Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

“ONLAR CENNET VE CEHENNEM OLMASA DA ALLAH’A İBDET EDERLER”

Muharrem Günay 7 Aralık 2013 Cumartesi 02:00:00
  Bir Müslüman Allah’ın gazabına uğramamak ve cehennem azabından kurtulmak için yaratıcısına ibadet eder. Bu amaçla ibadet etmek câizdir. Genellikle halk, bu maksatla ibadet eder. Cennete girmek ve oradaki nimetlerden yararlanmak için Allah’a ibadet ise evvelkine göre bir derece daha üstündür. Fakat sırf Allah’ın emrine uymak ve rızâsını kazanmak için Allah’a ibadet etmek daha üstün bir mertebedir. Bu ibadet sevgi temeline dayanır. Sevenin sevgilisine itaat etmesi türünden bir boyun eğme ve emredileni gönül hoşluğu ile yerine getirme halidir. Peygamberlerin, sağ iken cennetle müjdelenen on sahâbenin, velîlerin ve âriflerin ibadetleri böyledir.
Râbia el-Adeviyye’nin dediği gibi onlar cehennem ve cennet olmasa da Allah’a ibadet eder, ona itaati canlarına minnet bilirler. Nitekim bu konudaki hadislerden birinde, “Suhayb, Allah’ın ne hoş bir kuludur ki ondan korkusu olmasa bile günah işlemez”, diğerinde, “Ebû Huzeyfe’nin âzatlası Sâlim, Allah’a âşık olduğundan O’ndan korkmasa bile günah işlemez” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, 323) buyurulmuştur.
İbi Sirin hazretleri: “Bana iki rekât namazı mı yoksa cenneti mi tercih edersin deseler. Ben namazı tercih ederim. Çünkü Namazda Allah rızası, cennette ise nefsimin arzusu vardır” buyurmuştur.
Bu konuda Mevlâna hazretleri şöyle der: Kulluk sadece cesetle değil, gönülle ibadet etmektir. (Mesnevi 3171. beyt)
Salih amelde esas sevgi unsurunun ağır basmasıdır.
Dinde asıl hedef bir Müslümanın gönüllü olarak ve seve seve Allah’a ibadet etmesini sağlamaktır. Bu mertebede ibadet insana zor gelmez, tersine ona haz ve huzur verir. İbadet halinde olmaması ise onu rahatsız eder. Hz. Peygamber zamanında var olan bu anlayış ondan sonra gelişerek devam etmiştir. Bu hareketin en önemli temsilcisi hicrî II. (VIII.) asrın ikinci yarısında yetişmiş olan ünlü sûfî Râbia el-Adeviyye’dir (ö. 185/801). Bu tarihten sonra bu anlayışın yaygınlaşarak ve gelişerek devam etmiş tasavvufun İslâmî bir hareket olarak doğmasına neden olmuştur. Tasavvufta Allah sevgisinin ne kadar önemli olduğunu göstermek için sûfîlerin üzerinde özenle durdukları ve önemle açıkladıkları şu hadîs-i şerife bakmak yeterlidir. Kutsî hadiste şöyle buyrulmuştur: “Kulum farz ibadetlerle yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Nâfile ibadetlerle de bana yaklaşır. O kadar çok yaklaşır ki ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık o benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür. Böyle bir kul bana sığınırsa onu korurum, benden bir şey isterse dileğini yerine getiririm” (Buhârî, “Rikak”, 38).
Allah Kuluna Şah Damarından Daha Yakındır
Tasavvuf kulun Allah’a yaklaşması ve O’nunla böyle bir mânevî ilişki kurmasıdır. Allah kuluna şah damarından daha yakındır (Kaf 50/16). Allah’ın bir ismi “el-karîb”dir. Yani o her zaman herkese yakındır. Fakat sevdiği kullarına özel bir anlamda yakındır. Allah’ın yakınlığını kazanan insanlara mukarreb denir (el-Vâkıa 56/88-89). Allah mukarreb kullarına ve sırf Allah rızasını ve Allah sevgisini gözeterek ibadet eden salih kullarına çok daha yakındır. Bu yakınlık Kaf suresi 16. ayetin ifadesiyle “şah damarından daha yakın” şekildedir.
Salih amel kavramı Kur’an’da birçok ayette yer alan önemli bir kavramdır. Salih ameli anlayabilmek için iki kelimenin de anlamlarını ayrı ayrı bilmek gerekir. Salih kelimesinin kökü: “ Salah ve sulh “tan gelir. Karşıtı ise; fesat-bozgunculuk, fitne ve fücurdur. Salat- salah kurtuluş demektir. “Hayyaalassalah, haydin namaza, haydin salaha, barışa“ örneğinde olduğu gibi…
Yüce Allah Ku’ran’da şöyle buyuruyor:
“Hâlbuki onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı.” (Beyyine suresi âyet 5)
“Hayır, öyle değil; kim Muhsin olarak (iyilik ederek, işinin güzel yaparak) özünü Allah’a teslim edip (şirk karıştırmadan O’na iman ve atat eder)se onun mükâfatı Rabbi katındadır, onlara korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.” (Bakara 112)
Ayet-i kerimede Allah’a kul olarak teslim olma “Muhsin olma” şartına bağlanmıştır ki bu da, Allah’ı görüyor gibi ibadet yapmak, yaptığını Allah rızası için tam yapmak ve Resulullaha tâbi olmaktır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER