMRİ BUDUR

Şuna lütfen dikkat edin: Bir yerde, bir yazıda bir konuşmada konu tanrıya yönelikse, yani tanrılık ilan ve iddiasına uygun ise insanlar onu severler. Eğer konu Allah’a yönelikse çok sevilmez. Mesela, İslamiyet tanrıya yönelik anlatılırsa, iddia edilen tanrılığı fark ettirmeyecek hatta güçlendirecek şekilde ele alınırsa çok sevilir. O yüzden, birçok yazıda, vaazda İslamiyet adına “nasıl İYİ İNSAN olunur?” anlatılıyor. Çünkü insanlar onu istiyor, onu seviyor. Neden? Çünkü gerçekte Allah’ı değil kendilerini seviyorlar, bu yüzden de iyi insan olmak için vaaz dinliyorlar, o yazıları okuyorlar. Tanrı kendini çok sever, hep! Bu yüzden her şeyi verir, ama aklını, iradesini, varlığını veremez. “Akıl benim veremem, irade benim veremem, “BEN” benimim veremem…” der ve veremez. Esas cimriyi fark ettiniz mi? Kur’an’da ve hadislerde bahsi geçen ESAS CİMRİ budur, tanrılığını ilan edendir esas cimri. O veremez. Bu yüzden, eğer siz İslamiyet diye iyi insan olmayı anlatırsanız sizi çok okuyan, çok takip eden, çok seven olur. Çünkü siz Allah maskesi altında ona “güçlü tanrı” olmayı öğretiyorsunuz, anlatıyorsunuz, elbette hoşuna gider. Demek ki, bir yazıda, bir konuşmada bile işi tanrıyla, tanrılıkla ilişkilendirmek gerekiyor: Yazan tanrı mı, konuşan tanrı mı, okuyan veya dinleyen tanrı mı? Eğer kendinizdeki tanrıyı önemsiyorsanız, ondan kurtulmayı hedefliyorsanız, bunu o derece uygulayın ki, hayatınızdan “tanrılık iddiasını” söküp atabilesiniz.
BİZİM “İYİ” DEDİKLERİMİZ
 ALLAH İNDİ’NDE İYİ Mİ ACABA?

Bu hayat öyledir ki, kişi kendisini ifade etmek için, takdim etmek için “BEN” dediğinde bilmeden tanrılığını ilan ediyor. Çünkü dünya yaşantısı bu sistem üzerinedir. “BEN müstakilen varım ve muhtarım” algısı yüzünden, kişi bilmeden, farkında olmadan tanrılık ilanında bulunur. Böyle bir yaşantı var. Bu bir suç değil, bu dünyadaki yaşantının temeli budur, herkes kendisini tanrı ilan edecek bir formatla yaşamaya başlar. Tanrılık iddiası ve ilanı olmaksızın bu dünya yaşantısı olmaz, olamaz! Dolayısıyla, tanrılık ilan etmek için bir özel gayret gerekmiyor, “ben tanrıyım, ben ilahım” demek de gerekmiyor, yaşantının kendisi bu zaten! Bu dünyaya gelen bir kişi kendisine “BEN” dediği zaman, kendisini ifade etmeye başladığı zaman bu iş başlıyor.
Kişi dünyaya tanrılık iddiasıyla, yani “ben müstakilen varım ve muhtarım” zannıyla geldiği için, eğer bu kişi iyi insan olursa biz ona hümanist tanrı, kötülükte uç noktalarda biriyse ona da narsist tanrı deriz, bu yüzden. İnsanların büyük çoğunluğu bu haldedir. Bunların içerisinden yalnızca Allah’ın seçtiği, dilediği kullar, kendilerini tanrı ilan etmekten kurtulurlar ki bunlara da “Billahi hakikati”ni fark etmişlik manasında “B” insan dedik. Bu tasnif yapılırken hümanist tanrı, narsist tanrı değil de iyi insan, kötü insan denirse ki böyle kullanılıyor, o zaman yanılma başlıyor. Biz bu beşeri tasnife yeni bir şey yerleştirmeye çalışıyoruz: TANRILIK KRİTERİ. Hiç alışmadığımız, hiç duymadığımız bir şey bu! Biz “iyi insan, kötü insan” şeklinde sınıflandırma yapmaya alışığız. İyi insanların yanında olmaktan, onlarla birlikte yaşamaktan memnun oluruz. Narsistlerden ise uzak olmaya çalışırız. Bu noktada şöyle bir soru sormak gerekiyor: Bizim “iyi” dediklerimiz Allah İndi’nde iyi mi acaba? Acaba bizim memnuniyetimiz Allah’ın da memnuniyeti mi, yani cennet hali mi? Değil! Niye? Çünkü bu tasnif beşeri! Biz tasnifi insanca ve insan kriterine göre yapıyoruz, “iyi insan, kötü insan” derkenki tanımlamada kriter beşeridir. Ve dikkat ediniz lütfen, her alanda hayat tamamen bu kriter üstüne bina edilmiştir. Dünyada yaşarken hakikati fark etmesi dilenmiş birisi varsa, bizim paylaşmaya çalıştığımız bu kriteri, tanrılık kriterini ancak o önemser, ancak o böyle düşünür: La ilahe (tanrılar yok, hatta sen yoksun) İlla Allah! Ancak böyle düşünmeye başladığınız zaman sizi oluşturan esma’ül hüsna kompozisyonunu, kendinizdeki Rab gücünü ve neye “tanrı” dediğinizi fark etmeye başlarsınız. Diğeri farkında değildir, hayatını yaşar gider… Farkında olmayan birisine gidip bunu anlatsanız size kızar, bu konulardan bahsetseniz sizden rahatsız olur. Bu anlattıklarımızın neden herkese cazip gelmediğini, gelmeyeceğini biraz anlatabildim mi? Alıcısı yoktur. Bu konular, ancak Allah’ı hakkıyla tanımak gibi bir hedefi olana caziptir ki o da zaten Talip’tir. Neye? Allah’ı hakkıyla tanımaya ve gereğini yaşamaya!

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-44-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti