Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SEN TANRI MISIN? -1- – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Nisan 2019 Cuma 14:26:03
 

İSLAM’DA “SIR” NEDİR?
Enbiya Sûresi 29: “Onlardan kim “muhakkak ki ben O’nun dûnunda bir tanrıyım” derse onu cehennemle cezalandırırız. İşte zalimleri böyle cezalandırırız.”
Kim “muhakkak ki ben O’nun dûnunda, (ben de müstakilen varım, yani) bir tanrıyım” derse… Kelimeler çok net ve açık! “Kim Onun dışında ben tanrıyım derse onu cehennemle cezalandırırız.” Birisine bu ayet doğrultusunda bir soru sormak istesek ne deriz: Sen tanrı mısın? Bu yüzden, tanrılık iddiasından kurtulmak isteyenler için bu yazılara “Sen Tanrı Mısın?” ismini verdik. Çünkü bu ayeti okuduğunuzda siz de kendinize veya başkasına “sen tanrı mısın?” diye sorarsınız. Cevap “evet” ise, yeriniz cehennemdir deniyor. Bilerek veya bilmeyerek “Müstakilen Varım ve Muhtarım” diyen, bir başka deyişle “benim müstakil gücüm var, müstakilen hüküm veririm, benim de mülküm var” manasındaki duygu düşünce, arzu, davranış ve hayat tarzları doğrudan “ben Onun dûnunda tanrıyım” demektir. Bu açıklamadan sonra, tefekkürün çok önemli bir özelliği ile başlayalım.
ZİKRULLAH TEFEKKÜRLE YAPILABİLİRSE
ETKİSİNİ ÇOK ÇABUK GÖSTERİR
Sûfi için ilerlemede zikrullah çok önemlidir. Zikrullahı canlandıran, ona ruh katan, onu hedefe ulaştıran, tesirini tahmin edemeyeceğimiz kadar arttıran bir yanı zikrullaha paralel olarak yapılan tefekkürdür. Zikrullah tefekkürle yapılabilirse etkisini çok çabuk gösterir ve siz zikrullahın izleyebileceğiniz ve izlerken kendi kendinizi yönetebileceğiniz yanlarını fark edersiniz. Tefekkür yanına tam arkadaş olmazsa zikrullah tesir etmez mi? Elbette tesir eder! Allah’ı düşünmenin bilinçli olsun olmasın sevabı tartışılmaz. Ama yapılan zikrullah tefekkürle birlikte ilerleyecek olursa, bu “hedefi olan bir zikrullah” olur, idrakı o hedefe taşımaya çalışan bir zikrullah olur.
Tefekkürün amaçlarından birisi soyut bir şeyi somut hale getirmektir. Tefekkürde bu çok önemlidir. İslamiyet’te tefekkür, hayale dalmak, hayalen bir şeyleri düşünmek değildir. Tam aksine soyut bir şeyi somut hale getirmektir. Tefekkürde amaçlananı elde edip etmediğinizi şu soruyla anlarsınız: Ben bu tefekkürle soyut bir şeyi somutlaştırabiliyor muyum? Eğer somutlaşmıyorsa tefekkür henüz amacına ulaşmamış demektir! Soyut bir şey nasıl somutlaştırılır? İslamiyet’in, İslamiyet dışındaki düşünce ve felsefelerden farkı budur işte! Çok önemli bir farktır ki İslamiyet’te tüm düşünce ve felsefelerden, tüm bakışlardan farkı olarak “şehadet mekanizması” vardır. İslamiyet’te çok önemli iki şahadet noktası vardır. Şahit olmaktan bahsediyoruz! Bir şeye şahit olursanız, o artık sizin için somut bir şeydir! Demek ki, size soyut gibi gelen kavramları tefekkürle somutlaştırmalısınız ki şahit olasınız. Bu ise imanı değil ikanı getirir. Tefekkür için iman zaten şart! İmanın ikana dönüşmesi, sizin için soyutken iman ettiğiniz şeylerin, gözle görülebilir derecede hâkim olduğunuz kavramlara dönüşmesidir. Bu, imanın ikan olmasıdır ve hedef budur: İman ettiğiniz şeylerin ikana dönüşmesi! Peki, nasıl olacak? Hedefe ulaşmada önemli bir araç olan tefekkür, tefekkür eden için soyut olan bir şeyi somut hale getirmeyi planlamalıdır. Bizim için çok önemli bir ibadet olan tefekkürün bir hedefi de budur. Bize soyut olan, iman ettiğimiz bir şey başkası için somut olabilir, o ona ikan olabilir. O bize soyuttur ama ona somuttur. Bu yüzden, tefekkürde somutlaştırıcı bir plan kurmalıyız. Eğer böyle bir plan kurulmuyorsa o iş tefekkür değil, güzel şeyleri düşünmektir. O da sevaptır, güzel olmayan şeyleri düşünmekle kıyasladığınızda güzel şeyleri düşünmek elbette sevaptır. Ama bilmemiz gereken şudur: Tefekkür hedefi olan bir düşünce yöntemidir. Bu hedef, size soyut olan bir şeyin tefekkürle somuta dönüşmesi ile kendisini gösterir. Onun için Halife Efendilerimiz’den birisi; “görmediğim Allah’a inanmam” diyor, tefekkürle somutlaştırdığı bir kavramı ifade etmeye çalışıyor. Ve yine Halife Efendilerimizden birisi buyuruyor: “Ben neye bakarsam önce Vechullah’ı, sonra baktığım şeyi görürüm.” Bu da gösteriyor ki, tefekkürde ilerlemiş önemli kişiler, soyut zannedilen kavramları o kadar somutlaştırmışlar ve günlük hayatlarında normalleştirmişler ki, konuşurken çok rahatlıkla “görmediğim Allah’a inanmam” diyebiliyorlar, konuya somut olarak hâkimler. Peki, nasıl olacak da biz soyut bir şeyi tefekkürde somut hale getireceğiz? Bu yolda en önemli basamağın birisi şudur: Size soyut gelen bir şeyi düşünürken, onu düşüncede ilerletirken başka bir soyutla ilerletmeyeceksiniz. Maalesef insanlar kendilerini “doğru”dan uzaklaştıracak şeylere programlandıkları için, “doğru”dan uzaklaştıran yöntemler onlara daha kolay ve doğru gibi gelir. Neden böyle olduğuna, hikmetine sonra bakacağız inşaAllah.
GİZLİLİK İMANI ZAYIFLATIR
Tefekkür yokuş yukarıdır. Size yokuş aşağı iniyor gibi gelen, hayallere daldığınız düşünceler hep soyuttur: “Allah’ı tefekkür ediyorum; Hakk’tan başladım, Rububiyet, Rahmaniyet, Ulûhiyet ve Ehadiyet’ten çıktım” gibi düşünceler soyuttur. Güzel düşüncedir ama somut bir şey yoktur. Somut bir şey yoksa tefekkürden elde ettiğiniz bir idrak gelişimi yoktur: Sadece güzel bir düşünce ânı! Elle tutup gözle görülebileceğin, şeksiz şüphesiz şahit olabileceğin, müşahede edebileceğin somut bir şey eline geçmedi! Hayal var! Hayal müşahede değildir. En önemli şeylerden birisi, tefekkürle sizin için soyut olan bir şeyi somutlaştırmanızdır, “budur” diyebilmenizdir. Tefekkürü başka soyutlarla ilerletmek netice vermez. Örneğin Rububiyet sizin için soyuttur. Tefekkür ederken, size daha soyut bir şeyi düşünerek Rububiyet’i yakalayamazsınız. “Rububiyet’i düşündüm, Ulûhiyete geçiyorum, Ulûhiyet için şöyle düşünüyorum” derseniz, soyut bir şeyle ilerlediğiniz için netice alamazsınız. Nasıl netice alırız, ona şimdi bir yöntemle bakacağız. Tefekkürde şuna dikkat etmek gerekir: Çözülmemiş bir şey bir başka çözülmemişle çözülemez. Çözülmemiş olanı çözülmüş bir şeyle tefekkür ederseniz çözülebilir hale getirebilirsiniz. Özellikle tasavvufla ilgilenenler çok kuvvetlice şunu bilmeli ve prensip edinmeli: Gizlilik imanı zayıflatır. Kişi çok kuvvetli bir imanla tasavvufa başlar, tasavvuftaki öğreti tuzakları yüzünden gizem hoşuna gider, nihayet imanı zayıflatır. Eğer gizlilik (gizem) imanı kuvvetlendirseydi, şehadet olmazdı, gizlilik olurdu. Hâlbuki şahit olmanız isteniyor! Çok dikkat edin, gizlilik imanı zayıflatır, bâtıl inanışları artırır. İman zayıflayınca boşluğu bâtıl inanışlar doldurur. Bunun analizini yaptığınız zaman karşınıza faktör olarak “gizem” çıkar.
İSLAMİYET KİMSENİN BİLMEDİĞİNİ
BİLECEĞİNİZ BİR İŞ DEĞİL, HERKESİN
BİLDİĞİNİ BİLMENİZ GEREKEN BİR ŞEYDİR
“Gizemli” ile neyi kastediyoruz? Bir konu sizin için tam somut değil ve siz o konuyu inceliyorsunuz diyelim. İncelerken onu kendinize daha anlaşılmaz hale getiriyor, onu daha soyut yapıyorsunuz, böylece o daha ulaşılması zor hale geliyor. Onu yaparken de tasavvuf bilgilerini kullanıyorsunuz. Oysa o tasavvuf bilgileri (size henüz soyut olan o tasavvuf bilgileri) onu yazan için somut olabilir. Eğer kişi gördüğünü, yaşadığını yazıyor veya söylüyorsa onlar ona somuttur. Onun için somut olan o bilgileri kullanırken siz, size soyut olan bir şeyi daha soyut hale getiriyorsanız olmaz. O zaman o gizemli hale gelir. İnsanın yapısı doğrudan, gerçekten, hakikatten uzaklaşmaya meyilli olduğu için gizem, esrarengizlik hoşuna gidiyor. Gizemli haller onu “kimsenin bilmediğini biliyorum” havasına sokuyor. İslamiyet kimsenin bilmediğini bileceğiniz bir iş değil, herkesin bildiğini bilmeniz gereken bir şeydir. Çünkü şahitlik mekanizması var! Dolayısıyla, bir şeyi daha soyut hale getirmemek gerekiyor. Daha soyut hale getirmek imanı zayıflatır. Oysa imanın ikana gitmesi gerekiyor. Bu ise soyutluğun bitmesi ile mümkün! Siz bir şeyi daha soyut yaptığınız zaman geri gidiyorsunuz, imanı gittikçe zayıflatıyorsunuz, böylece size iman yerine bâtıl inanışlar yön göstermeye başlıyor. Bu durumda onlara sarılmaya çalışır, çeşitli batıl inanışların tesirinde kalır, Allah korkusu yerine onlardan korkmaya başlarsınız. “Kedi geçti” der korkarsınız, “ayın on üçü” der korkarsınız, “şu bunu dedi” der korkarsınız… Ama Allah’tan o kadar korkmazsınız! Bu hal, daha gizemli olmaktan kaynaklanır. Okumuş veya rastlamışsınızdır, bazı kitaplarda, yazılarda ”sırrı deşifre etmemek” gerektiğinden bahsedilir. Orada bahsedilen sırla, bizim burada söylediğimiz “gizem, gizlilik” çok farklı şeylerdir, yani gizem ve sır farklı şeylerdir. Bir kere tasavvuftaki sır normal hayattaki sır değildir. Asilerin, muhtariyetini ilan etmiş olanların, “A” Takdim Formu”yla “BEN” demişlerin yaşantı tarzları içerisindeki sır değildir o. Tasavvuftaki sır, birisinin sakladığı bir bilgi değildir, sizin ulaşamadığınız bilgidir. O bilgi aslında sizde mevcuttur, ancak idrakiniz o konuda henüz açılmadığı için, o bilginin üstünde bir örtü bulunduğu için o size sırdır. Siz o örtüyü çekerseniz, idrakınızı karartan, örten o manayı kaldırırsanız sizde zaten var olan o bilgiye ulaşırsınız, o zaman sır kalkar. Tasavvufta bahsedilen sır için “şu konu sırmış, ona gidip bir bilene sorup öğreneyim” derseniz yanılırsınız. Tasavvufta bahsedilen sır öyle öğrenilen bir sır değildir, birilerinin sakladığı bir bilgi de değildir. Sırrın ifşa edilmesi işi ise farklı bir konudur. Örneğin, örtücü ilahlıkla ilgili olan bilgi ve onun kapsamı sır değildir. İfşa edilmemesi gereken sır şudur: Bazı kişiler öyle bir noktaya gelirler ki onlara hiç bu dünyayı ilgilendirmeyen bir bilgi verilir ve ona zaten bu bilginin söylenmemesi söylenir. Aslında böyle bir kişi “ben bu bilginin söylenmeyeceğini bilmiyordum” demez, öyle bir şey olmaz! Zaten o tür bir bilgi onu söylememe noktasına gelmiş kişiye verilir, o tür bir bilgiyi elde etme yöntemi içerisinde bu vardır. Rasullerin hayatlarında o tür bilgilere de rastlarsınız, açıklamaları istenmemiştir. Bu durum bazı önemli zatlarda da olabilir, onlara verilen, bildirilen o bilgiler bizim normal hayatımızı ilgilendiren şeyler değildir. Hatta siz o bilgiyi öğrenmiş olsanız hayatınız alt üst olur. Demek ki sırrı saklamak, sizi cennete götürecek, size faydalı olacak, sizin Allah’ı tanımanızda size yardımcı olacak bir bilgiyi saklamak değildir. İfşa edilmemesi gereken sır bu değildir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti