Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 57

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Ağustos 2018 Pazartesi 14:04:15
 

ONLARIN EKSERİYATI ALLAH’A
ÎMAN EDİYOR AMA ONLAR MÜŞRİK!
 “Elif Lâm Mîm Râ, bunlar kitabın âyetleridir. Ve o kitap Rabbinden sana inzal olunan Hakk’tır. Fakat insanların ekseriyeti îman etmezler.” (Ra’d 1)
Efendimiz (SAV)’e tebliği geldiği zaman istiyor ki herkes koşsun, inansın, kabul etsin, Rabbinin yoluna böyle hırs gösteriyor. Rabbi ise Yusuf 103’de “hırs göstersen de çoğu mü’min olmaz”, Kasas 56’da “sen sevdiklerine hidayet edemezsin” buyuruyor. “İnsanların ekseriyatı îman etmez, amentü Billâhi ve Rasûlihi demez” ifadesini okuyunca “bu inanmayanlar için, biz inanıyoruz” deyip çok önemsemediniz diyelim, bir de şu ayete bakın. Ayete çok özen gösterelim, bu ayetle ilgili zihnimizde hızlı, acil ders yapalım ki o ders bizde korku oluştursun, bizi araştırmaya sevk etsin: Yûsuf 106: “Onların ekseriyeti ancak müşrikler olarak Allah’a îman ederler.”
Anlattıklarımız için “acaba?” diyene bu ayet yeter, Yûsuf-106 doğrudan inananlar için, inanıyorum diyenler için: Onların ekseriyatı Allah’a îman ediyor ama onlar müşrik! Muhafaza buyur ya Rabbi. Tehlikeyi fark ediyor muyuz? İşte bu tehlikeyi anlatmaya çalışıyoruz. İnanıyor olmak iyi insan olma çalışmaları değildir. Bu iş büyük, korkunç ve tehlikeli! Efendimiz (SAV); “sizi büyük bir tehlike için uyarmaya, fark edenleri de müjdelemeye geldim” diyor. Onların yani inanıyorum diyenlerin ekseriyeti müşrik olarak îman ediyorsa geriye ne kalır? Tüm insanları düşünün, ayet “onların çoğu îman etmez” dedi. İman ediyorum diyenlere geldi, “onların çoğu müşrik olarak îman eder” buyurdu. Elde ne kaldı? Nasıl bir tehlike! Hedefimiz Allah’a kulluk etmek, ama müşriksek nasıl kulluk edeceğiz? Müşrik olarak îman etmek ne demek bir bakalım, âyeti günümüze taşıyalım.
İSLAM’DAN DAHA MODERN
BİR HAYAT TARZI YOKTUR, OLAMAZ
Aşağıların Aşağısı yazılarında ele almıştık, şirk esasen ikiye ayrılır; birincil şirk, ikincil şirk. Böyle bir ayrıma bizim yazılarımız haricinde belki de rastlamadınız ama bu tasnif şirkin daha kolay anlaşılmasını sağlar. Birincil şirk fark edilmediği için önemi görülemiyor. Esfele Sâfiliyn için kuraldır: Bir şey ne kadar önemliyse o kadar fark edilmez, ne kadar işe yaramazsa o kadar çok önemsenir ve yapılır. “Bunun dinde yeri yok” denileni bir dini görev addedip deli gibi yapar. Örneğin ahirete intikal etmiş biri için, şu gün, şu gün gibi dini vecibeler yoktur, ama o onları daha fazla yapar. Câmiye uğramaz ama uydurduğu görevleri deli gibi yapar. Allah muhafaza etsin. Yanlış bir modern tarifi ile kendilerini modern zanneden yaşantıdakiler için söylüyorum, İslam’dan daha modern bir hayat tarzı yoktur, olamaz, mümkün değil! Uydurdukları modernlik içerisinde “dini görevlerimizi de yapıyoruz” diye dinde bulunmayan her şeyin delisi olanlara dikkat edin, esas yapılması gereken şeyleri yapmazlar. Demek ki çok yapılana dikkat etmek lazım. Esfele sâfiliyn yanlışı çok sever, onu yaptırır durur. Aynı esfele sâfiliyn önemli şeyleri ise fark edilmemesi için örter. Birincil şirk de bunlardan biridir.
BİRİNCİL ŞİRK NEDİR, İKİNCİL ŞİRK NEDİR? ASIL KENDİMİZİ ALLAH’A ORTAK
 KOŞUYORUZ AMA HABERİMİZ YOK
Birincil şirk bir kişinin “ben Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasında bulunması ve buna göre hayat tarzı oluşturmasıdır. Bu esas şirktir, şirkin kaynağıdır, o nedenle birincil şirktir. Diğer şirk dediklerimiz ikincil şirktir. Örneğin kişinin paraya çok tamah etmesi ikincil şirktir. Bu liste uzar gider, hepsi ikincil şirktir. İkincil şirkler kalkınca şirk kalkar yanılgısı yüzünden müslümanlar “biz şirk ehli değiliz” diyorlar. Tehlike ve yanılgı budur. “Allah’a ortak koşmayın” denildiğinde ortağın ikincil şirkler zannedilmesi yüzünden “ben hiçbir şeyi Allah’a ortak koşmuyorum, bir putum yok” diyoruz. Oysa kişi asıl kendisini ortak koşuyor ama haberi yok, tehlikeden habersiziz! Ortak sensin! Mal mülk, makam, mevki ne varsa hepsi bu ortağın oyuncakları! Yûsuf Suresi 106. ayet “onların ekseriyeti müşrikler olarak Allah’a îman eder” dediğinde, âyetin nazil olduğu o dönemde Mekke’de yaşayan müşrikler birincil şirkin zaten içindeler, ama görünen ve kendisiyle savaşılan bir de ikincil şirkleri var. Mekke müşrikleri Allah’a inanıyor ama müşrik olarak, çünkü bir de putları var. O günkü tablo böyle. Bu yüzden, Efendimiz (SAV) tebliğini yaparken onları Allah’a inanmaya çağırmadı. Buraya lütfen dikkat edin, onlar zaten inanıyordu. Onlara “gelin Allah’a inanın” deseydi tebliğin bir cazibesi olmazdı. Zaten inanıyorlar. Bugün bir kişi, “Efendimiz (SAV) onları Allah’a imana çağırdı ama inanmadılar, ben o çağrıya uydum, Allah’a inanıyorum” derse idraken çok geriye gider, Hz. Mûsa kavminden olur, o kadar eski bir idraka gider. Ama insan böyle inanıyor. Fakat günlük yaşantısında eskiye, geride kalmışa karşı! “Hangi dönemdeyiz, siz hala bu tekniği kullanıyorsunuz” diye anne babasını eleştiriyor, yeni bir telefon modeli çıktığında değiştiremedim diye uykusu kaçıyor, ama ahireti için ona Efendimiz (SAV)’in tebliği değil de çağlar öncesinin tekniği yetiyor.
KENDİ UYDURDUKLARI
ALLAH’A ÎMAN EDENLER!
Efendimiz (SAV) Âmentü Billâhi dedi, bunu beyan etti. Bu tebliğdeki Billâhi anlamı o günkü müşrikler anladılar ve Efendimiz’e “senin anlattığın Allah’la bizim inandığımız Allah aynı değil” deyip geri dönüp mütekebbir olarak gittiler. Mütekebbir olarak dönüp gitmek nedir, bunu konuştuk, biliyorsunuz. Efendimiz (SAV) onlara “gelin Allah adına BEN” deyin dedi. Onlar “hayır” dediler. Kendi namına “BEN” dedikleri hayatı tercih ettiler. Onu yaşarken o “BEN”in ihtiyaçlarını da yerine getirdiler; put yaptılar, şunu yaptılar, bunu yaptılar. Sonuçta Efendimiz (SAV)’in açıkladığı Allah’ı, o Allah’ın vasıflarını, O’nun Ehad ve Samed oluşunu kabul etmediler, kendilerine bir rab uydurup ona “Allah” ismini verdiler ve kendi uydurdukları Allah’a îman ettiler. Uydurduğu ve adına “Allah” dediği bir şeye “inanıyorum” demekle, kimse Efendimiz (SAV)’in tebliğinin kapsamına giremez. Bu yüzden kendi inanışımıza bakacağız: Ben Efendimiz (SAV)’in açıkladığı Allah’a mı inanıyor, ona mı Âmentü Billâhi diyorum, yoksa kafamdan bir rab uydurdum da ona mı Allah diye inanıyorum? Allah’ı siz bilemezsiniz, O’nu bize Efendimiz (SAV) anlatıyor, tanıtıyor. Kişinin zannıyla uydurduğu bir rabba inanıyor olması ikincil şirktir. Asıl önemli olan onun bunu yapma sebebidir ve o birincil şirktir. O şirkin kaynağı “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıdır. Eğer günümüzde, inanan bir kişi “müstakilen varım ve muhtarım” zannıyla yani dûniHİ algı ve zannlarıyla Allah’a yöneliyorsa o bu âyetin söylediğidir: Ekseriyeti (dûniHİ algı ve zannlarıyla) Allah’a müşrik olarak inanır. Allah’ın dışı var, kendisi de dışında müstakil bir varlık ve tercihini Allah’a kullandığını zanneden böyle inanıyor demektir.  
KORKALIM VE ŞEHADETİMİZİ
YENİDEN BEYAN EDELİM
Bir parantez açalım: Allah’a kulluk yapmak nedir, bunun zihnimizde yerine sağlam oturması için konuyu farklı tekrarlarla ve tanımlarla basamak basamak hep ilerletmeye çalışıyoruz ki buna İdrak Seyahati diyoruz. İslâm anlatılırken kişinin idrakı doğru istikamette istasyon istasyon ilerletilmeli, tren doğru yönde peyderpey ilerlemeli. “Ekseriyeti müşrik olarak Allah’a îman eder” âyeti bizi çok korkutmalı. O ayet kapsamında olmaktan korkup, öyle olmadığımızı beyan edelim: Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasulühu. Allahım kesinlikle şehâdet ederim ki müstakilen VAR ve muhtar ancak SENsin, başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur. Başka müstakilen VAR ve muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, YOK hükmündedir. Yine kesinlikle şehâdet ederim ki Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Kulun ve Rasûlündür. Allahım, şehâdetimizi kabul buyuruver, bu şehâdete uygun bir hayat tarzı lütfediver, canımızı bu şehâdet üzerine alıver, bu şehâdet üzerine bizi yeniden diriltiver (âmin). Şehadeti bu manada olmayan kendi adına “BEN” demiş ve tanrılar şirketine ortak olmuş olur, Allah muhafaza buyursun.
AYRICA MÜSTAKİL BİR HİSSETME YOKTUR, BÜTÜN HİSSETMELER ALLAH’INDIR
Dünya hayatında Allah’ın razı olduğu hayatı tercih etmeyene fâsık denir. Tanımını yaptığımız bu fâsık da elbette Allah’ın kuludur. Tevhid dili ile, fâsık da fâsık olmakla kulluğunu yerine getiriyor denir. Kesret dilinde fâsık, Allah’a kulluk yapmayandır, çünkü Allah’ın razı olacağı hayat tarzını tercih etmiyor, Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’ni kabul etmiyor, hatta şiddetle inkâr ediyor. Bu durumda fâsıkın vasfı kâfir olur, fâsık bu söylediğimizi yaparsa kâfir olur. Öyle fâsık hal vardır ki fâsık olduğunun farkında değildir; nefsinin cimriliğine, ihtirasına kapıldığı için vermesi gerekeni veremiyor, onu sıkı sıkı tutuyor, ilan ettiği müstakil “BEN”le ilgili bir hayat tarzı oluşturmuş ama müslümanlığın kurallarını da benimseyip yapmaya çalışıyor, yani fıskının farkında değil. Ama kafir olan hal öyle değil; bu Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi’ni kabul etmiyor, hatta şiddetle reddediyor, inkâr ediyor. Biz “başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur” diyoruz, o tersini söylüyor, “öyle bir şey yok” diyor. İşte bu fâsıkın etiketi “kâfir” yani inkâr eden olur. İdrakın pekişmesi için özetleyelim. Ona “sen müstakilen var ve muhtar değilsin, ancak Allah müstakilen VAR ve muhtar olandır” dediğimizde, bize “hayır, ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyor. Böyle demese de bu kâfir iddiaya göre yaşıyor. Onun yaptığı bu inkâr, bu örtücülük (lütfen dikkatle fark edin) Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’nun esası olan Allah’ın Kendini Hissetmesi’nin hakkını vermemektir. Burayı anlayalım. Bir inkârda bulundu, dedi ki “ben de müstakilen varım ve muhtarım. Allah’ın müstakilen var ve muhtar olduğunu kabul ediyorum ama ben de müstakilen var ve muhtarım.” Bu yaklaşım Allah’ın vasıflarını inkâr etmektir. Bu bizim Lâ ilahe illallah Kelime-i Tevhidi ile ikrar ettiğimiz mânâyı inkâr etmektir. İnkâr etmek bir şeyin hakkını vermemektir. Kişinin “müstakilen VAR ve muhtarım” dediği halin özü ondaki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’dur. Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu nedir, onun esası nedir diye merak ederseniz “Sen Tanrı mısın?” kitapçığına ve diğer kitapçıklarımıza lütfen bakın. Sizdeki Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu aslında Allah’ın Kendini Hissetmesi’dir, çünkü ayrıca müstakil bir hissetme yoktur, bütün hissetmeler Allah’ındır. Allah, insana ve bütün hissedenlere kendi hissetmesinden verir, bu yüzden bütün hissedenlerin hissi Allah’ın hissetmesidir. Aksi halde müstakil bir hisseden olur ki mümkün değil. Müstakil bir hisseden olursa (yani öyle zannederseniz), siz hissedişinize zulmediyor olursunuz. İlerleyen yazılarımızda Ana His’si ele alacağız. Çünkü “his” dediğim zaman kastımı tam anlatamadığımı biliyorum. Bizim şu anki bazı hislerimiz ikincil hisler, onlara sebep olan bir ana his var; Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ana histir. Bu ana hissin aslında cinsiyeti yoktur. Allah’ın o hissetmesi (o ana his) eğer bir erkek fetüse gelmişse kendini erkek hisseder, bir dişi fetüse gelmişse kendini orada dişi hisseder. İşte bunlar ikincil histir. Ama ana his Allah’ındır, cinsiyeti yoktur ve bizim “BEN” dediğimiz odur, “BEN” ona deriz. Sonra biz o ana hissi unutur, aynada gördüğümüze “BEN” demeye başlarız, o ayrı! Oysa aynada görülen şey tekasürdür, Kur’an ona tekasür diyor. Ona “BEN” deyince işler karışır. Tekasürü, “BEN”i, Kendinde kendine Göre Var olan Aşağıların Aşağısı yazılarında detaylı paylaşmıştık, bakabilirsiniz.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 57-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER