Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 81

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Eylül 2018 Pazartesi 14:21:15
 

Allah’ı anlamak yolunda, zorlanmadan beyin açılmaz
Geldiğimiz idrakı ileri götürmek ve pekiştirmek üzere bazı âyetler paylaşacağız. Bunu yaparken konsantrasyonu yüksek tutmak için beynimizi zorlayacağız. Dışarıda beyni zorlayan bir şey yok, hayatta beynimizi hiç bu kadar zorlamıyoruz. Ama Allah’ı anlamak yolunda, zorlanmadan beyin açılmaz. Bu yüzden, okurken ayetlerin kalbimize tesir etmesine çalışalım, onları “Allah Kelâmı” titizliğiyle algımızı zorlayarak okuyalım, paylaştığımız mânâlar çerçevesinde kendimizi zorlayalım.
“İnşirah” kitapçığımızı incelemiş olanlar bilecektir, kalbte bir Fuad Mekanizması var, analiz ve sentez yapar, sonuçlar çıkarır. Fuadın Hakk Yol’da analiz ve sentez yapması için kalbimizde Lüb Nuru’nun açılmış olması gerekiyor. Lüb nuru açılınca, o nurun etkisi altında Hakikati gören ve mest olan Fuad artık daima Hakk analiz ve sentezler yapar, oradan dûniHİ bilgi ve sonuç çıkmaz. Bizim ne yapıp edip kalbimizde zaten var olan bu Lüb nurunu yani İhlâs nurunu canlandırmamız lazım. Lüb, insandaki esas akıldır, bizim kullandığımız günlük akıl onun izidir, gölgesidir. Esas aklın aktifleşmesi için, onun nurunun açılması için, ayetlerin kalbimize tesir etmesine önem vermeliyiz.
Sahabe’den kimse “İslam tarihi”ni bilmiyordu. Ama onlardan hep iman isteniyordu
Hadîd-8: “Rasûl sizi Rabbinize îman etmeniz için davet ederken ve (Allah) sizden söz almış olduğu halde, size ne oluyor da Allah’a iman etmiyorsunuz? Eğer mü’minlerseniz…”
Ayetlerin inzal oldukları zamanki mânâları yanı sıra her dönem yararlanacağımız hayata yayılmış anlamları da vardır ve onlar ayetin derinlemesine manaları değildir, ilk/zâhirî manalarıdır. Eğer böyle yapmazsak ayetleri öteleriz. “O tarihte böyleydi” gibi yaklaşırsak ders alacağımız hiç bir ayet bırakmaz. Oysa bütün ayetler, hiç İslâm tarihini bilmesek bile, bize bugün lazım bilgileri sunar. O bilgileri anlamak ve yararlanmak için İslâm tarihini harfiyen bilmek gerekmiyor. Sahabe İslâm’ı öğrenirken İslam tarihi oluşmamıştı, kimse onlardan İslam tarihi bilmelerini istemedi, çünkü öyle bir tarih henüz yoktu. Ama daima iman isteniyor. İman istendiğini âyetten öğreniyoruz: Rasul, verdiğiniz sözün gereği sizden açılsın diye sizi Rabbinize çağırıyor, iman etmenizi istiyor: “Söz vermiştiniz, niye durmuyorsunuz? Eğer sadık iseniz, eğer inanmak istiyorsanız” diyor. Kişi “Allah’a inandım, sözümde duruyorum” demekle ayetin kapsamına girmiş olmaz. Ama genellikle böyle zannedilir. Sözümüzü hatırlayalım: “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” dedik, “başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur” bile demedik. Çünkü bu sözü verirken dûniHİ algı söz konusu değil, henüz “başka” kavramı yok. Billâhi anlamda “müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır. Yaratan O’dur, mülk O’nundur, güç O’nundur, hüküm O’nundur” dedik. Bu âyet kapsamına girmek istiyorsak, “müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır, başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur. Kendimdeki ve dışımdaki “müstakilen VAR ve muhtar” iddialarına ve davranışlarına “Lâ” diyorum” demeliyiz, yani bu manada “Lâ ilâhe İllallah” demek zorundayız, ancak o zaman sözümüze uymuş oluruz. “Eğer mü’minlerseniz” denmesi, tercih yetkinizi kullanın demektir. Sadıksanız, size bu konuda yetki verdim, işin fücurunu ve takvâsını da ilham ettim, hadi tercih yetkinizi kullanın.
Fâni bir şey için sözünüzden caymayın
Nahl-95: “Az bir pahaya Allah ahdini satmayın. Eğer bilirseniz, Allah indindeki sizin için daha hayrlıdır.” Ayetten, “dûniHi algıyla ürettiğiniz zanlara uyup, dünya hayatının fâni imkânlarına bakıp Allah’a verdiğiniz sözle onları takas ediyorsunuz” mânâsı çıkıyor. Mesele daima hayat tarzıdır ve iki hayat tarzı vardır. Birisi “dûniHi algı” üzerine kuruludur. DûniHi algının zanlarının kişilere göre farklılık oluşturması nedeniyle birçok hayat tarzı var gibi gözükse de hepsinin üst başlığı dûniHi algı ve zanlarına göre oluşturulan hayat tarzıdır. Bir de “Amentü Billâhi ve Rasûlihi” hayat tarzı vardır. Dolayısıyla ayet bize diyor ki; “amentü Billâhi” sözü verdiniz ama ne yapıyorsunuz? Bunu anlatıyor: Dünyada gördüğünüz fâni şeyler size cazip geldi. Onlar geçici olduğu halde sözünüzü onlarla takas edip değiştiriyorsunuz. “Az bir pahaya satmayın” demek budur. Esas satış parayla değildir, para o iş için bir aracıdır. Satmak takas etmektir, bir şeyi bir şeyle değiştirmektir. Size sunulan hayat tarzını, kendinize göre uydurduğunuz hayat tarzlarıyla değiştiriyorsunuz. Fâni bir şey için sözünüzden caymayın. Eğer mü’minlerseniz, eğer anlayabilirseniz, Allah’ın size sunduğu hepsinden hayrlıdır ve bâkidir. Âyetteki uyarı bu! Neden bu uyarı? Onu da şu âyetten öğreniyoruz:
Fetih-10: “Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur; Allah’la olan ahdine kim vefa gösterirse, ona da (Allah) büyük ecir verir.” Sözümüzü önemsememiz için uyarılıyoruz.
Ahirette tek geçerli belge var,
o belge iman, Kuran ve sâlih ameldir
Ahkâf-13: “Muhakkak ki; ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip, sonra da bilfiil istikamet edenlere (Allah’a kulluk yapanlara) gelince, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.”
Fussılet; 30-33: “Muhakkak ki; Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra da bilfiil istikamet edenler (Allah’a kulluk yapanlar) üzerine melâike tenezzül eder: Korkmayın, mahzun olmayın, vâd olunduğunuz cennet ile sevinin der. Dünya hayatında da, âhirette de biz sizin dostlarınızız. Orada nefslerinizin iştah ettiği (arzuladığı) şeyler vardır. Ğafûrun Rahıym’den bir ikram olarak. Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen, Ben Allah’a tam teslim olmuşlardanım diyenlerden daha güzel sözlü kimdir?”
Âl-û İmrân 76, 77: “Hayır (gerçek, inkârcıların sandığı gibi değil)! Kim ahdini tam yerine getirir ve bilfiil korunursa, şüphe yok ki Allah muttakileri sever. Allah ahdini ve yeminini az bir pahaya satanlara gelince, onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları tezkiye etmez, onlar için eliym bir azap vardır.”
Ahdi tam yerine getirmek nedir, âyetten onu da öğreniyoruz. Tam yerine getirmek önce beyanla ilgilidir. Tam demek “kesinlikle” demektir. Kim “tam yani kesinlikle şahidim ki müstakilen VAR ve muhtar olan ancak Allah’tır” derse ve bu konuda elinden geldiğince korunursa, o müttakileri Allah sever. Ama âhirette onlara sunulacak bu hâli ve dünyadaki ona uygun yaşantıyı kim zanlarıyla takas ederse, onlara âhirette bir rızk hazırlanmamıştır. Ahirette tek geçerli belge var, o belge iman, Kuran ve sâlih ameldir. Ama dünyada o belge için bir aferin ve takdir yok. Tek geçerli belgenin iman, Kur’ân ve sâlih amel olduğu bir yerdesiniz, anlıyorsunuz ki Güç Allah’ın, Mülk Allah’ın, Hüküm Allah’ın ve Allah sizi o sonsuz hayatta muhatap almıyor. Bunu bir düşünün…
Allah’ın muhatap almaması ne kötü?
Muhatap alınmamak çok acı bir ızdıraptır, muhatap alınmamak bir cehennem azabının ismidir. Dünya hayatında bazen çocuklar ebeveynlerini “bizi muhatap almıyorlar” diye şikâyet eder. Yabancı ülkelerde görüyoruz, sırf bu yüzden çok korkunç cinayetler işleniyor, muhatap alınmamak psikolojik hastalıkların sebebi olabiliyor. Dünya hayatında muhatap alınmamak bir sıkıntı, bir zorluk! Bu muhatap alınmama sıkıntısını sonsuzla çarparak onun âhirette nasıl bir azaba dönüşeceğini görün. Kendilerini “müstakilen VAR ve muhtar” ilan ederek Allah’a verdikleri sözü dünyadaki zanlarıyla takas edenler için ayet diyor ki: Kıyâmet günü Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları tezkiye etmez ve onlara ayrıca eliym bir azap vardır. “Allah onları tezkiye etmez” ifadesinde onlar üzerinden öğrendiğimiz bir şey daha var: Demek ki âhirette tezkiye var, teselli var. Bu, mü’min kulların çeşitli üzüntülerinde teselli edileceğinin müjdesidir. Elhamdülillah…
Yaratılan ilmi sûretler de Allah’ın dilediği manaların surete dönüşmesidir
Kur’an’ı ve İslam’ı anlamamız için çok önemli iki yöntem görmüştük: Manaları çakıştırmak ve mana ayrıştırmak. Aslında tek mana olan iman ve salih ameli anlamak üzere o mânâdaki yönelişi, imanı yine o manadaki ilişkilerden, salih amelden ayırdık. Yönelişin temeli Rabbimize verdiğimiz sözdür ve bu söz dünyada beyan edilmelidir. Kur’ân’da onların hepsini özetleyen tabir “amentü Billâhi”dir. Bu yüzden İmanın Şartları’nın ilk maddesi “amentü billâhi”dir. Ama biz ona “Allah’a iman etmek” deyip geçiyoruz. “Amentü Billâhi” ifadesinde “B” harfi var. Bu nedenle anlamı şöyledir: “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır. Başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur. Bendeki ve dışımdaki duniHİ iddiaları reddettim, hepsine ‘La’ dedim.” İmanın Altı Şartı’nın ilk maddesi budur.
Şehâdetin mü’minde oluşturduğu idrakın hayat tarzına dönüşmesini sağlayan bir geçiş vardır. Bu şehâdet bir yöneliştir, bu yönelişin fiile dönüşmesini sağlayan bir geçiş vardır, bu geçiş bir surettir. Dikkat edin, idrak fiile dönüşüyor. Yaratılan ilmi sûretler de Allah’ın dilediği manaların surete dönüşmesidir. Allah’ın dilediği mânâlar ef’al âleminde sûret bulurlar. Allah’ın düşüncesini sadece sûrete dönüşen mânâlardan ibaret sanmayın, tüm mânâlar, hepsi Allah’ın düşüncesidir. Suret bulmasını diledikleri ef’al âleminde surete dönüşür. Fiiller koyduğu için oraya ef’al âlemi denir.
Nefs-i levvâme iyi tanımlanmalıdır
Şimdi, bahsettiğimiz Âmentü Billâhi îmanını yani yönelişi amele dönüştüreceğiz, onu fiille tarif edeceğiz. Onu fiille tarif ederken, idraktan sûrete geçişi sağlayacak ara sûretin ismi HANÎF’tir. Hanîf ef’al âlemindeki bir sûretin ismidir, bedenle oluşturulan ve beden dili de diyebileceğimiz bir sûretin ismidir. Hanîf adını verdiğimiz sûret, “amentü Billâhi”nin (yönelişin) kesret âleminde “amilus sâlihâti”ye geçişini, yönelişin kesrete dönüşünü sağlayacak ara sûrettir. Hanîf olmak aslında bir davranış biçimidir ve o davranış öyle bir sûrettir ki sizi Nefs-i Levvâme vasıtasına o bindirir. Nefs-i Levvâme vasıtasına binmeyi sağlayan bilet odur, oraya o suretle binilir. Hanîf sûreti görmeden levvâme kapıları açılmaz. Bu yüzden nefs-i levvâme iyi tanımlanmalıdır. Kitaplarda nefs-i levvâme bir iki cümledir, oysa en detaylı anlatılması gereken levvâmedir. Nefs-i levvâme anlaşılamadığı için ondan yararlanılamıyor. Bir iki cümleyle geçilen o nefse Kıyâmet Sûresi’nde yemin edilmiştir.

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 81

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti