Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

MEŞGULİYETLERİMİZ ALLAH’I UNUTTURUYOR MU? – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Mayıs 2018 Salı 13:33:25
 

– 170-
Hayatta meşguliyetler vardır, “B”nin de, tanrının da meşguliyetleri vardır. İkisi de boş durmayı sevmez. Tanrı “boş durmayı sevmem, mutlaka bir meşguliyet bulurum” der. Onun meşguliyet dediği, ona ölümü ve Allah’ı unutturacak, tanrılığının bir gün sona ereceğini unutturacak şeylerdir. Bu çok önemli: Bilse de bilmese de onun bir tanrılık iddiası var, yaşadığı, hüküm sürdüğü tanrılığın sona ereceğini unutturacak şeylere meşguliyet der, mutlaka öyle bir şeyle meşguldür, onlarladır. Ona göre Allah’ı unutmak meşguliyettir. Oysa ayet; “Öyle er kişiler vardır ki iş, güç ve ticaret onlara Allah’ı unutturmaz” buyuruyor. O zaman meşguliyet diye tarif ettiğimize dikkat etmeliyiz. Kendimize sormalıyız: Benim gün içindeki meşguliyetim ne? Meşguliyet dediğim bana Allah’ı unutturmakta mı ilgili? Ne güzel, her şeyi unutuyorum, ölümü bile unutuyorum mu? İşte o tanrıdır, tanrılık iddiasında bulunan yapıdır. O tanrı gece ne yapar bakın. Eğer meşguliyeti yoksa onu uyuşturacak şeylere müracaat eder. Yeter ki ölümü ve tanrılığının bir gün biteceğini unutsun, “Allah”ı unutsun. Unutmak için içkiyle, uyuşturucuyla, eğlence dediği şeylerle uyuşur, kendini onlarla oyalar, vaktini geçirir, ölümü ve Allah’ı hatırlatmayacak arkadaşlar seçer. Yanına gidip ölümden, ahiretten bahsetseniz “içimizi kararttın” der. İçi kararan tanrıdır, tanrının içi kararıyor! O tanrı böyle komik ve salaktır. Onlar çok salaktır. Salak olmasalar kendilerini Allah’a eş koşmazlar. Allah Kur’an’da “şöyle yapın” diyor, yapmıyorlar! Ne cesaret ya! Salak cesareti!
HER MECAZDA AYRI BİR HAKİKAT ARAYAN
YORULUR. TERLEYEREK SEVAP KAZANILMAZ!

Bu tanrı tasavvufla meşgul olunca ne yapar, onu da biraz konuşalım. Tasavvufla meşgul tanrı, mecazlardan hakikat çıkarmayı önemser, böylece mecazlara bağlanmaz! Şunu bilmek lazım, her mecazın bir de hakikati yoktur. “Mecazlarla perdelenmeyin, mecazlardan hakikate gidin” denir, doğrudur. Ancak bu, mecazlar sayısınca hakikat vardır veya her mecazın arkasında bir hakikat vardır anlamına gelmez. İlla bir hakikat arayacaksanız o şudur: Çokluk âleminde tüm mecazlar tek bir hakikate (İlla Allah’a) gider. Her mecazdan illa Allah sonucuna varmalı, bu hakikati bulmalısınız. Her mecazda ayrı bir hakikat arayan yorulur. Terleyerek sevap kazanılmaz! Bütün mecazlardan ulaşacağınız tek hakikat İlla Allah’tır. Peki, mecazlar niye çok? İnsanlar çok olduğu için! Kime hangi mecaz nasıl tesir edecek bilinmez. Herkes farklı bir mecazdan aynı hakikate gider. Nefslerin, nefeslerin sayısı kadar mecaz olabilir. Siz o mecazlardan İllallah hakikatine ulaşabilmelisiniz.
Sık karşılaşılan bir şey de şudur. Tanrılığından kurtulmayı önemsememiş, tanrılığını yaşayan ama tasavvufla da meşgul olan kişi hakikatlerden mecaz çıkarır. Mecazlardan hakikate ulaşmayı kendince halletmiştir. Oysa bunu yaparken hala tanrılık iddiasında! Kendi tanrılığını fonksiyonsuz hale getirmediği için tasavvufla Esfele Safiliyn yapısı uğraşır ve hakikatlerden mecaz üretir. Birisi kapıyı üç defa çalar, ondan bir mana çıkarır. Birisi rüyasında bir şey görür, kendince bir mana çıkarır, onu dinî yolda kendisine bir mesaj zanneder. Kimler yapar bunu? Kumarcılar! Bunlara kumarcı diyoruz. Altılı ganyan oynayanlar her seferinde bir sayı sıralayacak ya, bir işaret arar kendince. Örneğin bir arkadaşı gelir, bana beş tane ekmek al der. “Hah, beş dedi, demek ki beş” deyip hemen beşi yazar, beş çıkacak. Birisi “bu gün üç gazete aldım” der, üçü yazar. Tam kumarcı işi! Oysa hakikat beş ekmek, üç gazete veya her neyse, hakikat o. Ama kişi beş kazanacak üç kazanacak gibi mecazlar, manalar üretiyor. Bu tanrının işi! O tanrının yaptığı işi tasavvufla meşgul tanrı da gelir din adına yapar. Şöyle bir şey oldu, demek ki bana böyle bir mesaj var der, bir şeyler uydurur, yaşadığı hakikatlerden mecazlar üretir. Nihayet rüya ile, mecazlarla amel etmeye başlar. Bunları din adına yapar.  
NEFESLER ASLINDA HÛ’DUR:
HÛ! VERİRKEN HÛ, ALIRKEN HÛ…

Dünkü paylaşımda, tanrının nefesini ele almıştık, oraya eklemek üzere bir açıklama yapalım. Alıp verdiğiniz bu nefes Esfele Safiliyne aittir. Bunu nasıl Ahsene Takviym nefesi yaparız? Bu soruyu ��nemser ve inşaAllah uygularsanız, birçok açılımı çok güzel fark eder ve yaşarsınız. Nefesler aslında HÛ’dur: HÛ! Verirken HÛ, alırken HÛ… Bu, ayrıca “HÛ” demek değildir, nefesin kendi sesi HÛ’dur. Onu HÛ diye alıp HÛ diye vermek, bunun tefekkürünü yapmak, hatta bunu rutinleştirmek için antrenmanını yapın. Tanrının nefesini keser, onu nefesinden vurursunuz. Çok kolay bir yoldur, elhamdülillah. Uykuya dalıyorken HÛ, HÛ… Başlangıçta sesli de yapabilirsiniz, ama ayrıca “HÛ” demeden. Hem nefes, hem de HÛ değil, nefesin kendisi HU! Nefesin sesini, akışını HÛ yapmak; çıkarken HÛ, girerken HÛ… Böylece nefes sürekli zikirdedir, yani akciğer tesbihdedir. Ölüm anını düşünürseniz, ya vererek ya alarak son bulacak. Alışı ve verişi HÛ yapabildi isek son nefeste tanrının nefesiyle ölmemiş oluruz, inşaAllah. Bunu önemseyip sürekli antrenman yapmalıyız… Birisiyle konuşurken veya onu dinlerken bile. Nasıl olsa nefes alıyoruz, kendiliğinden oluyor. Bir süre sonra rutinleşir, düşünmeden, bir plan yapmadan HÛ diye verir, HÛ diye alırsınız. O zaman aynı anda başka zikirleri, başka konuşmaları da rahatlıkla yapabilirsiniz. Hem konuşur, hem de “HÛ” diye nefes alır verirsiniz. Buna alışan Esfele Safiliyn’in nefesini keser.
TANRININ DİLİNDEN KORKUN.
“İNNÂ LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN” DEYİN.

El-Bakara-156: “Onlar kendilerine bir musibet isabet etiği zaman ‘inna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah’ınız, Allah’a aidiz; Allah içiniz ve O’na dönücüleriz) derler.”
Allah bize “B” Takdim Formu “BEN”in dilini, konuşmasını öğretiyor. Bir musibet anında “B” nasıl davranır onu öğretiyor: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun; biz Allah’a ait özelliklerin açığa çıkması için varız, bunun böyle olduğunu fark edip yaşayacağız” derler. “Böyle deyin” diyor: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Bu iş kesinlikle Allah’tan! Ben İnsan-30’a iman ediyorum; dileyen yok İlla Allah.” Böyle demekle siz olan her neyse, ne olursa onu İnsan-30’a, yani kadere bağlamış oluyorsunuz ve diyorsunuz ki: İnnâ ileyhi raciun; kesinlikle dönüşümüz de O’nadır. Böylece duygu, düşünce ve inanışınızı ifade etmiş oluyorsunuz. Bu ayetin en azından bu kısmını ezberlemek lazım: İnnâ lillahi ve inna ileyhi raciun. Korktuğunuz bir olayda veya sizin için musibet neyse orada kullanabilirsiniz. Ayet; “onlar bir musibette böyle derler” diyor.
Hayatta bu nasıl uygulanıyor bakın. Kişi duydu ki birisi ölmüş, “yazık olmuş! Genç miydi, zengin miydi, evli miydi, çocuğu var mıydı?” demeye başlıyor, Kur’an’ın bu önerisi yokmuş gibi. Tanrıyı dilinden yakalayın! İşte onun dili: Sürekli isyan, eleştiri ve didikleme, beğenmeme. Kur’an yokmuş gibi yaşıyor, Kur’an yokmuş gibi düşünüyor. Yönetmeliğe bir baksa, anladığı dilde ve yapabileceği şeyler! “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raciun” deyin, nefs o zaman hakikatine uygun konuşmuş olur diyor, size verilen nefs sermayesini uygun yolda dillendirmiş, konuşturmuş olursunuz. Diğerleri tanrının dili! Tanrının dilinden korkun. Tanrının dilinden korkan Allah’tan korkmuş olur.
MUTTAKİLER NASIL DAVRANIRLAR,
DİLLERİ NE SÖYLER?

Â’lu İmran-134: “Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler. İşte onlar, öfkeyi yutanlar ve insanları affedenlerdir. Allah muhsinleri sever.”
Onlar kim? Müttakiler! Eğer müttaki değilseniz burada anlattığı siz değilsiniz. Yani Allah’a eş, ortak olmaktan korkup, kurtulmaya çalışmıyorsanız burada tarif edilen siz değilsiniz! “Bollukta ve darlıkta infak ederler” ayetini duyunca; “ben vermeyi çok severim, neyim varsa birisiyle paylaşırım, demek ben gruptayım” demeyin. Eğer tanrılık iddiasındaysanız, anlatılan siz değilsiniz. Anlatılan müttaki, korunmak isteyen! Hitap korunanadır. Tanrı olmaktan, tanrılık iddiasından korunana! Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler. İnfak yalnızca herhangi bir şey vermek değildir, manası çok farklı ve derin, onu inşaAllah daha geniş konuşuruz. Bu ayette önemli bir öğüt ve bir de müjde var: Onlar öfkeyi yutanlar ve insanları affedenlerdir. Allah muhsinleri sever.
A’raf-56: “Şüphesiz ki Allah’ın rahmeti muhsinlere (muhsinlerden size) ulaşır.” Demek ki Allah’ın rahmetini arayanların muhsin bulması önemli, inşaAllah.
Yunus-10: “Onların oradaki duaları Sübhaneke allahümme’dir. Oradaki tahiyyeleri Selâm’dır. Dualarının ahiri ise Elhamdülillahi Rabbil alemiyn’dir.” Bir dil, bir konuşma tarif ediliyor: Duaları “Sübhaneke allahümme”, tahiyyeleri “Selâm” ve dualarının ahiri “Elhamdü lillahi Rabbil alemiyn”dir.
Hud-88: “Ve ma tevfiki illa Billahi aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünib: Başarım (B sırrınca) ancak Allah iledir. O’na tevekkül ettim, O’na yöneliyorum.” Bu ilk idrak manadır. İleri idrak mana; “başarı yok, İlla Allah’tır: Ma tevfiki illa Billahi. Bu “B” Takdim Formu “BEN”in öğrenmesi gereken bir dildir: Neden başarıyla ilgili bir dil? Çünkü bu halle çok karşılaşırız. Hatta bu konuda bir alışkanlıktan da bahsedeyim. Her hangi bir iş olur, bize “şu işi ne kadar güzel yaptın” derler, o anda bilmeden şöyle bir doğruyu yaparız; “Estağfirullah” deriz, bunu bilmeden söyleriz. “Estağfirullah, Allahım ört, setr et” diyoruz. Kişi size bir başarı yükledi, hemen Allah’a sığındınız. “Rica ederim” manasında estağfirullah dediğinizi sansanız da mana farklıdır. Diyorsunuz ki: Allahım bana “başardın” dedi ama benim öyle bir iddiam yok, bağışla ve bu işi ört. Bir tövbe ve sığınma var. Hud Suresi 88, “öyle bir iş olduğunda “ma tevfiki illa Billah” deyin, diliniz öyle söylemese bile bu idrakla hareket edin” diyor. Bir başaran, bir başarı, bir yetenek tarif ederseniz, o tanrılık iddiasında bulunan yapıdır. Dolayısıyla başarılan iş neyse o işe, “başaran yok illa Allah” idrakıyla bakın diyor.
İsra-80: “De ki; Rabbim girdiğim yere sıdk üzere girdir ve çıktığım yerden sıdk ile çıkart ve bana ledünnünden nasır bir sultan kıl’ deyin.” Bana indinden bir kuvvet, bir kudret, bir hüccet, bir fetih, bir vakar oluştur diye sığınan bir dil öğretiliyor. Buradaki sıdk, nankör davranmayıp verilene sadık kalmaktır; var sanışınıza sadık kalmaktır, var sanışınızı muhtariyete götürüp küfür ehli olmamaktır. Diyorsunuz ki: Allahım, bir işe başlıyorum, bu iş beni küfre götürmesin, kendimi sana eş koşmadan başlayayım. İş bittikten sonra da eş koşmadan bu işten çıkayım. Bu iş içerisindeki olaylar, beni sana eş koşan yapmasın. Bana bu iş esnasında ve bitirdiğimde indinden bir başarı lütfeyleyiver.
İsra-81: “De ki: Hakk geldi batıl silindi (yok oldu, can çekişerek gitti). Muhakkak ki batıl yok olmaya çok mahkûmdur.” Bu da bir dil tarifidir, siz de böyle söyleyin: Hakk geldi, batıl silindi…

Edep; Ya Hu -170-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER