Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 44

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 7 Ağustos 2018 Salı 13:35:56
 

CENNET, ÂMENTÜ BİLLÂHİ DEYİP
SÂLİH AMEL YAPAN KULLAR İÇİN
Kur’ân-ı Kerim’i ders yapan görür ki Âmentü Billâhi îmanını ve salih ameli (o imana uygun davranmayı) bir yaparak yaşayanlara Allah vaatte bulunmuştur; Mâide-9: “Allah, îman edip sâlih amel işleyenlere (şöyle) va’detmiştir: Onlar için mağfiret ve ecr-i azıym vardır.” Fetih-29: “Allah, onlardan îman edip (bunun gereği) sâlih amel edenlere mağfiret ve ecr-i azıym va’detmiştir.”
Allah vaad ediyor. Allah’ın bir özelliğidir, O’nun bir ismi vadinden caymayandır. Bu iki âyetteki vadinden anlıyoruz ki cennet Âmentü Billâhi deyip bu beyanın gereğini yaşayanlaradır. Âmentü Billâhi bir beyandır, ilândır. Bu beyan, Safa Tepesi’nden, Efendimiz (SAV) in bizlere bir sünnetidir. Efendimiz çıktı, o tepeden ilan etti, beyan etti; La ilâhe İllallah Muhammeden Rasûlullah. Gelenler “biz ne diyelim?” dediler, “Âmentü Billâhi deyin” dedi. O beyan etti, gelenler de beyan ettiler. İşte cennet, Âmentü Billâhi deyip sâlih amel yapan kullar içindir. Peki, cehennem nasıl kullar için?
Yasin-30: “Yâ hasraten alel ıbâd: Ne yazık şu kullara.” Rabbim söylüyor bunu: Ne yazık şu kullara! Yasin Suresi’nde oraya gelince dikkat edin, korkun… Aman ya Rabbi! Bi rahmetike yâ erhamer rahımiyn, Rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve in lem tağfirlenâ ve terhamnâ le nekûnenne minel hâsiriyn. Rabbimiz, nefsimize çok, çok büyük zulmettik, eğer merhamet etmezsen, bağışlamazsan hüsrâna uğramışlardan oluruz yâ rabbi.  Allâhümme inniy eûzü bi rıdâke min sehatike ve bi muâfetike min ukûbetike ve bi rahmetike min gadabike ve eûzü bike minke, la uhsiy senâen aleyke ente kemâ esneyte alâ nefsike. Allahım, hoşnutsuzluğundan rızâna, cezalandırmandan affına, gazabından rahmetine sığınırız. Allahım senden sana sığınırız. Biz hiç bir zaman anlayamayız yâ Rabbi, senin kendine olan senân gibi sana senâ edemeyiz, bunu da itiraf ederiz Allahım.
“Ne yazık şu kullara” denilen kulların özelliği nedir? Cehennemlik kulların özelliklerini öğrenelim ki kaçalım, korkalım, Allah’a sığınalım; cennetlik kulların özelliklerini öğrenelim ki onları hırsla, şevkle, bu konuda birbirimizle yarışarak yapalım. İkisini de bize Kur’ân öğretiyor. Kur’ân’la öğreten kim? Rabbimiz! Rab öğretmendir, öğretendir. Bizim öğretmenimiz Rabbimiz. “Rabbim” dediğimiz zaman bir bakıma “öğretmenim” diyoruz, bana öğretenim, Rabbim… Allâhümme ente rabbiy:  Allahım, sensin Rabbim. “Allâhümme ente rabbiy” seslenişi böyle müthiş bir şey…
PEKİ, CEHENNEM NASIL KULLAR İÇİN?
Cehennemlik kulların en önemli özelliğini Enbiyâ Sûresi 29. ayetten öğreniriz. Ayeti özellikle paylaşıyoruz, çünkü çok önemli: “Onlardan kim ‘Muhakkak ki, ben dûniHi bir ilâhım’ derse, onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zâlimleri böyle cezalandırırız.” Bu âyet çok açık, çok net olduğu halde dünya hayatındaki esfele sâfiliyn idrak, insanın bakışını öyle yapmıştır ki çok somut olan bu mânâyı göremez, göremediği için de ürkmez. Diyelim ki bir yolda gidiyorsunuz, farklı dilde bir uyarı var, “ileride uçurum var” yazıyor. Siz o dili önemsemediğiniz, bilmediğiniz için şarkı türkü yola devam ediyorsunuz. Oysa levhalar “yolun sonunda uçurum var, uçuruma şu kadar kaldı” diye durmadan uyarıyor. Biz işte öyle ömrümüzle ilgili sürekli uyarılıyoruz. Ama farkında değiliz. Bir mübarek bunu öyle fark etmiş ki, saatin saniyesinin çıkardığı tık, tık sesini bu yüzden dinleyemiyor. Kendisini ömürle ilgili öyle kaptırmış ki her tıkta ömrünün saniyesinin gittiğini yaşıyor. Saat tık, tık ettikçe, şu kadar kaldı, şu kadar kaldı… ödü kopuyor. Ama bunu fark etmeyen şarkı türkü uçuruma yuvarlanıp gidiyor. Âyetlere kulak vermeyen insan uyarıyı duyuyor ama geçip gidiyor. Uçurum varmış, ateş varmış hiç korkmuyor. Okuyamadığı için, görmediği için! Enbiyâ-29 uyarıyor: “Onlardan kim ‘muhakkak ki ben dûniHi bir ilâhım’ derse, biz onu cehennem ile cezalandırırız. Zâlimleri böyle cezalandırırız.” Bir kaç adım ilerleyip mânâyı kendimiz için daha anlaşılabilir hale getirelim. Ayet “muhakkak ki” diye başlıyor. Demek ki tereddütsüz! Yani kişi “şahidim ki, hiç tereddüdüm yok ben dûniHİ bir ilâhım” diyor. Cehenneme gitme sebebi bu! Rabbimizin “yazık oldu şu kullara” dediği kişiyi tanımlayan cümle bu. “Ya hasreten alal ibad” hitabı, kişi bunu dedi, bunu yaptı diye: Muhakkak ki, ben dûniHİ bir ilâhım dedi. Yani hiç tereddüdü yok!
KUR’ÂN’I ÖTELERSEN SENİ DE ÖTELERLER
“DûniHİ” kelimesi bizim için Kur’an’daki anahtar kelimelerdendir. Bu kelime için meallerde “Allah dışında, Allah’tan gayrı” yazılıyor. Bu meal kişiyi esfele sâfiliyn idraktan kurtaramaz. “Benim Allah dışında bir putum, öyle bir iddiam yok” dersiniz ve âyeti ötelersiniz. Zaten asıl mesele ayetleri ötelemektir, insan birçok âyeti kendisiyle alakalı görmüyor ve öteliyor. “Bu ayet geçmişi, bu ayet münafıkları, bu ayet kâfirleri, bu ayet ehli kitabı anlatıyor” deyip, bir gerekçe bulup öteliyor. Bu durumda size yalnızca cenazelerde Fâtiha okumak kalır. Pide yiyinceye kadar! Pide yiyip ayranı içtiniz mi dünya işleri başlar. Rahmetli unutuldu gitti. Muhafaza ediver Allahım. Şu gerçeği unutmayalım: Kur’ân’ı ötelersen seni de ötelerler.
Enbiyâ Suresi 29. âyeti önemle hatırda tutmalıyız: Ayet bize demek istiyor ki, “dûniHİ bir ilâhım” diyende bir yanılgı var: Allah’ın dışı var yanılgısı! İşte bunu kendimizde arayıp bulmalıyız. Eğer dûniHİ’ye mealen “Allah’tan gayrı, Allah’tan başka” manasıyla bakarsanız, “benim öyle bir iddiam yok” der, kendinizi o işten sıyırırsınız. Öyle değil. “DûniHİ” kelimesi ile ayet bize bir idrakı anlatıyor, diyor ki: Yanılgı içinde olan bir idrak var. Ondaki yanılgı Allah’ın dışı var algısıdır. O yanılgıyı fark etmek isteyenlere Aşağıların Aşağısı kitapçığına veya yazılarını öneririm.
“KİM, BEN MÜSTAKİLEN VARIM VE
 MUHTARIM DERSE, BİZ ONU
CEHENNEMLE CEZALANDIRIRIZ”
DûniHİ algı İhlâs Sûresi’ni doğrudan reddetmektir. Doğrudan! DûniHİ algı “Allah Ehad ve Samed değildir” demektir. Efendimiz (SAV)’in hadisinden öğrendik; o Hakk’ı iptal etmekti. Hakk’ı iptal etmek ise Allah Ehad ve Samed değildir demekti. Çünkü o algıyla kişi Allah’ın dışı var sanıyor ve kendisi dâhil tüm yaratılanları oraya koyuyor, orada “müstakilen varım ve muhtarım” diyor. İşte bunu diyen, böyle düşünen ilâhtır. Âyet “bunu yapan cehenneme gider. Böyle yapan zâlimdir, bu suiistimali yapan yani Hakk’ı örten/saklayan zâlimdir ve biz zâlimleri cehennemle cezalandırırız” diyor. Zâlim hakkını vermeyendir. Bu algıdaki kişi Allah’ın Ehad ve Samed oluşunun hakkını vermiyor, dûniHİ algısıyla Allah’ın bu hakkını örtüyor. İşte bu zâlimleri cehennemle cezalandırırız. O halde, bu tefekkürle âyeti biraz geniş meâllendirip Enbiyâ-29’u günümüzün diliyle söylemeye çalışalım. Öyle bir dil bulalım ki mânânın içine düşelim, o mânâ bizi kapsasın ve ondan bir davranış biçimi çıkaralım. “Onlardan kim, bir tereddüdüm olmaksızın ilân ederim ki ben müstakilen VARIM ve muhtarım derse, biz onu cehennemle cezalandırırız.” Enbiyâ-29’dan çıkan mânâ budur, ayette bize kurtulmamız gereken idrak tarif ediliyor, bu idraktan kurtulun, mutlaka kurtulun deniyor.
Âyette geçen “onlardan kim” dedikleri günümüzde çoktur. Bu yüzden bu yazılanları kolay kolay okuyan olmaz. Anlayın ki bu yazıları okumanızın ve gereğini yaşama gayretine girmenizin Allah’ın izniyle değeri çok yüksek. Biraz sonra değeri çok yüksek bir başka şey daha gelecek.
FİRAVUN PERDELERİ VAR, DİKKAT!
Enbiyâ Sûresi 29. âyeti “Onlardan kim, bir tereddüdüm olmaksızın ilân ederim ki ben müstakilen VARIM ve muhtarım derse, biz onu cehennemle cezalandırırız” şeklinde anlaşılmalıdır dediğinizde size söyleneceklere karşı bir iki cümle paylaşalım. Geçmişte firavunlar vardı, günümüzde firavun perdeleri var. Tarihte kendileri vardı, şimdi perdeleri var. İçinde “Ben ilâhım” ilanı geçen âyetleri okuyunca “geçmişte firavunlar bunları söylemiş, günümüzde kimse çıkıp ‘sizin tanrınızım’ demez, dese onu kimse dinlemez” diyenleri duyarsınız. Doğru, öyle söyleyeni kimse dinlemez. Bazı menfaatleri sebebiyle dinleyen iki üç sapkın mürit bulunabilirse de “ben sizin tanrınızım” diyeni kimse dinlemez. Ama geçmişte firavunlar bunu yaptı, ülkeleri nesiller boyu böyle yönettiler. Fakat biz “bu olay geçmişte kaldı, tarihî bir bilgi” deyip âyeti tarihte bırakırsak, Allah muhafaza etsin, bu bir firavun perdesidir. Bu nedenle ötelediniz, ayeti tarihe gömdünüz, göremediniz ve perdelendiniz. İlki budur, işi tarihe mahkûm etmek. İkinci hususu izah edebilmem için yoğun dikkatiniz gerekiyor, o gün firavunun dediğiyle, bugün söyleneni kıyaslayacağız, aynı mı değil mi? Öteleyen “bunu geçmişte firavunlar söyledi, günümüz için komik olan bu iddiada bulunanı kim dinler?” dedi ve bu bakışıyla âyeti hükümsüz yaptı. Ona göre bu âyetin hiç bir hükmü kalmadı. Artık o kişi bu âyeti bilse ne olur bilmese ne olur, âyet geçti gitti. Diyoruz ki, eğer bir kişi Allah’ın dışı var zannediyorsa, kendisini de orada yaratılmış sanıyorsa, yani kendini müstakilen var ve muhtar zannediyorsa Allah’a karşı ilâhlığını ilân etmiş olur! Bu, Allah’a inandığı halde böyle düşüneni tarif ediyor. Bir de hiç inanmayanı düşünün. Kim böyle düşünürse, müstakilen varım ve muhtarım derse ilâhlığını ilân etmiş olur. Firavun da ilâhlığını ilân etmişti. Ha, o ayrıca halka “ben sizin de ilâhınızım” dedi, halk da ona taptı. Önemli olan şu: 1) Firavun neden “ben ilâhım” dedi 2) Neden “sizin de ilâhınızım” dedi? Günümüzde İslâm’ı anlamak için önemli olan ve günümüzde bize sevap kazandıracak olan bunu anlamaktır. O gün Hz. Mûsa kavmi için firavunu reddetmek, “Ben Allah’a inandım” demek yetiyor olabilir, bugün o yetmez. Bugün kişi öyle inanıyorsa Mûsa Kavmi idrakında kalır. Biz Muhammedîyiz, Muhammedî olmak başka bir şey! İnancımız hangi Rasûl’ün anlattığına uyuyor acaba? Muhammedî idraka mı, Mûsa kavmi idrakına mı? Firavun anlattığımız asıl şirki yaşadığı için o iddiada bulundu. Şirk iki basamaklıdır; birincil şirk, ikincil şirk. Birincil şirk asıl şirk olmasına rağmen fark edilmediği için insanlar ikincil şirklerle meşguldür. Oysa o varken ikincil şirkler önemli değildir. Günümüzde, ikincil şirklerle meşgul olan, şirkin kaynağını kurutamayan işi çözemez. Birincil şirki çözersen ona bağlı diğer şirkler kendiliğinden düşer. Birincil şirk dururken diğerlerinden kurtulman bir şeye yaramaz. Birincil şirk sizin “Müstakilen varım ve muhtarım” demenizdir, dûniHİ idrakla düşünmenizdir. Asıl şirk budur. Firavun insanların ilâhı oluşunu bu iddiası ile üretiyor. Mekke müşrikleri böyle düşündükleri için putları buradan üretiyorlar. Güneşe tapanlar dûniHİ düşünüp kendilerini de güneşi de muhtar ilan ettikleri için kendilerine tanrı üretmişler. Âyetler onlar için “kendilerine rab uyduruyorlar” diyor. DûniHİ idrak asıl/birincil şirktir, ikinciler bu idraktan türer. Firavun’un “ben sizin ilahınızım” diyerek işlediği ikincil şirktir. O şirkin sebebi ise ondaki birincil şirktir. Bütün mesele birincil şirkten kurtulmaktır. Ondan kurtulan şirkin tamamını silmiş olur. “Aşağıların Aşağısı” yazılarında o şirki geniş ele aldık.
“YAZIK OLDU ŞU KULLARA” DENİLEN KİŞİ MÜSTAKİLEN VAR VE MUHTAR OLDUĞUNU
İLAN ETTİ. ONLARDAN OLMAYALIM
Enbiyâ Sûresi 29’dan öğrendiğimizi özetleyelim: “Yazık oldu şu kullara” denilen kişi müstakilen var ve muhtar olduğunu ilan etti. Âyet onu bu özelliği ile cehennemlik olarak tarif etti. “Yazık oldu şu kullara” ile cehennemlik idrak tarif ediliyor. Bu durumda bize düşen nedir, ne yapacağız? Fırsat varken, o idraktan korunmaya, kurtulmaya çalışacağız. Aksi halde, fırsatı kaçıranlara yazık oldu deniyor. “Yazık oldu size” denmesin, fırsat elimizdeyken değerlendirelim inşâAllah. Enbiyâ-29’daki, “Tereddüdüm olmaksızın ilan ederim ki müstakilen varım ve muhtarım” cümlesi bir idrak beyanıdır, dûniHİ idrak bunu ilan ediyor. Bu ilan o idrak için bir şehâdettir, bir delildir. Âyetler bize “kendinize cehennem için delil üretmeyin” diyor. Peki, cennet için delil üretebilir miyiz? “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâhil aliyyil azıym”  de bir ilandır ve cennet için bir delildir, söylediğinizde dosyanıza bir delil olarak konur. Mahkeme-i Kübrâ’da hesabınız görüleceğinde dosyanız açılıp deliller incelendiğinde “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâhil aliyyil azıym” bir delildir. Kimi dosyalardaki “ben dûniHİ ilâhım, müstakilen var ve muhtarım” iddiası ve şehâdeti de bir delildir. Bu illa sözlü olmayabilir, kişi onu söylememiş olabilir, öyle yaşıyorsa da aynı şeydir. Mutlaka diliyle söylemek gerekmiyor. Böyle yaşıyorsa! Yaşamak da bir ilandır! Buna mukabil “Lâ havle ve lâ kuvvete” şehâdeti de bir delildir. Dünya hayatında böyle iki farklı şehadet var. Bu iki şehadete ait ahirette iki ayrı karşılık olduğunu unutmayalım. Bu iddiadan, “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” şehâdetinden nasıl kurtulacağız? Öğretmenimize soruyoruz: Öğretmenim, Rabbim, nasıl kurtulacağız? DûniHİ şehâdete karşı ne yapmamız lazım? Böyle sorana, yakarana Rabbimiz şehâdet edeceği şeyi öğretiyor: Kelime-i Şehadet! Kurtuluşumuz için öğretilen Kelime-i Şehâdet’i ele aldığımız 29. Tefekkür Şemamızı web sayfamızdan lütfen okuyunuz. “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiası ve şahitliği cehennem sebebi, bu şehadet cehennem için delil. Kurtulmak isteyenin nasıl şehâdette bulunacağı, hangi gerçeğe şahitlik edeceği bize Muhammed Suresi 19. ayette öğretilir…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER