Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“KORUNMUŞ OLANLAR” VE ASR SURESİ

– 109-

Geldiğimiz noktanın biraz ilerisine doğru bir cümle ile, idrakta aşağıdan yukarıya doğru hafif kıpırdayarak başlayalım: Bu dünyada “A” takdimiyle “BEN” denilen bir hayat var. Bu hayatın oluşturduğu yaşantının adı Dünya Hayatı’dır. “A” takdimiyle “BEN” deyiş ve o idrakla yaşamak dünya hayatının esasıdır. Şöyle bir süreç var: “A” Takdimiyle “BEN” deme olgusu dünya hayatını oluşturuyor. Dünya hayatı ise cehennemi oluşturuyor. Cehennem dünya hayatının devamıdır. Buna dikkat edin, biri diğerinin sonucudur. “A” takdimiyle “BEN” demenin sonucu dünya hayatıdır, dünya hayatı döngüsünün sonucu ise cehennemdir. Ayetlere dikkatli bakarsanız bunu fark edersiniz. Nebe Suresi 21. ayete göre cehennem herkesin güzergâhı üzerindedir. Dünya herkesin güzergâhı üzerinde değil mi? Bunu fark edince siz “A” takdimi “BEN”le başlayan olguya diyorsunuz ki, dünya güzergâhınızın üzerindedir. Bu olgunun ilk güzergâhı dünya hayatı! Bu yüzden Nebe-21. ayet dünya hayatına diyor ki: “Kesinlikle cehennem herkesin güzergâhı üzerindedir.”
Meryem Suresi 71, 72. ayetler: “Sizden oraya (cehenneme) uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu Rabbinin üzerine kesinleşmiş bir hükmüdür. Sonra biz korunanları kurtarırız, zalimleri de dizüstü orada bırakırız.”
“KORUNMUŞ OLANLAR KURTULUR”
DEĞİL, “BİZ KORUNANLARI KURTARIRIZ!
Ayet bize aslında cehennemden kurtulmanın tek yolunu da gösteriyor: Biz korunanları kurtarırız! “Korunmuş olanlar kurtulur” değil, “biz korunanları kurtarırız! Zalimleri de dizüstü orada bırakırız.” Meryem Suresi 71 ve 72. ayetlerde olay Nebe Suresi 21. ayete göre daha geniş anlatılıyor: Sizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur! Bu Rabbinin kesinleşmiş bir hükmüdür. (Ama) sonra biz korunanları kurtarırız, zalimleri dizüstü orada bırakırız. Hüküm bu: Cehenneme uğramayacak kimse yoktur. Ama müttaki olanları kurtarırız.
“ZULÜM” NEDİR?
Ayette “zalimler” ifadesi geçti. Biz artık zalimin kim, zulmün ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Paylaştığımız bu ilimden önce bu meali okusaydık zalimi zihnimizde nasıl canlandırırdık acaba? Ayetteki “biz korunanları kurtarırız” kısmını hayallerken gözümüzün önüne mesela bir salât ikame eden gelebilir, korunmayı salât ikamesiyle sembolleştirebiliriz, bir kişi salât ikame ediyorsa zaten şöyle yaşıyordur, korunuyordur gibi düşünebiliriz. Ama ayetteki “zalimleri dizüstü orada bırakırız” kısmını nasıl hayal ederiz, ne ile sembolleştiririz? Zalimi hayal ederken genellikle haksızlık yapan birisini düşünürüz. Mesela işçilere kötü davranan bir patronu, çocuklarına kötü davranan bir anne-babayı, mahallede komşularına zulmeden birisini düşünürüz. Ama yanılırız, çünkü tüm onlar yetersiz yaklaşımlardır. Ayette bahsedilen zalim yalnız ve yalnız nefsine zulmedendir, yani şirk-i hafi halinde olandır. Burayı iyi fark etmek gerekir. Neden? Eğer zalimi yanlış hayallersek amelimiz bozulur da onun için. Bakın, “biz korunanları kurtarırız” kısmını tefekkür ederken zihnimizde salât ikame eden bir insan oluşturuyoruz ve “korunan olsa olsa budur” diyoruz, bu bizi bir doğru amele götürür, burada bir problem yok. Ama zalimi yanlış hayallemek bizi yanlış bir amele götürür. Çünkü o durumda ayeti okuruz ve “biz zalim değiliz, kimseye zulmetmiyoruz, kötülük yapmıyoruz” der, işin içinden çıkarız. Oysa ayette bahsedilen zalimler, “A”ların dünyasında bildiğimiz zulümle meşgul olanlar değildir. Ayetteki zalimlerin yaptığı zulüm, bizim kendi aramızda zulüm bildiğimiz değildir, “A”ların birbirlerine kötü davranmalarından kaynaklanan bir zulüm değildir.
“A” BATILDIR, “B” HAKK’TIR. KENDİNİ
ALLAH’IN YERİNE KOYAN, ALLAH’IN İŞİNE
KARIŞAN (YANİ ALLAHLIK YAPAN) KAYBEDER!
Biz “A” Takdim Formu” yaşantısının olduğu yere “nefse zulüm yeri” dedik. Zalimlerin ve zulmün yeri burasıdır, burada yaşayanlar zalimdir, bunu ayetlerden böyle öğrendik. Bu ayette de, ayetin “zalim” dedikleri “A” takdimiyle yaşayanlardır. “A” Takdim Formu” aynı zamanda “bâtıl” denilendir. Din’de bâtıl denilen ne varsa hepsi buradadır. “B” Takdim Formu” olarak gösterdiğimiz İhlâs Hayat Döngüsü ise Hakk’tır. “A” batıldır, “B” Hakk’tır. Bu kavramın çok kuvvetle geçtiği Asr Sûresi’ne bu çerçevede bakarsanız, Asr Sûresi’ni çok farklı önemser ve ona çok dikkat edersiniz. Çünkü Hakk orada önemli bir kavramdır. Asr Suresi’nde ayrıca “zaman” da çok önemseniyor, bir yemin var: “Vel Asr; zamana yemin olsun!” Asr Suresi’ndeki “zamana yemin” vesilesiyle, paylaşmak istediğim birkaç şey var. Birincisi şudur, tasavvufta kesinlikle kendinizi Allah’ın yerine koymayın, yanlış yaparsınız! İnsansınız siz! İnsan Allah değildir. Buna çok dikkat etmek lazım; kendinizi Allah’ın yerine koymayın! Bu hataya çok düşülüyor. Tasavvufla meşgul, heyecanlı arkadaşlarla karşılaşıyoruz, konu zaman mefhumuna uzanıyor, zamandan bahsediyoruz, bana diyorlar ki “sen ne zamanından bahsediyorsun, zaman yok ki.” Öyle olunca şöyle diyorum: Niye zaman olmasın? İnsana göre zaman var ve Allah zamana yemin ediyor. Sen bunu o zaman Allah’a öğret, “ne zamanı, öyle bir şey yok” de! Lütfen bu yanlışa düşmeyin. Allah “Vel Asr” diyor, “zamana yemin olsun ki! Zamanda öyle bir ilim, fark etmeniz gereken öyle bir şey var ki gözden kaçırmayın” diyor. Ama siz onu es geçiyorsunuz, önemsemiyorsunuz, zamanı boş veriyorsunuz. Neden biliyor musunuz? Özellikle tasavvufla meşgul olanlar kendilerini “yok” demeye o kadar adıyorlar ki, her şeyi yok yapıyorlar. Ama yanlış yapıyorlar!
Şuna dikkat edelim: Zaman göreceli bir şeydir ama vardır, yok değildir. Bir şeye “yok” demek başka şeydir “göreceli” demek başkadır. Ona “göreceli” demek var ama göreceli demektir. Ben “zaman göreceli değildir” demiyorum. Ama birisi çıkıp “zaman diye bir şey yok” diyor. Bir kere şunu fark edin, siz ona “yok” dediğinizde yok olan o zamanı nasıl değerlendireceksiniz? Ayet “zamanı değerlendiremeyen hüsrandadır” diyor. Zaman yoktur derseniz, onu nasıl değerlendireceksiniz? Zamana kim “yok” diyebilir? Allah! Allah kendisi için “zaman yok” diyebilir. Siz kendinizi Allah’ın yerine koyar da “zaman yok” derseniz Allahlık yapmış olursunuz, kaybedersiniz. Kendini Allah’ın yerine koyan, Allah’ın işine karışan (yani Allahlık yapan) kaybeder! İnsan kuldur, kul olmak zorundadır. En azından başlangıçta böyledir. Zaman vardır, ama onu tarif kriterlerine göre göreceler ortaya çıkar. Sizin güneş sistemine göre koyduğunuz zaman ölçüsü ölümü tatmanızla değişir, galaksi sistemine göre farklı bir zaman idrakınız oluşur. Demek ki zaman anlayışı var! Allah, kâinatın yaratılmasıyla ilgili ayette “altı gün” diyor. Elbette o gün bizim şimdi bildiğimiz gibi bir gün değil, çok farklı bir şey o! O ayetlerdeki gün ifadesi Pazartesi, Salı gibi bir gün değildir. Özellikle hristiyan anlayışından kaynaklanan yani onu anlayamayan bakışlar, “Allah altı günde yaratmış, yedinci gün (Pazar günü) dinlenmiş” gibi espriler yapabiliyorlar. Öyle değil! O “altı gün” nedir, yeri gelir görürüz inşaAllah…
MÜSLÜMANLIĞIN GEREKLERİNİ “A” YAPIYORSA
O AMELDİR; “B” TAKDİM FORMU”NDA
OLAN BİRİSİ YAPIYORSA SALİH AMELDİR
Aslında Vel Asr Sûresi’ni okurken ve tefekkür ederken bizim önce “insan”ı, insan boyutunu iyi kavramamız gerekiyor. Çünkü insan boyutunu iyi tanıyamazsanız tanıyamadığınız bu boyuttan kurtulamazsınız. Bir de siz tanımanız gerekirken her şeyi yok ederseniz de kurtulamazsınız: Asr Sûresi ilan ediyor: “Hüsrandadır o insan! Ancak iman eden ve salih amel işleyenler müstesna!” Onlar hariç! Bu gerçeği birçok ayette görürüz. Mesela Nisa Suresi 175. ayet bu gerçeği öğretir:
“Billahi anlamıyla Allah’a iman edenleri ve bu imanın gereğini yaşayanları Allah, zatı rahmet ve faziletine erdirir ve sırat-ı müstakime hidayet eder.”
Ayette iki kategori var. İlki, Billahi anlamıyla Allah’a iman edenler. “Allah’a inananlar” değil, Billahi anlamıyla Allah’a iman edenler! Bir de bu imanın gereğini yaşayanlar! Bunları Allah rahmet ve faziletine erdiriyor ve sırat-ı müstakime hidayet ediyor. “Billahi imanında olanlar ve bu imanın gereğini yaşayanlar” Vel Asr Sûresi’ndeki “iman edenler ve imanın gereğini yerine getirenler” ile aynı manadır, o imanın gereği Asr Suresi’nde tarif edilmiştir: Salih Amel! Amel değil Salih Amel! Farkı nedir? Eğer bir işi “A” Takdim Formu” yapıyorsa o ameldir. “B” Takdim Formu” yapıyorsa o iş salih ameldir. Bu önem yüzünden, “A” takdiminin ve “B” takdiminin veri tabanını çok iyi bilmek gerekiyor. Çünkü aynı işi yaptığınız halde bir anda işin tanımı değişiyor! Birisi amel oluyor ki amelle cennete gidilmez. Diğeri salih amel oluyor ki ancak bu amelden Allah razıdır. “B” Takdim Formu”nda, “Hakk” dediğimiz yerde yapılan amel salih ameldir. “A” takdimiyle yapılan işler kendi içinde ikiye ayrılır: Yapılan iş müslümanlığın gerekleri ise adı “amel”dir. Müslümanlığın gerekleri değil de başka şeylerse o “tanrılar arası mücadele”dir. Müslümanlığın gereklerini “A” yapıyorsa o ameldir; “B” Takdim Formu”nda olan birisi yapıyorsa salih ameldir. “Zamanı değerlendiremeyen hüsrandadır” ayeti bir hariç tutuşu söyler, ayetin hariç tuttukları bu yüzden çok önemlidir. Onlar, “B” anlamıyla iman edenler ve salih amel işleyenler! İşte onlar hariçtir…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER