Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 75

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Eylül 2018 Pazartesi 13:10:02
 

İNSANI CEHENNEME GÖTÜREN DAVRANIŞ: MÜTEKEBBİR DAVRANIŞ
Fatiha Suresi’ni, “iyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn” ayetini tefekkür ediyoruz. Rabbimiz buyuruyor ki, söyle onlara, eğer onlar “iyyâKE na’budü ve İyyâKE nesta’iyn” demeseler neye yararlar? “İyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn” Allah indinde kulu böyle makbul yapan bir söylem ve bir davranış biçimidir. Önceki yazılarımızda şunu tespit etmiştik, mütekebbir olanlar “iyyâKE na’budü ve İyyâKE nesta’iyn” demezler, deseler bile kabul edilmiyordu. Zâhiren böyle söylüyoruz ama incelediğimizde öyle haller var ki orada “demezler” değil, “diyemezler” deriz. “İyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn”i duymak, söylemek önemli bir nasiptir, önemli bir ikramdır, bir hediyedir. Mütekebbir olanlar “iyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn” demezler. Eğer kişi mütekebbir ama farkında değilse ve de “iyyâKE na’budü ve iyyâKE nesta’iyn” diyorsa o söyleme ondan sayılmaz. İnsanı cehenneme yalnızca bir davranışın götürdüğünü de anladık: Mütekebbir davranış. Yalnızca mütekebbirler cehenneme girer. Bu kadar önemli bir anahtar kelime olunca, “mütekebbir kime denir, Kur’ân kime mütekebbir diyor?” onu ayetlerle anlamaya çalıştık. Bir şey daha tespit ettik: Kur’ân kime aslında “mütekebbir” diyorsa meâllerde ve tefsirlerde maalesef önce ona “mütekebbir” denilmiyor, mütekebbiri onlara değil de öncelikle başkalarına söylüyorlar. Böylece ne oluyor? Cehennemle ilgili çok önemli bir vasıf gözden kaçmış oluyor. Mütekebbirin tefsir ve meallerdeki en yaygın tanımlanış biçimini görmüştük, hatırlayın. Çünkü o mânâ şimdi bize lazım.
KİBRİYA ANCAK ALLAH’INDIR, MÜTEKEBBİR ALLAH’IN İSMİDİR. ALLAH’A ALÇAK GÖNÜLLÜ BAKAMAZ VE DAVRANAMAZSINIZ
“Mütekebbir” kelimesi kibirli davranan, kibirli insan diye meallendirilir ve kibir kötülenir. Oysa kibir çok şerefli bir vasıftır ve Allah’a aittir. Bunu altını çizerek bilmek lazım! Eğer “kibir” kelimesini kınıyorsak Allah’a ait bir vasfı kınıyoruz demektir. Âyetlerde kibirli insana kızılmasının sebebi, Allah’a ait olan bu çok yüce özelliğe, bu şerefli davranışa kişinin sahip çıkıyor olmasıdır. Ona kızarız, kibre değil. Çünkü Kibriya ancak Allah’ındır, Mütekebbir Allah’ın ismidir. Kur’an Mütekebbir ismine sahip çıkıp da ilah gibi davranana kızar, “sen Allah gibi davranıyorsun” der. Bunu fark etmeyip de kibre kızan, kibre küfreden Allah’a kızmış ve küfretmiş olur. Bu yüzden, Mütekebbir’i “kibirli insan” diye anlarsak manasını kavramak hiç mümkün olmaz, hiç Muhammedî olmayan bir amel çıkar. Biliyoruz ki Muhammedî olmayan da kendince kibirli insan olmamaya çalışabilir. Ama kibirli insan olmamayı başardı diye kişi cennetlik olmaz. Bu kibirli insan tanımı insanlara aittir, cennete veya cehenneme gidecek insanın tanımı ise Allah’a aittir, insanların tanımına göre gidilmez. Mütekebbir’e de Allah’ın tanımına göre bakmak gerekir demiş ve onu incelemiştik. Peki, Mütekebbir’in zıddı nedir? Kişi mütekebbir olmayacaksa, mütekebbir insan değilse ne olması lazım? Bunu genellikle alçak gönüllü olarak tarif ediyorlar, insan alçak gönüllü olmalı diyorlar. Âyet ve hadislerde mütekebbir kelimesi insanlar arasındaysa “kibirli insan” diye, Allah’a karşıysa “Allah’a büyüklük taslayan” diye meâllendiriliyor. Hatırlayacaksınız, bu konuda bir soru sormuştuk: Bir kişi Allah’a karşı nasıl büyüklenir, bu mümkün mü? Bir insana kendinizce büyüklenebilirsiniz ama Allah’a nasıl büyüklenilebilir? “Allah’a büyüklenmek nedir?” bunun tarif edilmesi lazım. Tanımları lütfen çok önemseyin. Dünya ve ahiretiniz için çok önemli bir hayat tarzı olan İslam’la ilgili bir davranış biçimi, bir kelime söylendiğinde “bunu bir tanımla” deyin. Tanımlayamayacaktır. Hanif olmayan kişi bir tanım yaparsa Kelime-i Tevhid’e uymadığını görecektir. Âyet ve hadislere ait bir tanım yapılıyorsa o mutlaka ve mutlaka “Lâ ilâhe İllallah, Muhammeden Rasulüllah” manasına uymak zorundadır. Uymuyorsa o bir Kur’ân tanımı değildir. Sorumuza dönelim: İnsan Allah’a karşı nasıl alçak gönüllü olabilir, bunu bir tanımlayın. “Şöyle yaparsanız Allah’a karşı alçak gönüllü olursunuz” denilerek yapılan tanımların aslında küfre girdiğini göreceksiniz. Allah’a alçak gönüllü bakamaz ve davranamazsınız. Mütekebbir’i kim böyle tanımlarsa Kur’ân’daki bu anahtar kelimeyi anlayamaz, fark edemez, Kur’ân’ı ve İslâm’ı da kesinlikle anlayamaz.
“BEN” KELİMESİNİ ÇOK SEVMEK GEREKİYOR. “BEN” KELİMESİ DOĞRUDAN “ALLAH”
KELİMESİDİR, BU KADAR ŞEREFLİDİR
Doğru anlaşılmadığı takdirde Kur’ân’ı ve İslâm’ı anlamaya engel olan kavramlardan birisi de “dûniHİ-dûnillah” kelimesi ile anlatılan anlayış ve idraktır. Aşağıların Aşağısı yazılarımız tamamen bunu ele almaktadır. Biz şimdi “Mütekebbir” kelimesi ile ilgili idrakımızı ilerletiyoruz ki Mütekebbir kelimesine de idrak seyahati ile gelmiştik. İdrak ilerletmesi yapacağız ama baştan söyleyelim: Eğer bir kişi mütekebbir için “kibirli, Allah’a büyüklenen insan” derse veya tasavvufî konuşan biriyse onu “benlik sahibi” diye tarif ederse, zıddı olarak da “alçak gönüllü kişi” derse işin içinden çıkamaz. Günümüzde mütekebbir ile ilgili olarak “tasavvufî” diyerek yapılan açıklamalar da yanlıştır, tasavvuftan uzak normal dünya hayatı bakışıyla meâl yapanların yaklaşımları da Kur’ân’a göre yanlıştır; hiç biri Allah’ın “mütekebbir” dediği değildir. Öyle olunca, biz açıkladığımız mütekebbir manasına göre bir idrak ilerlemesi yapalım, çünkü idrakı ilerletmek için o tanımlar yeterli olmaz.
Mütekebbir’in özelliği şuydu: Mütekebbir davranan kendi namına “BEN” der. Tekrar ediyorum ki, “BEN” demek çok şerefli bir takdim şeklidir, yalnızca Allah’a ait olan bir takdim şeklidir. Ancak Allah kendini bir kula tanıtacağında “Ben benim” der. Halife kıldığı insana da işte o “BEN” deme yetkisinden yetki vermiştir, “BEN” deme şerefi vermiştir. Bu yüzden “BEN” kelimesini çok sevmek gerekiyor. “BEN” kelimesi doğrudan “ALLAH” kelimesidir, bu kadar şereflidir. “BEN” ve “Benlik” kelimelerinin suçlandığı anlatımlar yanlıştır. Ne “Benlik” suçtur ne de “BEN” kelimesi. Mesele bu kelimelerin kullanılış biçimidir, “kibir” kelimesinde yani “mütekebbir”de olduğu gibi.
Mütekebbir davranan kendi namına “BEN” der. İdrak basamaklarını sorularla oluşturacağımız için soruyoruz: Niçin kendi adına “BEN” der? Çünkü dünya hayatında dûniHİ algı ve zann’larıyla karşılaşmıştır, öyle de yaşamaktadır. Yani dûniHİ algı ve zann’ları sonucu kendisi için bir tespitte, bir iddiada bulunmuştur: Ben Müstakilen VARIM ve Muhtarım. Yani kendisini “Müstakilen VAR ve Muhtar” sanmıştır. Bize göre bu bir iddiadır ama ona göre değildir, gayet gerçektir, doğrudur. Bizim Allah’a imanımızı bir kefeye koysalar, “ben Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyenin o iddiasına inanışını da bir kefeye koysalar, onun bu iddiasına inancı bizim Allah inancımızı geçer. O iddiasına kişi bu kadar kuvvetli inanır. Neyle meşgul olduğumuzu fark ettiniz mi? İşte biz, bu kadar kuvvetli o algıyı yıkmaya çalışıyoruz.
DÛNİHİ ALGI VE MUHTARİYETİ TERCİH GÜCÜ
Efendimiz (SAV) zamanında vahiy geldiği için yani vahiy gelme atmosferi bulunduğu için, o Risalet nuruyla insanlar hakikati duyunca, tabi olunca, Rabbimizin izin verdiği o kişilerin algıları bir anda değişiyordu. Şu an hâlimiz öyle değil, kendimizi çok zorlamamız gerekiyor.
Kişi kendi namına “BEN” dedi. Çünkü dûniHİ algı ve zann’ları sonucunda kendisi için bir iddiada bulundu: Ben Müstakilen VARIM ve Muhtarım. Kendisini öyle zannetti. O kendisini dûniHİ içinde buldu. Sonra o algıyla hayata bakınca zannlar edindi, kendi zannlar türetti. Bu zanna sebep neydi? DûniHİ algıda bu zann’ları üretme sebebi ne idi? Bu soruyla birlikte bir önemli anahtar kelimeye daha geldik: Muhtariyeti Tercih Gücü. Kişinin dûniHİ algıyla zann üretme sebebi Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) idi. O algı ve zanların sebebi o kişideki MTG’dir. Bu tespiti Kur’ân’dan inceleyeceğiz, ne demek olduğunu âyetlerle göreceğiz. Ama önce zihnimizde onun algısını oluşturalım ki o algıyla âyetlere bakabilelim. O algı oluşmazsa âyetleri çözemeyiz.
BU YÖNTEMLER FARK EDİLMİŞ
YÖNTEMLER DEĞİL! FARK EDİLSİNLER DİYE ONLARI DA BİİZNİLLAH İSİMLENDİRDİK
Aradaki idrak basamaklarını atlarsak şimdi geldiğimiz nokta şudur: Kişi neden mütekebbir? MTG yetkisini fark etti, bir şeyi tercih etti, o yetkiyle “müstakilen varım ve muhtarım” zannına girdi, kendinde bir yetenek gördü: Hüküm verebilme! MTG yetkisiyle birlikte kendinde hüküm verebilme gücünü gördü. Halifetullah’ı halife yapan en önemli özellik budur: Hüküm verebilmek. O kendisinde hüküm verebilmeyi gördü ve hüküm verdi; Ben Müstakilen VARIM ve Muhtarım dedi. Müstakilen VAR ve muhtar iddiasını takdim ederken “BEN” dedi, yani kendi namına “BEN” dedi. Ama bütün bunlara sebep olan şey, onun kendisinde bulduğu Hüküm Verme Yetkisi idi. Bu Hüküm Verme Yetkisi’ne biz Allah’ın lütfu ve izniyle: Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) dedik.
Kişi kendisindeki o MTG yetkisini “Müstakilen VAR ve MUHTAR” bir güç olarak algıladı. Neden? DûniHİ algıda olduğu için. Kendini Allah’ın dışında müstakil varlık zannettiği için, kendisinde bulunan bu gücü de müstakil ilan etti, MTG’yi Müstakilen VAR ve MUHTAR” bir güç olarak algıladı.
Mütekebbir kelimesinden sonra şimdi de MTG’yi anlamaya çalışıyoruz ki oradan bir davranış, İslâm’a uygun ve bizim için çok kolaylaştırılmış bir amel çıkarabilelim. MTG yetkisini anlayabilmek için bazı yöntemlerden bahsedeceğiz. O yöntemleri daha henüz kullanmadık. Ama öyle bir noktaya geldik ki MTG yetkisinin anlaşılabilmesi için o yöntemleri kullanacağız. Bu yöntemler fark edilmiş yöntemler değil! Fark edilsinler diye onları da biiznillah isimlendirdik. Bu yüzden önemini izah edemeyebilirim, siz “onları nasıl kullanırım, nasıl anlarım?” diye kendinizi lütfen zorlayın. Çünkü ne kadar önemli olduğunu hadis ve âyetlerle göreceğiz inşâAllah.
O çok önemli yöntemlerden birisi Mânâları Çakıştırma Tekniği’dir. O kadar önemli ki bu tekniği bilmeyen, uygulamayan Kelime-i Tevhid’in mânâsını mümkün değil anlayamaz, mümkün değil. Bazıları ezberletiyor, papağanın Lâ ilâhe illallah dediğine rastlıyorsunuz, çok da muntazam söylüyor. Ondan farklı söylemek zorundayız. Onun gibi söylüyorsak bizim için bir değerinin olmadığını bilmek lazım. Onun sevabı yok mu? Bir sevabı var elbette, ama o sevap sizi Esfele Sâfiliyn idraktan kurtarmaz. Bu idrak öyle kuvvetli ki mesela “Bismillâhir Rahmânir Rahıym” gibi güçlü bir vasıtayı söylediğimiz halde o idraktan kurtulamıyoruz. “Eûzü Billâhi mineş şeytânir raciym” diyoruz yine kurtulamıyoruz. Esfele safiliynin gücünü düşünebiliyor muyuz? İnanan için “Eûzü Billâhi mineş şeytânir raciym”in gücü, Besmele’nin gücü tartışılabilir mi? Ama ikisini de söylediğimiz halde bizi kurtarmıyor. Esfele sâfiliyn böyle kuvvetli bir algı. Bize öğretilen doğruları esfele safiliyne tesir edecek güçte söyleyemezsek, tesirlerinden yararlanamayız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti