Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

İNANDIĞI GİBİ YAŞAMAYAN YAŞADIĞINA İNANMAYA BAŞLAR

– 76 –
Tanrılığını ilan eden “A” yapıyı ve Hakk yapı olan “B”yi bazı ipuçlarıyla ele alalım inşaAllah.
“A” yapı “B” kılığına girebilir, kendini “B” gösterebilir, kandırmak o tanrının özelliğidir. Ama “B” yapı hiç bir zaman “A” kılığına girmez, çünkü “B”de kandırma yoktur. O yüzden; “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” denilmiştir. Çok beğenilir ama bu söz “B”ye hitap eder, ona ait bir şeydir. Çünkü ancak “B” öyle olabilir! “A” hiçbir zaman öyle olamaz, tanrı hiçbir zaman olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olamaz. Dikkat edin, “olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” sözünü tasavvufun büyükleri söyler. Bu sözü yaşayarak söylemek “B”ye aittir! Eğer bir kişi sırf bu cümleye uymaya gayret ederek “A”dan kurtulmaya çalışsa, tek başına bu bile bir kurtuluş yöntemidir. Önerilere yani farzlara ve haramlara titizlenmek koşuluyla, kişi yöntem olarak yalnızca bunu bile prensip edinse, “B”yi anlayabilmek ve fark edebilmek için, “böyle bir şeyler de varmış” diyebilmek için iyi bir yoldur bu söze uymak. Örneğin, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’e bir zat geliyor diyor ki, “Ya Rasulallah, lütfen bana çok şey söyleme, bir şey söyle ve ben o bir şeyi yapmakla hepsini yapmış olayım. Ondan taviz vermeyeyim, hep onunla uğraşayım ama bir şey olsun. Efendimiz bir şey söylüyor: HEP DOĞRU SÖYLE! Çünkü biliyor ki, hep doğru söylemeyi prensip edinirse kişi “B”yi fark edebilir. Çünkü “B” kandırıp da “A” gibi gözükmez. Ama sizin “A” yapınız rol yapar, “B” kılığına girer, size “B” gibi gözükür. Böylece kişi kendisini “İslamiyet’te ilerliyorum, İslamiyet’le meşgulüm” bile sanar. Bu yanılmanın temeline baktığınızda şu kuralı görürsünüz: İnandığı gibi yaşamayan yaşadığına inanmaya başlar! Kişi rahat etmek için yaşadığını doğrular, tasdik ederse, bu haliyle o kişi kendindeki tanrıya “B” elbisesi giydirmeye çalışıyor demektir. Hani çocuklara bazen “asker, polis elbisesi” giydirirler ya, onun gibi. Kişi de “B” elbisesini” tanrısına giydirir ki öyle gözüksün! Öyle gözükür, kendini öyle zanneder ve “ben de bu yoldayım” der, tatmin olur, rahat eder. Onun bu girdaba düşmesindeki en önemli sebep, inandığı gibi yaşayamaması nedeniyle yaşadığına inanmaya başlamasıdır. Bu anlattıklarım çok önemli. Ama kimin için? Talip olan için! Neden, bakın:
Talip olanın hedefi en azından nefs-i mutmainedir. Eğer öyle değilse, böyle bir hedefi ve hevesi yoksa bu konulardan ne zevk alabilir ki, bu paylaşımların onun için ne anlamı olur ki? Hedefine ulaşır ulaşmaz bilmiyoruz, ama kişinin bir hedefinin olması gerekiyor: Acaba ben nefse zulümden kurtulup da nefs-i mutmaine halini yaşayabilir miyim, mutmain nefs olabilir miyim? Kendisi için bir korku, bir mahzunluk olmayan hali yakalayabilir miyim? Bu önemli bir hedeftir! İşte hedef bu olunca bu paylaştıklarımız talip olan için çok önemli ipuçları haline gelir.
“B” NOKTASINA GELEBİLMEK VE
“B” YOLUNDA İLERLEYEBİLMEK ANCAK AKIL+İMAN’LA MÜMKÜNDÜR

Tanrılar âleminin çarkı vehmin zulmeti+şeytan işbirliğiyle döner. Tanrılığın bu çarkı nasıl dönüyor, onu ileride genişleteceğiz. Ama bilelim ki tanrılık döngüsünün mekanizması vehmin zulmeti+şeytan sistemidir. Öyle olunca, bu döngü nasıl kırılır, bu döngüyü bir yerinden kırmak nasıl olur?” talip olan bunu da çok önemser. Bunu anlamak üzere vehmin zulmeti+şeytan işbirliğini inceleyeceğiz. Talip olan şunu da merak eder ve önemser: Peki, “B” döngüsü nasıl çalışır? O akıl+imanla çalışır; “B” noktasının işleyişi, “B” halinin döngüsü akıl+iman mekanizmasıyladır. Orada akıl çok önemlidir. Bu yüzden “B” noktasına gelebilmek ve “B” yolunda ilerleyebilmek ancak akıl+iman’la mümkündür. Fakat yalnızca akıl yetmez, mümkün değil. Sadece iman? Sadece imanla da iş takliden yapabilir. İşin hakikatini yaşayabilmek için akıl+iman önemlidir. Peki, aklın sağladığı nedir? Akıl beynin mutmain olmasını sağlar. Nefs-i mutmainneyi hedefledik, oraya gidiyoruz ya, akıl beynin mutmain olmasını sağlar. İman ne yapar? Buna değinmeden önce şunu söyleyelim: Aslında iman da bir akıl ürünüdür. Siz o konuda henüz bir bulguya ulaşamadığınız için, iman öngörüyle kabul edeceğiniz bir bilimsel bulgudur, o da bir nevi bir akıl ürünüdür, bilimsel bir öngörmedir, hatır için kabul edilecek bir şey değildir, “hatırın için sana inanıyorum” diyeceğiniz bir şey değildir, bilimsel bir bulgudur. Ama sizin şu anki bilimsel pozisyonunuz onu görmeye, ortaya koymaya yetmiyor. Ahiret de öyle! O da aslında bilimsel bir bulgudur, ama sizin şu anki bilimsel pozisyonunuz onu ortaya koymaya yetmiyor. Bu yüzden siz bilimsel öngörüyle ona iman ediyorsunuz. Böylece o bilimi, o bilgileri çok önceden kabul ediyorsunuz. Peki, bunu kabul eden nedir? Lütfen dikkat edin, bunu kabul eden Kalb’dir. Dolayısıyla, AKIL+İMAN işbirliği, BEYİN+KALB işbirliği demektir. Şöyle ki: Akıl bu yolda beynin tatmin olmasını sağlar, iman ise tökezlediği yerde aklın yolunu açar. Beynin tatmin olması için hızlı ilerlemesi lazım, bunun için akıl gerekiyor. Kalbin tatmin olması için de iman gerekiyor. Akıl beyni, iman da kalbi mutmain yapıyor. Böylece bu yolda siz akıl+imanı, yani beyin+kalbi birlikte götürürsünüz. Bu yolda ilerlemek isteniyorsa, bunlardan birisini bırakmak yanlış olur.
O KİŞİ ALLAH İNDİNDE CANLILARIN EN ŞERLİSİ’DİR
Enfal Suresi 22: “İnne şerrad devabbi indallahis summül bükmülleziyne la ya’kılun: “Muhakkak ki Allah indinde canlıların en şerlisi akletmeyen; akıl nurundan perdeli sağırlar ve dilsizlerdir.”
Ayetin “sağırlar ve dilsizler” dedikleri, bizim “sağır dilsiz” dediklerimiz değildir. SAĞIR; duyduğu halde anlamayan, söylendiği halde işitmeyendir. DİLSİZ; konuştuğu zaman tanrı kelamı yapan, tanrısını dile getirendir. Bu manayı görünce, kendimize soruyoruz: Bir kişi nasıl öyle olur? Eğer kişi akıl nurundan perdeliyse, aklını kullanmıyorsa, o muhakkak ki Allah indinde CANLILARIN EN ŞERLİSİ’dir. Ayette, akıl nurundan mahrum kalanlar, akletmeyenler Allah indinde canlıların en şerlisi olarak tarif ediliyor. Dolayısıyla şunu anlıyoruz: Kur’an-ı Kerim’de karşımıza çok sık çıkan “akletmeyecek misiniz, aklınızı kullanmayacak mısınız?” önerileri, imanın yaşanabilmesi için akla çok sıkı sarılınması gerektiğinin işaretleridir. Akletme işi beyinle ilişkilidir. Kalble ilgili olan ise imandır. “Allah’a iman etmeyecek misiniz? Gördünüz, hala iman etmeyecek misiniz?” ayetleri bu nedenle Kalb’le ilgilidir. Mekanizmaya organ bazlı bakacak olursanız, olay beyin+kalb işbirliğidir, bâtınından bakacak olursanız akıl+iman işbirliğidir ve bu mekanizma bu yol için çok önemlidir…
“B” TAKDİMİYLE BERABER KİŞİ
ESMA’ÜL HÜSNA DÜNYASI’NA GİRER

“B” Takdim Formu”na talip kişi kendini “B” kapsamında takdim ettiğinde, yani sıfır noktası dediğimiz yerde şöyle diyordu: Ben İlmullah’ta Allah’ın dileğinin suretiyim. Bu cümle başlangıçtır, “B” halinin başlayabilmesi için deklare edilmesi gereken takdim şeklidir, son durak değildir. Bizi esma’ül hüsna dünyasına sokan bu cümleyi, bu başlangıç noktasını iyi anlamak, iyi analiz etmek gerekiyor. Çünkü İhlâs Hayat Döngüsü’nde ilerleme, o noktada karar kılmış bir yaşantıdan sonra başlar, ancak. Dolayısıyla, “ne yaparım da o noktada karar kılarım, sabit dururum?” bunu bilmek ve uygulamak gerekiyor. “B sıfır” noktasıyla başlayan takdimin tanrılık iddiasındaki takdimden farkını bilmek ve o takdimi hayat tarzı yapmak şarttır. Bu yüzden “B” takdimini de iyi tanımalıyız.
“B” takdimiyle beraber kişi Esma’ül Hüsna Dünyası’na girer. Zaten Esma’ül Hüsna Dünyası’nda değil mi? Evet, ama şimdi iş değişmeye başlar. “A” takdiminde de esma’ül hüsnalar geçerli ve onlar var. Farkı şu: “A” Takdim Formu”ndaki hayatı tanrılar tanımlıyor, o hayatı Allah tanımlamıyor. Orada Allah yerine ilan edilen rab/ilah/tanrı bir hayat tanımlar, hatta doğru ve yanlışı da o tarif eder. Onun yaptığı tanım/tarifler doğru bile olsa onu tanımlayan tanrı olduğu için bir işe yaramaz. Yani yapılan çok doğru bir tespit olabilir, çok dürüstçe bir davranış olabilir, ama o tespiti yapan tanrılar dünyasında yaşayan bir tanrıdır. O bir tanım yapacağında tanımı kendisi yapıyor veya kendisi belirliyor. Diyelim ki herkes hayat için “canlılık” derken, o “hayır, ben ona Hayy diyeceğim” diyor. “ona şöyle diyeceğim, Hayy diyeceğim” diyen var ya, işte o tanrıdır. Tanrı hayatı öyle tanımlamak istiyor, tanrı öyle demeyi yeğliyor. Dolayısıyla, “A” Takdim Formu” dediğimiz tanrılar âleminde Esma’ül Hüsna’ları tanrılar tanımlar: “Ben ona Hayy diyorum, ona Kayyum diyorum, ona “Alîm, Kadir diyorum…” deyip, nasıl istemişse esmaları öyle tanımlıyor. Hâlbuki “B” takdimine girişteki “B sıfır” noktasında karar kılındığında bir tanımlayan olmaz, kişi gerçek Esma’ül Hüsna âlemine girer, Esma’ül Hüsna âleminin gerçeğiyle yüz yüze gelir. “Bu nedir, nasıldır?” detayıyla göreceğiz inşaAllah. Şimdi B sıfır noktasının özelliklerini görmeye, anlamaya çalışmak üzere bir başlangıç yapalım: “B” Takdimiyle birlikte kişi hemen “Şekûr” ismi kapsamına girer. O artık esas ESMA’ÜL HÜSNA ALEMİ’ndedir. Tanrılar âlemindeyken Esma’ül Hüsna’ları uzaktan tanımlıyordu, “B” Takdim Formu”yla, “B” haliyle beraber bir tanımlayan kalmaz. Ama o hala vardır. O varsa nerede yaşıyor? Esma’ül Hüsna’larda yaşıyor. O âleme girer girmez fark ettiği esma’ül hüsnalardan birisi Şekûr ismidir. “B” sıfır noktasında sabit kalmakla kişi aslında ŞEKUR, HAMİD ve ŞEHİD ismi kapsamına girer. “B” takdimiyle birlikte Hamid, Şekür ve Şehid ismi kapsamına girilir. Orada karar kılabilmek, hayatı orada idame ettirebilmek için başlangıçta bu üç esmayı fark etmesi lazım. Bir de, ”B”nin başladığı noktadan itibaren, yani sıfır noktasıyla birlikte ilmel yakin hal başlar, FİİLLERİN TECELLİSİ başlar. Fiillerin Tecellisi için ona kapı açılmıştır artık. Fiillerin Tecellisi halinin başlamasıyla açılan önemli bir kapı vardır: KEŞF KAPISI. O takdimle beraber Keşf Kapısı açılır. “B” takdimiyle başlayan ilk keşif önemli bir keşiftir ve şudur: Bendeki “Hayy” Allah’ın Hayy’ıdır, bendeki “Semi” Allah’ın Semi’sidir, bendeki “Basir” Allah’ın Basir’idir, bendeki “Alîm” Allah’ın Alîm’idir, bendeki “Kadir” Allah’ın Kadir’idir, bendeki “Mürid” Allah’ın Mürid’idir, bendeki “Mütekellim” Allah’ın Mütekellim’idir. Bunlar NEFSE AİT YEDİ SIFAT’tır ki, kişi “nefsin yedi vasfı”nın kendisine ait olmadığını keşfeder. Talibin ilk keşfi budur…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-76-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti